17. Bölüm FİNAL: Ben de seni tüm kalbimle seviyorum kalp hırsızım..

Jun Suh olduğu yerde kalakaldı. Her şey bitmişti artık.. Hiç düşünmeden başını yere eğip ellerini havaya kaldırdı.

“Çabuk arkanı dön!” diye bağırdı Tae Woo. Jun Suh yavaşça döndü, kafasını kaldırdığında Tae Woo’nun sinirden kıpkırmızı olan gözlerini gördü. Adam çocuğu baştan aşağı süzdü ve:

“Sendin demek ki!” dedi. “Başıma bunları açacağını bilseydim daha o gün… Seni…!!”

Daha fazla konuşamadı. Jun Suh ise bakmakla yetindi.

“Elveda Byeol..” dedi içinden. “Elveda..”

***

GökselYalnız Kuş

Byeol son kez saatine baktı. 7’yi geçiyordu. Tüm gece gözüne uyku girmemişti.

“Jun Suh geldi mi acaba?” diye düşündü. Evde olsa en azından yanına uğraması gerekmez miydi? Günlerdir birbirlerinin yüzünü bile görmemişlerdi.

Kalkıp yavaşça hazırlandı. Hiç düşünmeden yukarı çıkıp evin kapısını çaldı. Kapıyı açan Jung Suh abisinin dün gece eve gelmediğini söyledi. Nerde kalmıştı acaba? Varlığına o kadar alışmıştı ki onsuz bahçe kapısından çıkmak bile ölümüne zor geliyordu artık..

Kafeye girdiğinde hemen bir tuhaflık olduğunu sezdi. Kimse onun girdiğini bile fark etmemişti. Garsonlardan birinin yanına gidip neler olduğunu sordu. Önemli bir haber vermenin heyecanıyla dolup taşan kız:

“Neler olduğuna inanmayacaksın!” dedi. “Hani şu kasa hırsızı var ya.. Dün gece buraya tekrar gelmiş!”

Byeol bir an duyduklarını algılayamadı.

“Na.. Nasıl??” diye kekeledi.

“Gelmiş işte..” dedi kız. “Hem de niçin gelmiş tahmin et?? Aldığı parayı iade etmek için!”

Byeol şaşkınlıktan nefes bile alamıyordu. Tepki alamayan kız konuşmasına devam etti:

“Hırsız kimmiş diye sormadın bile! Bay Tae Woo’nun kovduğu garsonlardan biriymiş!”

Byeol bir anda kendine geldi ve:

“Şimdi neredeler?” diye bağırdı. “O çocuk ve.. Bay Tae Woo neredeler?”

“Karakoldalarmış hala.. Bay Tae Woo hala gelmediğine göre o da oradadır yani..”

Byeol hiç düşünmeden birkaç dakika önce giydiği önlüğü çıkarıp fırlattı ve kafeyi terk etti. Ne yapacağını bilmiyordu, ana caddeye fırlayıp gördüğü ilk taksinin önüne atladı. Gözyaşlarına engel olamıyordu, her şeyi mahvetmişti. Jun Suh’nun hayatı, Jun Suh’nun kariyeri.. Bir gecede yerle bir olmuştu işte..

Taksiden iner inmez hızla karakoldan içeri girdi. Tae Woo oradaydı işte, yanında da Ha Neul vardı, kız hararetli hararetli babasıyla konuşmaya çalışıyordu. Adamın yüzü ise beton gibi sertti adeta..

“Yapmaz..” dedi Ha Neul babasının elini tutup. “Bir sebebi vardır baba, biri zorlamıştır, Jun Suh öyle biri değil, inan ki!”

“Yapmış işte” dedi adam en ciddi yüz ifadesiyle. “Birkaç bin won alacağı için bütün kasamı boşaltmayı göze almış adi hırsız! Sana ondan uzak dur demiştim kaç kere! Dinlemedin beni!”

Ha Neul umutsuzca yere çöktü. Belli ki saatlerdir babasını ikna etmeye çalışıyordu. Ama adamın hiç de ikna olacak bir hali yoktu.

Kız son bir kez ayağa kalkıp:

“Hem bir de şöyle düşün” dedi. “Adi bir hırsız olsa paranı alıp kaçmıştı çoktan, oysa paramızı geri getirdi. O çok vicdanlı biri baba, demek ki biri zorlamış onu, o da zorla çaldığı parayı dayanamayıp geri getirmiş anlasana!”

“Yeter artık!” diye bağırdı adam. “Tek kelime bile etmeden hemen eve git! Zaten tüm gece uyumadım, daha fazla zorlama beni!”

Byeol birkaç saniye koridorun köşesinde bekleyip ikiliyi izledi. Sonra hiç düşünmeden koşarak Tae Woo’nun yanına gitti. Başını kaldıran Tae Woo karşısında kızı görünce oldukça şaşırdı:

“Lee Byeol.. Ne işin var senin burada? Neden kafeye gitmedin?”

“Sizinle konuşmam gerekli bay Tae Woo.” dedi Byeol hiç düşünmeden. Tae Woo ise bezgin bir ses tonuyla:

“İşim başımdan aşkın kızım.. ” dedi. “Sen kafeye dön geleceğim ben daha sonra..”

“Çok önemli” dedi Byeol. “Kasa hırsızlığı hakkında.”

Adam şaşırdı, öylece bakakaldı kıza.

“Yalnız konuşacağımız bir yere gidebilir miyiz?” dedi. Tae Woo hiç gitmek istemese de merakına yenilip ayağa kalktı ve Ha Neul’a dönüp:

“Sen kafeye git” dedi. “Ben de geleceğim..”

Tae Woo ve Byeol karakolun karşısındaki kafelerden birine girdiler. Adam hemen konuya girdi:

“Çabuk konuşalım, hemen geri dönmem lazım..”

Byeol derin bir nefes alıp hemen konuya girdi.

“Kasanızı Han Jun Suh soymadı bay Tae Woo, onun hiçbir suçu yok, ondan kasanızı soymasını ben istedim. Tüm sorumluluk bana ait. Lütfen onu affedin ve şikayetinizi geri alın.”

Adam bir an duyduklarına inanamaz bir bakışla kıza baktı. Söylediklerini ciddiye almamış gibiydi.

“Anlamadım? Sen mi soymasını istedin?”

“Evet. Başka bir şey sormanıza gerek yok, onu ben zorladım, benden bir özür beklemeyin bay Tae Woo, cezam neyse çekeceğim. Sizden tek isteğim Jun Suh’yu bu işin dışında tutmanız..”

“O kadar basit değil küçük hanım!” diye bağırdı adam. “Bunca zaman yanımda çalıştın, bana neden böyle bir şey yapmak istediğini öğrenmek hakkım. Sebebini açıklamadan buradan gidemezsin anladın mı?”

“Peki..” dedi Byeol. “Bunu siz istediniz. Size bunları ömür boyu söylememeye karar vermiştim ama Jun Suh için her şeyi yaparım.”

Adam merakla kızın açıklamasını bekliyordu. Byeol derin bir nefes aldı ve:

“Lee Min Ah desem.. Size bir şeyler anımsatmış olur muyum acaba?”

“Nasıl?.. Min Ah’nın konumuzla ne ilgisi var. Ne saçmalıyorsun sen?”

“Yıllar önce.. Lee Min Ah size hamile olduğunu söylemişti hatırlıyor musunuz? Eminim ki hatırlamıyorsunuz, ama ben yine de anlatacağım. O size hamile olduğunu söylemişti, siz de ona henüz çocuk sahibi olamayacağınızı, hayallerinizin olduğunu, çok küçük olduğunuzu söylemiştiniz. Kısaca bu çocuktan kurtulması gerektiğiniz söylemiştiniz hatırlıyor musunuz?”

Adam geçmişe yolculuk yapıyordu sanki, bozulmuş yüzünü hafifçe salladı.

“O kadın maalesef çocuğundan kurtulamadı bay Tae Woo, kıyamadı ona. Çok üzgünüm ama o çocuk tam karşınızda oturuyor şu an..”

“Nasıl?” diye inledi Tae Woo. “Min Ah.. O olaydan sonra birden ortadan kaybolmuştu. Eğer çocuğunu doğurmak istediyse neden ortadan kaybolsun ki? Çocuğu aldırdığına emindim ben..”

“Korktu çünkü.. Hem sizden hem de ailesinden. Siz ondan zorla çocuğunu alcaktınız, ailesine söylese daha kötü şeyler olacaktı. Kaçmayı seçti o da.. Minik bebeğiyle yeni bir hayata başlamayı seçti..”

“Sana inanmıyorum.. Kanıtın var mı?”

“Size hiçbir kanıt göstermek zorunda değilim. Sebebimi sordunuz ben de açıkladım..”

“Peki.. Neden bu zamana kadar ortaya çıkmadın? Amacın neydi? Bana hiçbir şey söylemeden sessizce annenin intikamını almak mı?

“Söylemeye çalıştım.. Aylar önce.. Kafeye gelip sizle konuşmaya çalışmıştım. ‘Bir çocuğunuz daha var’ demiştim. Ama siz beni yaka paça kovmuştunuz kafeden. Hatırladınız mı?”

Adam kendi kendine sayıklamaya başladı:

“Olamaz.. Olamaz.. İmkansız böyle bir şey..”

“Yine de size her şeyi anlatacaktım.. Ama siz tüm kapıları kapattınız bay Tae Woo. Daha geçen gün arkadaşınızla annem hakkındaki konuşmanız bardağı taşıran son damla oldu. Hayatınızdan çıktım ben o gün aslında.. Sadece benden geriye bir iz kalsın istedim.. Çaldığınız hayatımıza karşı siz de anılarınızı kaybedin istedim.. Evinizi kaybedin istedim..

Adam hala şoktaydı, ne kızın yüzüne bakıyor ne de söylediklerine cevap veriyordu.

“Sana inanmıyorum..” dedi sadece. Kendinde değil gibiydi.

“Artık inanmanızı da istemiyorum zaten.. Lütfen şikayetinizi geri alın.  Beni şikayet edip etmemenizse hiç umrumda değil bundan sonra..”

“Min Ah.. O nerede şimdi?”

“Pusan’da. Kardeşimle birlikte yaşıyor.”

“Kardeşinle?”

“Evet.. Kardeşimle..”

Adam başını yere eğdi. Yüzü allak bullak olmuştu, tek kelime edecek hali kalmamıştı sanki. Byeol daha fazla beklemeden ayağa kalktı. Adam kızın kalktığını görür görmez bileğinden tutup:

“Gitme..” dedi. Byeol ise sadece:

“Jun Suh’yu oradan çıkarın..” dedi ve arkasına dönüp hızla kafeyi terk etti.

***

Ft Island-Heartache

Jun Suh memurun duvarlara çarpan sesiyle kendine geldi:

“Han Jun Suh! Uyan! Serbestsin!”

Jun Suh ne olduğunu anlamadan adamın kollarında dışarı çıkmıştı bile. Müdürün odasında birkaç kağıdı imzalayıp ufak tefek eşyalarını geri aldıktan sonra odadan dışarı çıktı. Kapının önünde Ha Neul onu bekliyordu:

“Jun Suh-ssii!!”

Kız koşarak çocuğun boynuna sarıldı.

“Biliyordum, bu işte bir yanlışlık olduğunu biliyordum. Gerçek hırsız ortaya çıktı değil mi? O kız.. O kız anlattı her şeyi!”

“Kim??”

“Lee Byeol.. Babamla konuşmak istediğini söylemişti. Soygunla ilgili..”

“Ben gidiyorum..” dedi Jun Suh bir anda. Sonra görüşürüz Ha Neul. Yaptıkların için çok teşekkür ederim..”

Bay Tae Woo’ya neler anlatmıştı Byeol? Yoksa hırsız olduğunu kabul edip suçu mu üstlenmişti? Onun yerine Byeol mü içerdeydi şimdi yoksa?

Kapıdan çıkan Jun Suh nereye gideceğini bilemedi bir an. Hemen gidip bay Tae Woo ile konuşmalıydı. Tam fırlayıp gidecekken birden kaldırımda oturan bir kız dikkatini çekti. Başını kollarının arasına almış öylece oturan bu kız Byeol’den başkası değildi..

“Byeol-aahh!!!”

Kız bir anda kafasını kaldırdı, Jun Suh çıkmıştı, tam karşısında duruyordu işte!

İkili sımsıkı sarıldılar, sanki bir gecedir değil de bir asırdır ayrıydılar. Son zamanlardaki tatsız olaylar, gerginlikler ikisini de öylesine yormuştu ki şu an kendilerini kuş gibi hafif hissediyorlardı.

Jun Suh’nun boynundan ayrılmayan Byeol hıçkıra hıçkıra ağlıyordu şimdi:

“Özür dilerim Jun Suh-ah.. Özür dilerim.. Sana neler yaptım ben? Öyle.. Öyle pişmanım ki.. Beni affet yalvarırım..”

“Saçmalama, her şey bitti artık..” dedi Jun Suh kızın saçlarını okşarken. “Sakın af dileme benden, ben yaptıklarımdan hiç pişman değilim..”

“Nefretim gözlerimi nasıl kör etmiş Tanrım, seni nasıl tüm bu oyunların içine sokabildim..”

Jun Suh kızı sakinleştirmeye çalıştı bir süre. Sonra ikili yavaş yavaş oradan uzaklaştılar.

Jun Suh nasıl çıkabildiğini merak ediyordu hala:

“Bay Tae Woo’nun dün geceki yüzü aklıma geldikçe.. Şikayetini nasıl geri alabildiğine inanamıyorum. Ona ne anlattın Byeol-ah?”

“Her şeyi..” dedi Byeol. “Artık babam olduğunu biliyor..”

Jun Suh olduğu yerde kaldı.

“Gerçekten konuştun mu?”

“Konuşmak zorunda kaldım.”

“Ne dedi peki?”

“İnanmadı bana.. Ya da inanamak istemedi bilmiyorum.. Ama tahmin ettiğim kadar kötü bir tepki vermedi. Hatta oldukça yumuşak ve ılımlıydı. Tabii şaşkındı bir de..”

“İnanamaması doğal. Biraz sindirsin bakalım, asıl o zaman her şeyi anlayacak.”

“İstemiyorum.. Artık hiçbir şey istemiyorum. Yanımda ol yeter. Sana bir zarar gelmesin yeter benim için..”

İkili birbirlerinin kollarında eve kadar geldiler. Byeol ayakta uyumak üzereydi.

“Yanımda kal..” dedi Jun Suh’ya. “Uyuyana kadar..”

“Ne söyleyeyim peki?” diye sordu Jun Suh gülerek. “3 Ayı’ya ne dersin? Dansını da yapayım hatta!”

“Ne istersen..” dedi Byeol. “Yeter ki gitme..”

***

Tae Woo düşünceli bir halde kafeden içeri girdi. Herkes bir anda etrafına toplanmış olsa da kimseye cevap vermeden odasına geçti. Aklı dopdoluydu. O günü hatırlamaya çalıştı, Byeol’ün geldiği günü.. Onu düşmanının gönderdiği biri sanıp dükkandan kovmuştu.

“Lanet olsun!” dedi içinden. Sonra Min Ah’yı düşündü. En son konuştukları günü.. Min Ah hamile olduğunu söylediğinde beyninden vurulmuşa dönmüştü. Çocuk sahibi olmak ona o kadar uzak bir fikirdi ki inanmak bile istememişti.

“Yarın o bebekten kurtulacağız” demişti sadece. O günü Min Ah’yı gördüğü son gün olmuştu. Ailesi kızın Seul’deki dayısına gittiğini söylemişlerdi. Tae Woo buna inanamıştı, ya da inanmak işine gelmişti açıkçası. Çocuğu aldırıp bir süre orada kalmaya karar verdiğini düşündü. Hem bebekten hem de uzun süredir ayrılmayı düşündüğü Min Ah’dan bir anda kurtulmak onu rahatlatmıştı. Artık sadece başını yastığa koyduğunda aklına gelen bir anı olmuştu kaybolan kız ve hiç doğmamış küçük bebekleri.. Bebeğin doğmadığından emindi, çünkü Min Ah oldum olası korkak bir kızdı, o yaşta bir bebeği tek başına büyütecek cesarete sahip olmasına imkan yoktu. Yani o öyle düşünmüştü.

Birden odaya Min Hyung girdi.

“Olanları duydum..” dedi.

Çocuk konuşmaya devam etse de Tae Woo onu duymuyordu.

“Sen…” diye böldü çocuğun konuşmasını. “Byeol’ün yakın arkadaşıydın.. Sana sırlarını anlatmıştır muhtemelen.. Onunla ilgili önemli bir şey biliyor musun Min Hyung? Çok önemli..”

“Sizinle konuştu sanırım..” dedi Min Hyung sakin bir biçimde. “Evet onun babası olduğunuzu biliyorum.. Bunu kimseye söylemememi istemişti, üzgünüm..”

“Doğru söylüyor yani..”

“Hem de tüm kalbiyle.. Neler yaşadığına çok az da olsa şahit oldum..”

Tae Woo başını ellerinin arasına alıp gözlerini kapadı:

“Nasıl olur, nasıl nasıl???”

Birkaç saniye içinde odaya Ha neul girdi, nefes nefeseydi.

“Baba nerelerdesin? Lee Byeol ile karakoldan ayrıldıktan sonra kayboldun ortadan! Sonra Jun Suh da koşarak çıkıp gitti! Söylesene neler oluyor? Bana neden kimse hiçbir şey anlatmıyor?”

Tae Woo yavaşça Min Hyung’a dönüp:

“Bizi yanlız bırakabilir misin?” dedi. “Ha Neul’a anlatmam gereken şeyler var..”

Min Hyung ayağa kalkıp Ha Neul’a döndü ve elini kızın omzuna koyup gülümsedi:

“Ben dışarıda olacağım..”

Ha Neul ciddi bir şekilde babasının karşısına oturdu:

“Seni dinliyorum..”

***

49 Days-Can’t Forget You

Byeol uyanıp saate baktığında saatlerdir uyuduğunu fark etti. Günlerdir stresten uyuyamadığı için yorgun düşmüştü, kendisini inanılmaz bir şekilde hafiflemiş hissediyordu.

Doğrulduğunda yatağının ucundaki tepsiyi gördü. Jun Suh ona yemek bırakıp gitmişti. Byeol gülümsemekten kendini alamadı:

“Mutluluk sebebim..” diye fısıldadı ve tepsinin üzerindeki şemsiyeyi kaldırmak için ayağa kalktı ki birden kapı çalındı.

“Jun Suh!” diye olduğu yerden fırlayan Byeol kapıyı açtığında karşısında Bay Tae Woo’yu gördü. Bir an ikisi de hiçbir şey söylemeden öylece kalakaldılar.

“İçeri girebilir miyim?” dedi Tae Woo. Byeol ise hiçbir şey söylemeden adamı içeri aldı.

“Koltuğum yok üzgünüm..” dedi ve adama yerdeki minderi gösterdi. Tae Woo yere çöküp hemen konuya girdi:

“Kafede pek konuşamadım. Yani.. Konuşmamız yarım kaldı..”

“Bir şey söylemek zorunda değilsiniz..”

“Zorundayım.. En azından bir de benden dinle olanları. Evet hatalıyım, belki de gençliğin verdiği o heyecanla, o umursamazlıkla büyük hatalar yaptım. Ama çok gençtim Byeol, kendini benim yerime koy, daha liseden bile mezun olmamışsın ve bir çocuğunun olacağını öğreniyorsun..”

“Annem de sizinle aynı durumdaydı, o da çok gençti, o da büyük bir sorumluluk almak zorunda kaldı. Ama benden hiç vazgeçmedi..”

“Ama bunu bana söylemedi.. Tamam senden kurtulmasını söyledim ona, ama bana hiç itiraz etmedi, hayır demedi. Senden vazgeçmeyeceğini söyleseydi sizi asla bırakmazdım, ne olursa olsun, ne yaşarsam yaşayayım ikinizi de asla bırakmazdım. Annene karşı hatalarım oldu biliyorum, onun bana olan sevgisini çok zaman kullandım ama seni benden kaçırması biraz ağır bir ceza değil mi? Ben de babasız büyüdüm kızım, senin böyle yaşamana izin verir miydim?”

Adam bir yandan içinde bulundukları odayı süzerken gözyaşlarına engel olamıyordu.

“Birkaç yıl sonra başka bir kadınla evlendiniz..” dedi Byeol. “Annemden esirgediğiniz cesaretinize hayran kaldım..”

“Ben Min Ah’ya hiçbir söz vermemiştim Byeol-ah, o da bunu biliyordu, buna rağmen yanımda kaldı ve bu yüzden tüm sorumluluğu tek başına üstlendi. En büyük hata benim, ama o da.. o da..”

Adam hıçkıra hıçkıra ağlıyordu şimdi, Byeol ne yapacağını bilemedi, olduğu yerde kaldı sessizce.

“Özür dilerim kızım, özür dilerim.. Annene de sana da tüm bunları yaşattığım için özür dilerim.. Tüm bu yıllar boyunca yanında olamadığım için.. Affet beni.. Affet..”

Adam ağlamaktan konuşamıyordu. Byeol yavaşça adamın yanına gidip omzuna dokundu:

“Ağlamayın bay Tae Woo.. Su ister misiniz?”

Kız cevap beklemeden adama su getirdi. Tae Woo titreyen elleriyle suyu içip ayağa kalktı.

“Gitsem iyi olacak..”

Byeol hala konuşamıyordu. Adam çıkmadan önce son kez kıza dönüp:

“Bir kez sarılabilir miyim sana?” dedi. Byeol şaşkın bir biçimde başını salladı. Adam korkak hareketlerle kollarını kızın boynuna doladı birkaç saniye sonra ise ona sımsıkı sarılıyor halde buldu kendini..

Byeol ise ağlamamak istese de gözyaşlarına engel olamadı. Adamın söylediklerine inanmaya o kadar ihtiyacı vardı ki.. Onu sevmeyi o kadar çok istiyordu ki..

“Kızımm..” dedi adam inler gibi.

Byeol ise derin bir iç çekti sadece..

***

Zakkum-Ahtapotlar

“Çok heyecanlıyım..” dedi Jun Suh gülümseyerek. “Annenle tanışmaya gittiğimize inanmıyorum. Beni sevecek mi acaba?”

“Yola çıktığımızdan beri bunları söylüyorsun haa! Sever tabi neden sevmesin? Hem ben ona seni çok anlattım tanıyor sayılır:)”

“Kardeşin Pororo seviyordu değil mi? Ona Pororo mikrofonu aldım, Kim Sun Ah’nın dizisinde görmüştüm, çok tatlı..”

“Tam sana göre bir hediye olmuş! İki sene sonra In Soo’yu da grubunuza alırsın artık!”

Pusan’a varmışlardı bile. Byeol koşar adımlarla duraktaki otobüsü yakaladı. Aylar sonra evine geldiği için o da çok heyecanlıydı. Üstelik annesine haber de vermemişti.

Kadın kızı görünce adeta yerinden sıçradı. Kocaman sarıldılar önce, ardından içeriden fırlayan küçük çocuk ta ikiliye katıldı. Bir süre ayrılmadılar.

“Neden söylemedin geleceğini? Alırdım seni istasyondan be kızım!”

“Sürpriz yaptım işte ne var?”

Kadın ve çocuk şaşkınlıklarını atlattıklarında birden karşılarında öylece duran çocuğa baktılar. Sessizliği In Soo bozdu:

“Noona! Kim bu hyung?”

“O mu? O Jun Suh. Sana bahsetmiştim hatırladın mı anne?”

Kadın başını sallayıp çocuğa selam verdi:

“Hoş geldin Jun Suh.”

Jun Suh ani bir hareketle eğilip:

“Merhaba efendim. Geleceğimi haber vermediğim için özür dilerim!”

Byeol çocuğun kolundan tuttu:

“Yaa! Jun Suh saçmalama! Özür dilemene gerek yok!”

Byeol’ün çabalarına rağmen Jun Suh doğrulmuyordu.

“Ne demek..” dedi kadın. “Ben de seninle tanışmak istiyordum zaten, iyi ki geldin..”

Jun Suh neşeyle doğruldu:

“Çok teşekkürler efendim..”

“Sen şimdi noonamın erkek arkadaşı mısın?

In Soo’yu ikna etmek o kadar da kolay değildi.

“Ehehe evet ufaklık.. Hem sana da oyuncaklar getirdim, bakalım sevecek misin?”

İkili neşeyle konuşurken Min Ah kızının kulağına eğildi:

“Ben de seni arayacaktım.. Bu sabah.. Tae Woo buraya geldi.”

“Ne?”

“Evet.. Uzun uzun konuştuk.. Sanırım seninle de konuşmam lazım..”

“Önce bir hasret giderelim” dedi Byeol kadına sarılıp. “Seni nasıl özledim bilemezsin..”

*

Min Ah hiç vakit kaybetmeden misafirleri için yemek yapmaya başladı. Bu sırada Byeol de Jun Suh’ya evlerini, bahçelerini gezdirdi. Şehrin gürültüsünden uzak sessiz sakin bir yerde yaşıyorlardı. Tüm o gürültü ve keşmekeşten sonra burası cennet gibi gelmişti Jun Suh’ya. Elinden gelse eve gitmez, Byeol ile ömrünün sonuna dek bu küçük bahçeli evde kalabilirdi. Ama şimdilik bu planı gerçekleştirmesi mümkün değildi..

Akşam güzel bir yemek yediler. Aylardır haftanın en az dört günü ramenle beslenen Byeol için hayatını nen güzel günüydü bugün. Annesinin yemeklerini çok özlemişti.. Sonra bahçeye çıkıp temiz havanın tadını çıkardılar. Jun Suh Byeol’ü salıncakta salladı, hep birlikte top oynadılar. En sonunda yorgun düşen Byeol kendisini annesinin kucağına atsa da In Soo’nun Jun Suh’yu bırakma niyeti yoktu.

“Çok iyi anlaştılar..” dedi kadın gülerek.

Byeol ise nefes nefeseydi:

“Jun Suh’nun.. Anlaşamayacağı kimse yok ki.. Benim gibi huysuz, aksi değil O!”

“Ama ben bu huysuz kızımı çok seviyorum kii!!”

Kadın Byeol’e tüm gücüyle sarıldı.

“Konuşalım artık” dedi Byeol. “Neler konuştunuz merak ediyorum!”

“Onu görünce çok şaşırdım” dedi Min Ah. “Sanki.. Daha dün ayrılmışız gibi, çok tuhaf bir his. O an seninle tanıştığını anladım, yüzündeki ifadeden, suçluluktan… Hiç öyle bakmamıştı bana çünkü, hep kendinden emindi, benim olamadığım kadar özgüvenli biriydi Tae Woo.”

Derin bir nefes aldı sonra:

“Uzun uzun konuştuk sonra. Seni anlattım ona.. İlk konuştuğun günü.. Yürüdüğün, okula başladığın günü.. “Onu benden çaldın!” dedi.  “Çalmak zorundaydım” dedim “Yoksa sen onu benden çalacaktın!” Uzun uzun ağladı sonra, o çok kötü bir aşıktı, ama çok iyi bir babaymış, anladım.. Senden bahsederken bana hiç bakmadığı kadar güzel bakıyordu. İçi yanıyordu sanki..”

“Ona kızmadın mı anne? Bağırmadın mı? Sana yaptıkları için?”

“Kızamadım.. Çünkü.. O bana hiç söz vermedi Byeol. Benim olmayacağını biliyordum. Bana bağlanmayacağını biliyordum.. Bu yüzden ondan bir parçam olsun istedim.. Belki de beni ona bağlaması için sahip olmak istemiştim sana.. Bunun çok yanlış olduğunu anladığımda o kadar geç olmuştu ki..”

“Yani.. Seninle evlenmesi için..”

“Evet.. Belki de kaçmasaydım evlenebilirdik de.. Tabii o günlerde çok korkuyordum ama biliyorum ki yaşadığını bilse seni hiç bırakmazdı. Özür dilerim kızım, ona kızma, ben de onun kadar hatalıyım belki de..  O senin baban.. Hem de çok iyi bir baba..”

Byeol düşündü, babası olduğunu bilse gerçekten Ha Neul ile olduğu gibi bir ilişkileri olabilir miydi?

Annesine sarıldı sonra:

“Senin hiçbir hatan yok annecim.. Ne olursa olsun benden vazgeçmediğin için çok teşekkür ederim..”

Anne kız koşarak onlara doğru gelen In Soo’yu da aralarına alıp kocaman sarıldılar. Jun Suh ise bu neşe dolu aileyi gördüğünde erken yitirdiği ailesini hatırlayıp üzülse de Byeol’ü mutlu gördüğü için hiç olmadığı kadar mutlu oluyordu..

***

Goong-Parrot

Evin bahçesinden girdiklerinde Byeol elinde olmadan dudaklarını büktü, bu kaçamak ona hiç yetmemişti.. Üst katın merdivenlerinde beliren Jung Suh onlara doğru bağırdı:

“Unnii! Misafirin var!”

Byeol kapıdan çıkan misafirini görünce oldukça şaşırdı. Onu görmeye gelen kişi Ha Neul’dı.

İkili sessizce Byeol’ün evine geçtiler. Ha Neul hiç bakmadığı gibi bakıyordu bu kez karşısındaki kıza. Ne diyeceğini bilemiyor bir hali vardı..

“Öğrenmişsin..” dedi Byeol hiç duraksamadan. Ha Neul yavaşça minderlerden birine oturdu.

“Nasıl.. Nasıl bunca zaman saklayabildin tüm bunları? Ben çok şaşkınım..”

“Saklamak istemezdim ama şartlar böyle gerektirdi.”

İkili de bir süre sustular. Sessizliği bozan Ha Neul oldu:

“Annem.. Beni doğurduktan sonra doktor bir daha çocuk sahibi olamayacağını söylemiş.. Tabii bunu duyunca babam da o da yıkılmışlar. İkisi de tek çocuklarmış, ikisi de olabildiğince geniş bir aileleri olsun istemişler. Ama olmamış.. Sen.. Babamın hep özlemini duyduğu, sahip olamadığı evladısın sanki.. İnanılmaz..”

“Beni.. Düşündüğün kadar çok umursadığını sanmıyorum bay Tae Woo’nun..”

Ha Neul yine sustu bir süre.

“Benim babamdan başka kimsem yok..” dedi sonra. Onun da benden. Ama iki gündür yanına bile yaklaşamıyorum. O.. Çok kötü.. Ofisinden hiç çıkmıyor.. Ağlıyor.. Onu da kaybetmek istemiyorum Lee Byeol yalvarırım affet babamı! Sana ihtiyacı var, ona yardım et yalvarırım..”

Ha Neul sessizce ağlamaya başladı. Byeol yavaşça eğilip kızın omzuna dokundu:

“Ağlama..”

Sonra elinde olmadan kollarını kızın boynuna doladı. Ha Neul ise bu sıcak tepkiye karşı kıza sımsıkı sarıldı.

Bir müddet öylece kaldılar. İlk çekilen Byeol gülümseyerek:

“Şu an dışarıda meraktan çatlayan bi kedicik var, onu da içeri alalım mı ne dersin? Hem.. Belki bir şeyler yersin?”

Ha Neul sevinçle başını salladı. Byeol kapıyı açıp onları dinlemeye çalışan Jun Suh’nun meraklı yüzünü görünce gülmekten kendisini alamadı.

“Hadi sen de gel içeri. Başımın tatlı belası:)”

Jun Suh suçlu suçlu başını eğse de hiç vakit kaybetmeden içeri girdi. Ama kızın gülen yüzünden her şeyin tatlıya bağlandığını anlıyordu..

*

Ha Neul o gece Byeol’de kalmıştı. Sabah erkenden uyanan iki kardeş kahvelerini içip hemen çıktılar. Kafenin önüne geldiklerinde Byeol bir an duraksasa da Ha Neul gülümseyerek ona cesaret verdi. Sonra hiçbir şey olmamış gibi içeri girdiler. Byeol her zamanki gibi önlüğünü takıp kahve makinasının başına geçti.  Sonra özenle hazırladığı kahvesini alıp Tae Woo’nun ofisinin önüne geldi. Kapıyı çalıp içeri girdiğinde adamın masasında kolunun üzerine dayanmış yattığını gördü.

“Sabah kahveni getirdim.. Baba..”

Adam bir anda masadan kafasını kaldırdı. Çok kötü görünüyordu. Gözlerine inanamadı. Her zamanki gibi yanına gelip gülümseyerek önüne kahve koyan Byeol gerçek miydi ki?

“Sen.. Kızım.. Beni affettin..”

Byeol sadece başını salladı. Adam sevinçle kızın boynuna sarıldı.

“Özür dilerim kızım.. Özür dilerim..”

Kapıda gülümseyerek ikiliyi izleyen Ha Neul:

“Bana da yer yok mu?” diyerek aralarına katıldı. Birkaç gün öncesine kadar Byeol’ün rüyasında görse inanamayacağı bir sahneydi bu. Gerçek olamayacak kadar güzeldi çünkü..

*

Günler günleri kovaladı.. Tae Woo önce tüm tanıdıklarını bir araya toplayıp kafede büyük bir yemek verdi ve kızını tek tek herkesle tanıştırdı. Kızın yaşadıklarına şahit olan Min Hyung bu olanlara en çok sevinenlerden biriydi.

Tae Woo’nun ilk istediği şey Byeol’ün yanına taşınması olmuştu. Yakında Jun Suh albüm çalışmalarına başlayacaktı, babaanne ve Jung Suh da başka bir eve taşınacaklardı. Byeol tüm bunları düşünse de Tae Woo’nun yanına taşınmak istemedi. Yalnız yaşamaya alışmıştı artık, hem kendisini henüz buna hazır hissetmiyordu.  En doğru şey Jun Suh’ya yakın olabileceği yeni bir ev bakmaktı. Nitekim yine çok yakın komşu olacakları güzel bir ev buldular. Ama Jun Suh maalesef bu evde kalmayacaktı. Çünkü onun albüm çalışmalarına başlayacağı ve grup elemanlarıyla birlikte kalacağı ev çoktan ayarlanmıştı..

***

– 8 Ay Sonra-

Lee Seung Gi – Losing My Mind

Büyük gün gelmişti işte.. Kpop dünyasının nabzını tutan tüm siteler sıcak haberi okurlarına vermişlerdi bile. F&C Şirketi’nin yeni grubu “Pick The Stars” bugün ilk albümü “Heart Thief” ile sahnelere adım atıyordu. Üstelik çıkış parçaları “Marry Me”yi bu akşam ilk kez Music Bank’ta sergileyeceklerdi!

Byeol gazetedeki haberi okurken hiç olmadığı kadar heyecanlanmıştı.  Onun bu halini gören Ha Neul gülerek yanına geldi:

“Yaa! Sen şimdiden bu haldeysen akşam nasıl olacaksın merak ediyorum:)”

“Ben de! Ben de! Onu sahnede görünce kalp krizi geçirmem umarım!”

“Geçen hafta görüştünüz en son değil mi? Nasıldı? Ben görmeyeli çok oldu..”

Byeol bir anda dudaklarını büktü:

“Sarı saçlarına henüz alışamadım sanırım. Biraz.. Tuhaf geliyor.. Ama alışacağım.. Yani tüm şarkıcılar saçlarını renkten renge boyuyorlar, turuncu, mavi..”

Bunları söylerken yüzünü olabildiğince buruşturmuştu:

“Akademisyen bir sevgilin olduğu için çok şanslısın yani..”

“Biri benden mi bahsediyor?”

İkili bir anda kapıdan içeri giren Min Hyung’a döndüler. Çocuk gülümseyerek yanlarına gelip Ha Neul’ı öptü.

“Evet” dedi Ha Neul. “Siz ne güzel kavuşuyorsunuz, ayrılık sırası bizde diyordum ben de:(”

Min Hyung yavaşça kızın burnunu sıkarken:

“Sadece 3 ay dedi. Araştırma görevim bitsin hemen döneceğim.. Hem.. Belki sen de benimle gelirsin:)”

Ha Neul neşeyle çocuğa sarıldı:

“Bunu babamla konuşmalıyız derim!!”

“Akşam sen de geliyorsun değil mi?” diye sordu Byeol çocuğa. “Jun Suh’nun çıkış performansı var bu akşam..”

“Evet” dedi Min Hyung. “Ha Neul ayarlamış her şeyi, mecburen gitmek zorundayım!”

“Yaa! Hepimiz Jun Suh’ya destek olacağız bu gece! Hatta hiç durmadan sms atacağız hazır olun, gecenin birincisi olmazlarsa benden çekeceğiniz var!”

Byeol de Min Hyung da karşılarındaki bu heyecanlı kıza şaşkınlıkla baktılar. Onu dinlemeleri şarttı belli ki:)

Kapıdan giren Tae Woo çocuklara selam verip ofisine geçerken Byeol’e dönüp:

“Jun Suh’yu gördüm gazetede” dedi. “Civcive dönmüş velet ahaha!” Adam kahkayı patlatmıştı dayanamadan.

“Babaaa! Yaa!!”

“Çok yakışmış çook!”

Adam gülerek ofisine girdi. Ha Neul hemen peşinden koşup adamı yakaladı:

“Babaa!! Hani beni bu yaz Amerika’ya göndereceğini söylemiştin ya! Bu yaz değil de şimdi gitsem hem…”

İkili içeri girmişlerdi bile. Birkaç saniye sonra Ha Neul odadan kafasını çıkartıp Min Hyung’u yanına çağırdı. O da gülerek kızın peşinden içeri girdi. Byeol ise hala kendi kendine konuşuyordu:

“Civciv haa? Oyy kıyamam!!”

Çaktırmasa da Jun Suh’nun yeni tarzı onun da hoşuna gitmişti.

*

Sonunda SNSD sahneye çıkmıştı. Bunlardan hemen sonra “Pick The Stars” sahnede olacaktı!

Byeol Ha Neul’ın kulağına eğilip:

“Şu kızlara baksana!” dedi. “Jun Suh artık şovlarda, programlarda hep bunlarla takılacak değil mi? Off lanet!!”

“Jun Suh senden başkasına bakmaz merak etme:)”

Byeol kıskanç gözlerle sahneye döndü tekrar. Bu 9 kız bir an önce insin istiyordu.

Ve beklenen an geldi. Sunucu kız ve erkek sahneye çıkıp konuşmaya başladılar:

“Şimdi de karşınızda yepyeni bir grup! Aylardır hazırlanıyorlar ve eminiz ki bizlere harika bir albüm ve harika bir performans hazırlardılar. “Pick The Stars” ve çıkış parçaları “Marry Me” huzurlarınızda!!”

FT Island-Marry Me

Jun Suh, arkasında da Jae Suk ve Jung Woo birden sahnede belirdiler. Hepsi bembeyaz giyinmişlerdi. Jae Suk saçlarını boynuna kadar uzatmış, Jung Woo ise rengini açtırmıştı. Üçü de hiç olmadıkları kadar havalı görünüyorlardı bu gece. Bir anda tüm seyircinin ilgisini üzerlerinde toplamayı başardılar. Byeol ilk kez sesini duyduğu o geceyi hatırladı.. Evine gidebilmek için eline gitarı alıp boş sokakta yankılanan o güçlü sesiyle söylediği şarkıyı.. Daha o gün bu çocuğun büyük bir star olacağını hayal etmişti, bu seste aşk vardı çünkü.. Ha Neul da aynı şekilde Skullbar’da ilk kez Jun Suh’yu dinlediği günü hatırladı birden. Mutsuzluğun dibine vurduğu o gün nasıl da ilaç gibi yarasını iyileştirmeye çalışmıştı bu küçük çocuk.. Bunca zaman onun sayesinde ayakta kalabilmişti.. Yaşlı gözlerini sahneden ayıramıyordu şimdi..

Alkışlar ve çığlıklar eşliğinde performanslarını tamamlayıp sahneden indi Pick The Stars.

Tüm gruplar sahneye çıktıktan sonra oylama başladı. Ha Neul, Byeol, Min Hyung, Jung Suh hatta evde programı televizyondan izleyen babaanneleri bile kanalı sms yağmuruna tutmuşlardı.

Oylama tamamlandı. Sunucular tekrar sahneye çıkıp sonucu açıkladılar:

“Şimdi sıra gecenin galibinde! Yepyeni albümleriyle siz dinleyicilerin kalbini kazanan taze grubumuz Pick The Stars! Çıkış parçaları “Marry Me” ile gecenin birincisi!!

Grup neşe içinde sahneye fırladı. Oldukça şaşkındılar aynı zamanda. İlk gecelerinde birincilik hiç bekledikleri bir şey değildi!

Grup lideri Jun Suh önce ufacık bir teşekkür konuşmadı yaptı.

“Şimdi grubumuz şarkılarını sizler için bir kez daha seslendirecek!” dedi sunucu kız. Eline mikrofonu alan Jun Suh herkesi şaşırtarak bir adım öne geçti ve:

“Önce bir şey söylemek istiyorum izninizle” dedi. “Ben bu şarkıyı yazarken tüm sevgimi, aşkımı kattım içine. O an tek hayal ettiğim şey bu şarkıyı sevdiğim kıza, yıldızıma söylemekti. O günün hayaliyle çalıştım sadece. Ve bugün burada, herkesin gözleri önünde, yıldızımın gözlerine bakıp bu şarkıyı söylemek istiyorum: “Marry marry marry meee!!!” Bir ömür boyu yanımda olur musun Lee Byeol? Benimle evlenir misin?”

Herkes şaşkın bakışlarla Jun Suh’nun baktığı yere dönmüştü. Byeol çok şaşırmıştı, ona bakan yüzlerce insan yoktu sanki, sahnede ona evlenme teklifi eden bu tatlı sarışınla ikisi yalnızdılar..

“Evet” deyip başını salladı yaşlı gözlerini silerken. “Milyonlarca kez evet..”

Salon bir anda alkış ve çığlık sesleriyle doldu. Sunucular dahil herkes şaşkınlıktan ne yapağını bilemez haldeydi. Kendine gelen kız mikrofonu eline aldı:

“Evet, programımız tarihinde hiç karşılaşmadığı bir olaya tanıklık etti! Sahnede inanılmaz romantik bir evlenme teklifi izledik sayın seyirciler! Bakalım bundan sonra neler olacak? Reklamlardan sonra göreceğiz!”

Reklam girer girmez Byeol etrafında toplanan insanları yara yara kulise doğru koşmaya başladı. Aynı anda Jun Suh da kargaşadan istifade ederek iç tarafa geçmişti bile. İkili boş koridorda buluştular. Kelimeler gereksizdi sanki.. Byeol inatla akmakta olan gözyaşlarını bir kez daha sildi.

“Demek bir ömür yanında olmamı istiyorsun..”

Jun Suh bir adım daha yaklaştı kıza:

“Hem de sonsuza dek!”

İkili sımsıkı sarıldılar.

“Ama biz evlenemeyiz ki..” dedi Byeol çocuğun omzunda. “En az 5 sene evlenme yasağın var unuttun mu? Neden yaptın bunu?”

“Seni ne kadar çok sevdiğini herkes bilsin istedim.. Birbirimizi sevmemiz için imzanın, demir bir halkanın hiçbir öneminin olmadığını, ne olursa olsun, ne yaşarsam yaşayayım kalbimin sonuza dek senin için atacağını bilsinler istedim..”

“Ben de seni tüm kalbimle seviyorum kalp hırsızım..” dedi Byeol.

“Seni hep seveceğim..” dedi Jun Suh.

Ardından kızı öpmeye başladı. Hayatlarının en anlamlı öpücüğüydü bu..

İlk ayrılan Jun Suh oldu.

“Hadi bakalım, reklamlar bitmek üzeredir. Şimdi tüm ülkeye güzel sevgilimi tanıtma zamanı!”

Jun Suh kızı kolundan çekip sahneye doğru götürürken Byeol panik içinde söyleniyordu:

“Yaa! Jun Suh-ah!! Saçımı yaptırmadım, kıyafetim de çok salaş, kahretsin ne yapacağım ben!!”

“Senin her halin güzel sevgilim!!”

İkili neşe içinde koridorun ucunda kayboldular. Milyonlarca seyirci merakla ikisini bekliyordu şimdi..

Asıl hikaye yeni başlıyordu…

-SON-

Başka bir kızın kalbini çalmaya çalışırken rotasını kaybeden tatlı Robin ile hiç hesapta olmadığı halde kalbini çaldıran acemi intikam meleği Byeol’ün hikayesini okuduk hep beraber.  İlk bölümden bugüne dek sıkılmadan hikayemi okuyan, yorumlayan, bir sonraki bölümü yazmam için beni cesaretlendiren herkese çok teşekkür ediyorum. Sevgili makinosev, hikaruivy, oh yoon joo, nomuyeppudaa, Selin, hayalmiyim, nomusan, Gaye, NK, harmony, eskaymak, winpohu, Merve ve şu an aklıma gelmeyen tüm arkadaşlarım yorumlarınıza sağlık.. Yeni hikayelerde görüşmek üzere kendinize çook iyi bakın^^

Genel içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 16 Yorum

16. Bölüm: Onun üzülmemesi için her şeyi yapacağım..

City Hunter-Cupid 

Byeol yüzüne vuran güneş ışığıyla birlikte ağır ağır yatağından doğruldu. Okul olmayınca erken kalkmak bir kat daha zor geliyordu sanki, tüm gün uyumak istiyordu.. İsteksizce yataktan çıkıp hazırlanmaya başladı, sonra sessizce evden çıktı, tabii her sabahki gibi bu sessizlik uzun sürmedi:

“Günaydınn!!”

Byeol tam burnunun ucuna doğru uzatılmış olan bir demet papatya ile arkasında tüm tatlılığıyla ona bakıp gülümseyen Jun Suh’nun yüzünü görünce çocuğun yanağına küçücük bi öpücük konduruverdi:

“İşte şimdi aydın bir gün oldu!”

Tam bu anda yukarı kattan aşağı inen Jung Suh ikiliyi görüp kıkırdamaya başladı, bahçe kapısından çıkarken:

“Songsengnim’in teselliye ihtiyacı varsa bana haber ver unnii!! Aaaah ah!”

Jun Suh en kızgın bakışıyla kıza bakarken kardeşi kaçmıştı bile..

İkili gülerek bahçeden çıkıp yokuştan aşağı inmeye başladılar.

“Benim yüzümden erkenden kalkmak zorunda kalıyorsun” dedi Byeol. “İşe tek başıma da gidebilirim..”

Jun Suh kızmış gibi yapıp:

“Yaa!” diye bağırdı. “Günümün en güzel anları bu saatler, onları da elimden almayacaksın herhalde!”

“Ama beni alıştırıyorsun” dedi Byeol. “Sen çalışmaya başlayınca ne yapacağım sonra? Albüm sürecinde çalışma kamplarına sokuyorlarmış çocukları, aileleriyle bile görüştürmüyorlarmış..”

Jun Suh tüm bunları zaten biliyordu, birkaç hafta içinde çalışma kampına gitmek zorundaydı.. Ama bunu hiç umursamıyormuşcasına:

“Bir yolunu bulur kaçarım ben merak etme” dedi gülerek. “Ama.. Ayrılık kaygısı şimdiden seni üzmeye mi başladı yoksa canın bir şeye mi sıkkın? Üzgün gibisin..”

Byeol gerçekten dalgın ve mutsuzdu bugün, Jun Suh onun gözlerindeki kederi görebilen nadir insanlardandı işte..

“Evet tadım yok..” dedi yalan söylemeye gerek duymadan.. “Bay Tae Woo ile konuşamadım ya bir türlü, aklıma takılıyor bu mesele, beynimi kemiren bir kurt gibi rahatsız ediyor beni..”

“Bu yüzden konuşmalısın işte” dedi Jun Suh. Byeol’ün yüzünü ise daha derin bir hüzün kapladı:

“O kadar kolay değil Jun Suh-ah.. Korkuyorum..”

Jun Suh olduğu yerde durup kıza döndü:

“Oysa korkmana hiç gerek yok.. Eğer bay Tae Woo seninle olumlu, makul bir şekilde konuşursa ne söyleyeceğin sana kalmış, kalbin ne yapmak istiyorsa öyle davran.. Ama seni terslerse ya da seni üzecek bir şey söylerse de sakın üzülme Byeol-ah.. Baba olmak demek bir çocuğu sadece dünyaya getirmek demek değil ki.. O adam öyle bir şey yaparsa senin baban olmayı hak etmiyor demektir zaten, üzülmene bile değmez yani..”

Günlerdir kafası bu meseleyle dolu olan Byeol’ün gözleri dolmuştu bile..

“Hem..” diye devam etti Jun Suh. “Ben yanındayım.. İstersen birlikte konuşalım, konuşurken elini tutayım ha?”

“Olmaz” dedi Byeol. “Bu çok hassas bir mesele Jun Suh-ah.. Onunla yalnız konuşmalıyım.. Senin varlığın bana öyle büyük bir güç veriyor ki, hep yanımdasın zaten..”

Byeol yaşlı başını Jun Suh’nun göğsüne yasladı, ona her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardı..

***

My Fair Lady- Helpless Love Inst.

Kafe bugün diğer günlere kıyasla oldukça tenhaydı, böyle olması iyiydi de, akşam bir doğum günü kutlaması vardı ve tüm çalışanların hazırlık yapmaları gerekiyordu. Byeol saatlerdir gözleri yolda bekliyordu, bay Tae Woo ile konuşmaya karar verdiği bu günde adam neden bir türlü gelmek bilmiyordu ki??

Sonunda geldi, ama yalnız değildi.. Yanında Min Hyung da vardı..

Min Hyung elinde bantlarla duvara “Saeng il Chukhae Hae Ri!!” afişini asmaya çalışan Byeol’ü görünce bir an olduğu yerde kaldı, sanki onun burada çalıştığını unutmuştu, ya da hiç bilmiyor gibiydi.. İnsan beyni düşünmek istemediği şeyleri nasıl da kolayca bastırabiliyordu..

“Oo doğum günü vardı bu akşam değil mi?” dedi Tae Woo girer girmez.. Sonra Byeol’ün elindeki afişe bakıp:

“Senin boyun onu asmaya yetmez kızım..” dedi. “Min Hyung evladım birlikte assanıza zahmet olmazsa..”

Min Hyung hiç beklemeden Byeol’ün yanına doğru yürümeye başladı. Sonra yavaşça:

“Sen bana bantı uzat, ben afişi asayım..” dedi ve sandalyenin üzerine çıktı. Bunları söylerken öfkeli ya da nefret dolu bir insan tavrından o kadar uzaktı ki, Byeol ona bir kez daha hayran oldu. O olsa kendisini bu şekilde terk eden bir kıza en azından bir bakışıyla olsun dersini vermek isterdi.

Afişi asarken hiç konuşmadılar, Byeol söyleyecek tek kelime bulamıyordu, Min Hyung ise en çekici sessizliğiyle işine odaklanmıştı..

“Oldu mu?” diye sordu birden. Byeol onun hareketlerine öylesine dalmıştı ki birden sıçrayarak kendine geldi ve bir o kadar da utandı. Resmen adamı süzüyordu..

“Çok.. Çok güzel oldu..” dedi kekeleyerek.

“Tamam” dedi Min Hyung yavaşça gülümseyerek. Sanki hiçbir şey olmamıştı, sanki aralarında hiçbir şey geçmemişti.. Byeol ne diyeceğini bilemiyordu..

Min Hyung sandalyeden inerek masalardan birinin üzerine bıraktığı çantayı eline aldı be Tae Woo’nun ofisine doğru yürüyerek:

“Ben çıkıyorum..” dedi. Tae Woo:

“Bir kahve içseydin..” diyemeden çocuk çıkış kapısına yönelmişti bile.. Onu geçirmeye gelen Tae Woo yavaşça kulağına:

“Ha Neul ile ilgilendiğin için çok sağol evlat..” dedi. “Çok mutsuzdu, çok kötüydü bu aralar.. Son zamanlarda yine eskisi gibi bir arada olmanız ona nasıl iyi geliyor bilemezsin. Yeniden hayata döndü sanki.. Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum..”

Min Hyung sadece gülümsemekle yetinse de içinden:

“O da beni hayata döndürdü aslında..” diyordu..

Sonra çıkıp gitti. Ardından bir süre bakakalan Byeol daha fazla dayanamayıp dışarı fırladı ve koşarak ona yetişti. Min Hyung arabasına binmek üzereyken Byeol’ün omzuna dokunmasıyla arkasını döndü, şaşırmıştı.. Hiç bir şey söylemeden kızın yüzüne baktı, Byeol ise nefes nefeseydi..

“Kang Min Hyung-sii.. Ben.. Ben sadece teşekkür etmek istedim.. Tüm yaptıklarıma rağmen beni kıracak tek kelime etmediğin için.. Kalbini hiç düşünmeden kırdığım halde beni hiç kırmadığın için.. Haketmediğim kadar iyi bir insan olduğun için.. Çok teşekkür ederim..”

Byeol cevap beklemeden dönüp gitmeyi düşündü bir an, ama Min Hyung buna fırsat vermeden:

“Ben de teşekkür ederim..” dedi. “Gözlerimi biraz olsun açtığın için..”

Byeol’ün bu cevaba karşı gülümsemekten kendini alamadı. Tam arkasını dönmüş gidecekken:

“Bir şey daha var..” dedi Min Hyung.. “Son bir şey söylemek istiyorum sana. Kendinle daha fazla mücadele etmemelisin. Bu mücadele hem seni yorar hem de etrafındakilere zarar vermene neden olur. Kendini daha fazla yıpratmaman senin için en iyisi Lee Byeol..”

“Bu mücadeleye son veriyorum..” dedi Byeol. “Hemen şimdi..”

Sonra hiç düşünmeden kafeye doğru koşmaya başladı. Min Hyung’un sözleri ona güç vermişti..

İçeri girer girmez Tae Woo’nun ofisine yönelse de adamın misafirinin olduğunu gördü.

“Patronun arkadaşı geldi” dedi müdür Choi. “Sen girip ne içeceklerini sor.”

Byeol sakin olmaya çalışıp derin bir nefes aldı, yıllarca beklememiş miydi? Bir 10 dakika daha bekleyebilirdi herhalde..

*

 CYHMH-Only You Can Hear

Byeol kahveleri götürdüğünde bir yandan da adamı incelemeye başladı. Tae Woo’nun yaşlarındaydı ve oldukça neşeli görünüyordu:

“Ben hep aramızda en son Tae Woo evlenir derdim, Nam Song Lisesinin en hızlı çapkınını çok erken kaybettik yau ahahah”

“Eee aşk böyle bir şey” dedi Tae Woo. “Ona bakarsan bana da sen ve Song Jin’in evleneceğini söyleseler gülerdim. Siz ne çok kavga ederdiniz hey gidi günler!!”

“Ne demiş bir Türk atasözü: Büyük aşklar nefretle başlar!! Bu şarkıcı çocuk var ya Moon Jee o söylemişti geçen gün Strong Heart’ta, benim kız bayılıyor ona sorma:)”

“Şu süt reklamlarındaki çocuk o değil mi ahaha:)”

İki adam böyle neşe içinde sohbet ederken Tae Woo bir an durup masasının çekmecesinden bir fotoğraf çıkardı:

“Bak! Bu fotoğrafı hatırlıyor musun? Futbol turnuvasının olduğu gün çekinmiştik..”

“Aaa evet.. Vay bee herkes de var, Gae In, Hyo Joo, Tae Joong, Min Ah..”

Adam eline aldığı resmi incelerken konuşmaya devam etti:

“Min Ah’yı gördün mü hiç? Yani okuldan sonra?”

Byeol olduğu yerde kalakaldı bir an. Bu adam neden annesini sormuştu ki şimdi?

“Yoo” dedi Tae Woo umursamaz bir şekilde. “Hiç görmedim..”

“Çok acayip.. O zamanlar sizin ayrılabileceğinizi asla düşünmezdim.. Nasıl desem.. Min Ah sensiz yaşamazdı sanki, ölürdü.. Sana nasıl bağlıydı bir hatırlasana..”

“Hangi kız bana bağlanmadan mezun oldu ki.. Öldüren cazibe Tae Woo duruyor karşında oğlum!!”

“Orası öyle, bu konuda üstüne tanımam..”

“Ama haklısın” dedi Tae Woo. “Hala liseden gördüğüm tüm arkadaşlar bana Min Ah’yı soruyor, evlendiğimizi falan düşünüyorlar hatta..”

“Ben de öyle sanıyordum, haklılar..”

Tae Woo yüzünü buruşturdu:

“Saçmalık..”

Tam bu sırada kahveleri servis eden Byeol bir an duyduklarına şaşırıp içeceğin bir kısmını gömleğine döktü. Kızın yandığını zanneden Tae Woo hemen mendille gömleğini silip:

“Git hemen su tut koluna..” dedi ve kızı ofisindeki lavaboya gönderdi. Byeol ise hala şaşkındı, bu odadan gitmek istiyordu, bu adamların konuşmalarını duymak istemiyordu. Ama bir yandan da Tae Woo’nun kafasındakileri öğrenmesi için onları dinlemesi gerekliydi..

Açtığı çeşmeden dökülen su sesine, aralık kapıdan duyulan sesler eşlik etti:

“Şu dünyada belki de evlenebileceğim son kadındı Min Ah.. O kız.. Bana bağımlıydı, aşk değil hastalıktı onunkisi.. Bazen beni öyle yoruyordu ki.. O günleri hatırlayınca kabus gördüğümü düşünüyorum..”

“Min Ah iyi kızdı yaa.. Seni de çok seviyordu..”

“Ben kötüydü demiyorum zaten.. Ama.. Nasıl anlatsam.. Zehirli bir sarmaşık gibiydi.. Beni de zehirliyordu.. O gidince nefes almaya başladım sanki..”

Byeol bundan sonraki konuşmaları duyamadı, kulakları çınlıyor, başı dönüyordu. Olduğu yerde çöküp başını ellerinin arasına aldı.

“Byeol kızım iyi misin? Doktora götürelim seni istersen?”

Byeol Tae Woo’nun söylediklerini zar zor anlamaya çalışıp ayağa kalktı. Yavaşça ofise geçip:

“Ben doktora gitsem iyi olacak..” dedi ve karşısındakilerin ne dediğini dinlemeden kendisini dışarı attı. Sonra hiç beklemeden montunu giyip kafeden çıktı. Tüm konuşmalar kulaklarında çınlıyordu. “Zehirli bir sarmaşıktı.. Beni zehirliyordu.. Kabus gibiydi.. Kabus..”

Tam yanında acı bir frenle durmak zorunda kalan arabayı fark edince kendine geldi. Dalgınlıktan az daha canından olacaktı!!

Daha fazla yürümeden kaldırıma oturdu. Kulaklarının çınlaması bir türlü geçmek bilmiyordu. Kafasında sürekli Tae Woo’nun sözleri yankılanıyordu..

Dayanamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.. Bağıra bağıra, şehrin tüm gürültüsünün ve kalabalığının ortasında kalbinin tüm zehrini dökercesine ağlıyordu şimdi..

***

Emre Aydın-Soğuk Odalar 

Jun Suh sabah erkenden yapım şirketine gitmiş, Bay Seo ile son detayları konuşmuştu. Birkaç hafta içinde çalışmalara başlayacaklardı. Ayrıca Jun Suh’nun ailesinin de daha iyi bir semtte, daha iyi bir eve taşınması gerekecekti. Jun Suh hayatında yepyeni bir sayfanın açıldığını her an daha da iyi anlıyordu. Neyse ki şirketi, çalışanlarını köle gibi kullanan diğer şirketlere benzemiyordu. “Sevgilin olmayacak, Bizden habersiz adım atmayacaksın!” gibi anlaşma hükümleri yoktu mesela sözleşmelerinde. Bunlar her ne kadar Jun Suh’yu rahatlatsa da daha yeni kavuştuğu Byeol’den ayrılmak ona çook zor geliyordu..

Bahçeye girdiğinde dikkatini çeken ilk şey Byeol’ün evinin ışıklarının kapalı olmasıydı. Bu saate kadar gelmiş olması gerekirdi oysa ki.. Gidip kapısını çaldı, bir kez daha.. Bir kez daha.. Açılmıyordu işte.. Çıkıp babannesine Byeol’ü görüp görmediğini sordu ama kadının hiçbir şeyden haberi yoktu. Panikten telefon etmeyi bile akıl edemediğini fark edince sakinleşip hemen kızı aradı. Telefonu kapalıydı!

Kafeye gitmeye karar verdi. Koşa koşa Jae Suk’un yanına gitti ve çocuğun motorunu alıp gaza bastı. Ama Byeol kafede de değildi. Kafedekiler öğlenden sonra kızın elinin yandığını ve doktora gittiğini söylediler. Jun Suh duyduklarından sonra iyice panik olmuştu, saatler önce doktora giden kız nasıl olur da bu vakte kadar ortaya çıkmazdı! Yolda bayılmış mıydı? Başına bir şey mi gelmişti??

Son çare olarak hiç yapmak istemediği bir şey yaptı ve Min Hyung’u aradı. Bir ihtimal onun yanında olabilirdi!

Min Hyung Byeol’ün yanında olmadığını söyleyip telefonu kapattığında Ha Neul da yanındaydı. Çocuğun yüzünün birden bozulduğu hemen fark etti.

“Byeol eve gitmemiş..” dedi Min Hyung açıklamak için. “Arkadaşınız.. Han Jun Suh.. Onu merak ettiği için beni aramış..”

“Kafededir” dedi Ha Neul sakin bir biçimde. “Ara tatilde tam gün çalışıyor herkes..”

Min Hyung kızı duymuyordu sanki. Byeol’ü en son gördüğü o an aklına geldi birden. Bay Tae Woo ile konuşmaya gitmişti, umutluydu, heyecanlıydı.. Acaba aralarında nasıl bir konuşma geçmişti? Byeol neden birden ortadan kaybolmuştu? Yoksa bay Tae Woo onu üzecek şeyler mi söylemişti?

Kafasında dönen tüm bu fikirleri gizlemek istercesine Ha Neul’a gülümsemekle yetindi. Bu küçük kız her şeyin ne kadar da dışındaydı..

Jun Suh bitap bir halde evin bahçesine girdi. “Nerede bu kız nerede??” diye kendi kendine söylenirken merdivenlerdeki karaltıyı gördü. Byeol orada öylece oturuyordu..

Jun Suh hemen koşup kızın önüne çöktü, ellerinin arasındaki başını kaldırıp:

“Yaa Lee Byeol! Neredeydin?” diye bağırdı. “Neredeydin aptal kız ölüyordum az daha ölüyordum!!”

Byeol sessizdi, sadece derin bir iç çekti. Jun Suh tüm o karanlıkta kızın kızarmış gözlerini ve yüzünün o perişan halini fark etti.

“Neyin var?” dedi sesini alçaltıp. “Ne oldu canım anlat bana yalvarırım..”

“Eve girelim..” dedi Byeol oldukça kısık bir sesle. Jun Suh kızın uzattığı anahtarı alıp evin kapısını açtı, sonra Byeol’ü kucağına alıp yatağına yatırdı. Kız çok bitkindi..

Birkaç saat öylece beklediler. Byeol Jun Suh’nun dizine yatmış sessizce ağlıyordu sadece. Çocuğun pantolonunu çekiştire çekiştire ağlıyordu hem de..

“Ne dedi sana?” diye sordu en sonunda Jun Suh. “Kovdu mu seni? Azarladı mı? Anlat artık ne olursun..”

Byeol yavaşça doğrulup:

“Konuşmadık ki..” dedi. “Sanırım Tanrı onun iç yüzünü görmem için bir elçisini gönderdi bana. Her şey olduğu gibi gözlerimin önüne serildi bir anda..”

Ardından her şeyi anlattı. Aslında tüm duydukları 10 dakikalık bir konuşmadan ibaretti ama Byeol için her şeyin aslı demekti o sözler..

Jun Suh karşısındaki bu savunmasız küçük kıza sımsıkı sarıldı.

“Ne konuşmuştuk seninle.. Üzülmek yok.. Ben varım yanında.. Annen var, seni çok seven bir baban var.. O adama ihtiyacın yok tamam mı?”

“Ama o sözleri sindiremiyorum..” dedi Byeol. “Annem tüm yaptıklarına rağmen hala onun hakkında tek bir kötü söz etmiyor biliyor musun? Ben kötü bir şey söylesem engel oluyor, gözleri hala o adama karşı aşkla dolu.. Ama o.. O neler dedi..”

Jun Suh yine ağlamaya başlayan kızın başını göğsüne yaslayıp onun en sevdiği şarkıyı mırıldanmaya başladı. Kızın iç çekişleri dinene kadar da susmadı. Gözlerinin kapandığını hissedince:

“Geçecek” dedi. “Ben hep yanındayım..”

Sonra yavaşça kızı yatağına yatırdı. Onu her ne kadar teselli etmeye çalışsa da yaşadığının ne kadar zor bir şey olduğunu anlıyordu.. Ve o ağladıkça sanki kalbine bir bıçak saplanıyordu, istiyordu ki Byeol hiç üzülmesin, hep gülsün..

“Onun üzülmemesi için her şeyi yapacağım..” dedi kendi kendine. Sonra yavaşça kızın yanına uzandı..

***

Ft Island-Cling 

Diğer gün yanağına konan sımsıcak bir öpücükle uyandı Jun Suh.

“Uyan artık..” dedi Byeol gülümseyerek. “Dışarı çıkalım, biraz yürüyüp kahvaltı ederiz sonra..”

Byeol dün geceye göre gayet iyi görünüyordu. Jun Suh neşeyle yataktan fırladı. İkili el ele aydınlık günün tadını çıkarmak için dışarı çıktılar.

Byeol gülümsese de fazla konuşmuyordu. Jun Suh kızın aklından neler geçtiğini merak ediyor ama bir şey sormak istemiyordu.

Yol üzerinden kimbap alıp yürüye yürüye Byeol’ün ilk kez Jun Suh’yu gördüğü köprüye vardılar.

“Burada oturalım..” dedi Byeol. “Uzun zamandır gelmiyorduk buraya değil mi?”

Jun Suh tanıştıkları günleri hatırladı birden, neler neler geçmişti başlarından tüm bu sürede..

Sessizce yemeklerini yediler. Jun Suh en sonunda dayanamayıp:

“İyisin değil mi?” dedi.

Byeol daldığı derin düşüncelerden uyanıp:

“İyiyim..” dedi. “Aslında seninle bir şey konuşmak için geldim buraya. Çünkü sana söz verdim. Artık senden hiçbir şey gizlemeyeceğim. Ne olursa olsun..”

Sonra derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti:

“Ben.. Dün gece hiç uyuyamadım, düşündüm.. Sadece düşündüm.. Ve bir karar verdim.. O adama yaptıklarını ödeteceğim Jun Suh-ah.. Anneme ve bana yaptıklarının bedelini ödeyecek..”

“Yapma..” dedi Jun Suh. “Yine öfkeyle karar veriyorsun, sonra pişman olacaksın..”

“Hayır” dedi Byeol. “Çok düşündüm, eğer bunu yapmazsam bir daha asla mutlu olamayağım Jun Suh-ah, bir daha asla gülemeyeceğim biliyorum. Tek bir darbeyle ondan intikamımı alacağım ve sonra her şey bitecek. Bir daha o adamın adını bile anmayacağım..”

“Ne desem boş” dedi Jun Suh. “Sen kararını vermişsin.. Ne yapacaksın peki? Nasıl bir intikam alacaksın ondan?”

“Anlatacağım ama sakın beni vazgeçirmeye çalışma olur mu? Çünkü vazgeçmeyeceğim, asla, ne olursa olsun..”

Jun Suh “tamam” anlamında başınmı salladı.

“Kredi borcu var..” dedi Byeol. “Bu krediyi alabilmek için biricik karısının anılarıyla dolu olan evini ipotek ettirmiş. Yani tek bir taksidi ödemese ev elinden gidebilir..”

Jun Suh planın ciddiyetinin farkına varmıştı, büyük bir ciddiyetle dinliyordu kızı..

“Son taksidi ödemesine 3 gün var. Para ofisindeki kasada. Çok büyük bir miktar para.. Ben.. O parayı o adamdan alacağım!”

Jun Suh inanamaz gözlerle bakıyordu kıza. Birden ayağa fırladı:

“Nasıl? Sen! Hırsızlık mı yapacaksın??”

“Yapacak birini bulurum elbet.. Önce o parayı kaybedecek, sonra da anılarını.. O da benim annemin mutluluğunu çalmadı mı? Bu yaptığım hırsızlık değil Jun Suh-ah.. Kısasa kısas.. Onun bizden çaldıklarına nazaran benim ondan alacağım para hiçbir şey inan bana..”

“Yapma!” diye inledi Jun Suh. “Bu çok tehlikeli.. Sen ne anlarsın hırsızlıktan.. Kime güvenebilirsin, aptallık etme yalvarırım..”

“Ama sonra her şey bitecek” dedi Byeol en sakin haliyle. “Tüm öfkemden, nefretimden kurtulmuş olacağım, yoksa içimde bu acıyla yaşayamam, kendim de mutsuz olurum seni de mutsuz ederim inan..”

Jun Suh köprünün korkuluklarına dayandı, ne diyeceğini bilemiyordu. Bu kızı vazgeçirmesine imkan yoktu, bir şeyler düşünmeliydi, bir şey bulmalıydı hemen..

“Benim de bir şartım var o zaman..” dedi arkasına dönüp. “O parayı kasadan ben alacağım. Sen tüm hırsızların iyi kalpli Robin Hood gibi olduklarını sanıyorsan çok yanılıyorsun Lee Byeol, öyle tehlikeli adamlarla tehlikeli işler yapmana izin vermeyeceğim. Bu işte birlikteyiz..”

“Asla!” diye bağırdı Byeol. “Asıl sen bundan sonra tehlikeli işlere giremezsin.. Yakında albümün çıkacak, seni böyle bir şeyin içine nasıl sokarım??”

“Umrumda değil! Ya bu işe benimle gireceksin ya da sen de vazgeçeceksin bu planından!”

“Beni çok zor bir durumun içine sokuyorsun Jun Suh-ah.. Ya yakalanırsan.. Geleceğini ellerimle mahvetmemi mi istiyorsun?”

Jun Suh sesini iyice yükseltti:

“Senin için söylemesi ne kadar kolay!! İnsanlar 3 kuruş için neler yapabilir bilmiyorsun! Kime nasıl güvenebilirsin? Hem.. Bu benim ilk kasa hırsızlığım olmayacak.. Korkmana gerek yok..”

Byeol çok zor bir durumun içine düşmüştü şimdi, vazgeçse ömrü boyunca kendisinden nefret edecekti, devam etse en sevdiğini ne durumlara soktuğunu düşünüp kendini heba edecekti..

“Tamam..” dedi gözleri dolu dolu. “Biliyorum benden nefret ediyorsun ama.. Bunu yapmak zorundayım.. Özür dilerim.. Özür dilerim Jun Suh-ah..”

Jun Suh kızı kendine çekip sımsıkı sarıldı:

“Senden nefret etmiyorum aptal! O gülen yüzünü görebilmek için her şeyi yaparım bunu bilmiyor musun?”

“Biliyorum..” dedi Byeol sessizce. “Biliyorum..”

***

Big Bang-Blue 

İkili kasa hırsızlığı meselesini birkaç gün daha tartıştılar. Byeol Jun Suh’yu düşünüp sürekli vazgeçme aşamasına geliyor, Jun Suh ise albüm çalışmalarına başlamadan bu meseleyi halletmek istiyordu. Çünkü biliyordu ki bu gözü kara kız aklına koyduğu şeyi elbet bir gün yapardı..

Sonunda detaylıca konuşup bir plan yaptılar. Jun Suh, Byeol’e verdiği söz yüzünden kaldırdığı tüm aletlerini tekrar ortaya çıkardı. Maskesini, sırt çantasını da alıp işe çıkmaya hazır bir hale geldi..

Byeol ise gerginlikten ölecek gibi hissediyordu kendisini.. Kafenin anahtarının yedeğini çoktan yaptırmış ve Jun Suh’ya vermişti bile, çocuğun tek yapacağı kapanma saatini beklemekti.

En son Tae Woo’nun çıkmasıyla kafe kapandı. Byeol her ne kadar yanında olmak istese de Jun Suh “Sen beni bekle” diyerek yanında olmasına izin vermemişti. Byeol doğruca eve gitti. Jun Suh ise vakti geldiğinde saklandığı yerden çıkıp kafeye yöneldi ve kapıyı rahatça açıp içeri girdi.

Her ne kadar yüzünde maskesi olsa da girer girmez ilk yaptığı şey kameraları bir kumaş parçasıyla kapatmak oldu. Sonra ofise yönelip Byeol’ün yaptırdığı diğer bir anahtarla içeri girdi. El feneriyle aydınlatmaya çalıştığı odada birkaç saniye içinde sandalyeyi görüp kenara çekti. Kasa sandalyenin tam arkasındaydı!

Jun Suh gerekli aletleri dışarı çıkardı. Kasanın şifresini bilme ihtimali olabilir miydi acaba? Bay Tae Woo kızına çok düşkündü, şifre muhtemelen onunla ilgiliydi.

Jun Suh Ha Neul’un doğum gününü hatırlamaya çalıştı. Neler olmuştu onun doğum gününde?? Tam 1 gün sonra Byeol alt katlarına taşınmıştı. Hangi gündü o? 20 Ekim’di. Demek ki Ha Neul’ın doğum günü de 19 Ekim’di. Bu kız 1. sınıfta olduğuna göre doğum yılı da tahmin edilebilirdi..

Jun Suh yapabildiği tüm tahminleri yaptı:

19101991

19911910

10191991

101991

911019

911910

Kasa birden açıldı! Jun Suh şifreyi bilmişti!

Elini kasanın içine soktuğunda deste deste paraları hissetti. O an kendinden nefret ediyordu. “Ben hırsız değilim!” dedi içinden. Gözlerinin önünden anne babasının yüzü geçiyordu, ikisi de çok mutsuzdu, hayal kırıklığına uğramışlardı..

Tüm bunları bir kenara bırakıp paraları çantasına doldurmaya başladı. Sonra koşar adımlarla kafeyi terk etti.. Jae Suk’un motoruna binip gaza bastı!

Arkasında bir çanta dolusu para olduğunu ve o parayı elleriyle çaldığını düşündükçe çığlık atmak geliyordu içinden! O ev Ha Neul için ne kadar önemliydi, eğer kaybederlerse kimbilir ne kadar üzülecekti.. Onun ne suçu vardı ki hem? Böyle bir cezayı hak edecek ne yapmıştı?

Eve vardığında bahçede gözü yollarda onu bekleyen Byeol’ü gördü. Kız tek kelime etmeden motora bindi, ikili köprüye varana kadar tek kelime etmediler..

Artık yalnızlardı, Byeol telaş içinde motordan indi. Jun Suh motorun arkasındaki çantayı eline alıp kıza gösterdi. Byeol ne tepki vereceğini bilemedi sanki, ne bir mutluluk ifadesi vardı yüzünde, ne acı, ne hüzün. Tepkisizdi..

“Özür dilerim..” dedi sadece. “Seni nasıl bir şeye maruz bıraktım böyle??”

“Her şey bitti..” dedi Jun Suh. “Artık arkamıza bakmayacağız, sen de hemen yarın işi bırak. Tertemiz bir sayfa açalım hayatımızda..”

Byeol bir türlü rahatlayamıyordu:

“Sana yaptırdığım bu şey için kendimi asla affetmeyeceğim..”

Jun Suh elindeki çantayı kaldırıp kıza uzattı. Byeol bir adım geri çekilip:

“İstemiyorum..” dedi. “Sakın bana verme bu parayı, görmek bile istemiyorum.”

“Ne yapacağım ben bu çantayı peki?”

“Bilmiyorum.. Al, senin olsun! İstemiyorsan da nehre at hepsini! Bana verme yalvarırım!”

Byeol bunları söylerken nehri işaret ediyordu. Jun Suh ise duyduklarına inanamıyordu. Parayı nasıl nehre atabilirdi?

“Gidelim mi?” dedi Byeol sessizce. Jun Suh başka bir şey söylemeden çantayı motorun arkasına atıp oradan uzaklaşmaya başladı. Bu gece ikisi de ne hissedeceklerini ne söyleyeceklerini bilmiyorlardı..

***

Gripin-Onlar Yanlış Biliyor 

Byeol tüm gece gözünü bile kırpmamıştı. Yine aynı şey oluyordu, vicdan denen o aptal mekanizma yüzünden kendisini yiyip bitirmeye başlamıştı bile. Hem bu sefer en sevdiğini de oyunlarına alet etmek zorunda kalmıştı..

İşe gidip gitmemek konusunda da çok kararsızdı, hemen bugün işi bıraksa tüm şüpheleri üzerine çekecekti ama bir gün daha çalışmak istemiyordu orada. Ne olursa olsun bugün derslerini bahane edip işten çıkmak istediğini müdür Choi’ye söyleyecekti..

Çıktığında bir an gözleri Jun Suh’yu aradı, yoktu. Belki o da biraz yalnız kalmak istiyordu..

“Belki de benden nefret ediyor artık..” dedi kendi kendine. İçi sızlaya sızlaya durağın yolunu tuttu..

Kafe tam da beklediği gibiydi işte, herkes panik içinde oradan oraya koşuşturuyordu, her köşede bir polis vardı. Tae Woo hem öfkeliydi hem de yıkılmıştı sanki, bir köşede oturmuş düşünüyordu. Ha Neul ise muhtemelen evlerinin ipotek ettirildiğini öğrenmişti ki sürekli ağlıyor ve bağırıyordu. Byeol bu ortamda işten çıkmak istemenin aptallık olacağını düşüdü ve dişini sıkıp polislerin yanına geçti, kafe zaten kapalıydı bugün.

Polis soygunu tanıdık birinin yaptığını söylüyordu, kapılar kilitle, kasa da şifre girilerek girilerek açılmıştı. Tüm çalışanların teker teker ifadesi alındı. Tae Woo sürekli:

“Aynı kişi bu!” diyordu. “Geçen sefer de bilgisayar bilgilerimi çalıp tüm işimi berbat etmişti şerefsiz! Kim ulan bu herif kim??”

Polisler ifadeleri de aldıktan sonra kafeden ayrıldılar. Sadece çalışanlar ve Tae Woo ile Ha Neul kalmıştı.

“İçimizden biri olamaz!” diyordu Ha Neul. “Ne yani kafede bir ajan mı var? Kim için çalışıyor Allahım kafayı yiyeceğim!!”

“Bilmiyorum..” dedi Tae Woo. “Şu an tek düşündüğüm şey kredi taksidini nasıl ödeyeceğim. Bugün ödeme günü. 3 gün içinde borcu ödemezsem evimize el koyacaklar!”

Ha Neul çığlık çığlığa ağlamaya başladı:

“Hayır baba hayır, bir yolunu bulacağız, birinden borç alırız, evimizi kurtaracağız!!”

“Herkesten borç aldım zaten, kim para verir bana bu günden sonra? Bittim ben lanet olsun bittim!”

Byeol onun yüzündeki bu acıyı gördükçe söylediklerini hatırlamaya çalışıyor ancak bu şekilde ayakta kalıyordu, yoksa burada 1 dakika daha durmasına imkan yoktu.. Ama Ha Neul.. Ona karşı çok savunmasızdı işte..

Ha Neul Tae Woo’ya doğru eğilip:

“Baba..” dedi. “Bu meseleden oppama bahsetmeyelim olur mu? Bize acımasını, para vermeye çalışmasını istemiyorum, lütfen.. Ben bir yolunu bulacağım!”

Tae Woo cevap bile veremedi. Borç isteyebileceği kişileri düşünüyordu sadece, o evi kurtaracaktı!

3 gün boyunca kafe her gün polislerle dolup taşmıştı. Tae Woo hırsızı bulmaktan ziyade deli gibi borç arıyordu. Ama her kapıdan elleri boş dönmek zorunda kalıyordu. Ve 3 günlük süre yarın sabah dolacaktı..

Jun Suh ise 2 gündür evden hiç çıkmamıştı. Yatağının altında duran o kocaman para çantası onu öylesine rahatsız ediyordu ki, evden çıkar çıkmaz birinin çantayı bulacağını düşünüyordu. Adeta paranoyak olmuştu.

Byeol’ü de özlemişti üstüne üstük. Sanki ikisi de birbirinden kaçıyordu, saçma sapan bir durumun içine düşmüşlerdi..

“Bu akşam gidip onunla konuşmalıyım” dedi kendi kendine. “O da hiç iyi değil biliyorum..”

Bir anda telefonu çaldı, arayan Ha Neul’dı, buluşmak istiyordu..

Jun Suh’nun yüreği ağzına geldi, kanıt mı bırakmıştı yoksa arkasında? Ama öyle olsaydı kapısına çoktan polis dayanmaz mıydı? Bu telefonun soygunla ilgisi yoktu muhtemelen..

İkili yemek çadırlarından birinde buluştular. Ha Neul berbat görünüyordu, 3 gündür koşturmaktan, çabalamaktan ve ağlamaktan yorgun düşmüştü. Üstüne üstük sürekli içiyordu, şimdiden sarhoş olmuştu.

Olanları Jun Suh’ya anlattı, ya da anlatmaya çalıştı. Dili dolaşıyordu, tek söylediği şey:

“Annemi kaybettim”di. “Onu hissedebildiğim tek şeyi elimden alacaklar Jun Suh-ssi, ne yapacağım ben, nasıl yaşayacağım??”

Jun Suh işkence odasındaydı sanki, karşısındaki zavallı kız onun yüzünden nasıl büyük bir acı çekiyordu!

“Borç bulamaz mısınız?” dedi titrek sesiyle. Ha Neul sadece başını salladı.

“Kang Min Hyung..” demeye yeltenen Jun Suh’nun sözü ağzında yarım kaldı.

“Hayır..” dedi Ha Neul. “O bize çok yardım etti, yeter artık, bilmesin bu meseleyi..”

Bu Ha Neul’ın kurduğu anlamlı son cümleydi, sonra kendini tamamen kaybetti. Jun Suh daha fazla beklemeden kızı sırtına alıp evine götürdü. Evde kimse yoktu, kızın ççantasından anahtarını alıp yatağına yatırdı, gözlerindeki yaşı silip:

“Özür dilerim” diye fısıldadı. “Anneni kaybetmeyeceksin, korkma Ha Neul, buna izin vermeyeceğim!”

Ardından koşa koşa çıktı evden. Hemen eve gidip para çantasını aldı. Merdivenlerden inerken Byeol’ün açık ışığını görüp bir an kalakaldı:

“Özür dilerim sevgilim, daha fazla dayanamayacağım, beni affet..”

Daha fazla beklemeden motora binip 5 dakika içinde kafeye vardı. Müdür Choi’nin de kafeyi kapatmasıyla etraf tamamen sessizleşti ve Jun Suh hemen elindeki anahtarla kafenin kapısını açtı. Bu sefer geçen seferki kadar sakin değildi, elleri titriyordu.. Ofisin kapısını da açtıktan sonra elindeki çantayı masanın üzerine bıraktı, tam o anda birden odanın ışığı açıldı ve arkasından gelen sesle Jun Suh’nun nefesi kesildi:

“Yakaladım seni pis hırsız!”

Tae Woo elinde kocaman bir bıçakla tam arkasında duruyordu..

***

-16. Bölüm Sonu-

Genel içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 11 Yorum

15. Bölüm: Yanımda olur musun Park Ha Neul..

 You Are My Pet-Oh My Lady

Byeol gözlerinden akan son damlayı da sildi, artık ağlamayacaktı, artık pişman olacağı şeyler yapmayacaktı, şu an gözlerine bakarak şarkı söyleyen bu meleği mutlu etmek için elinden geleni yapacaktı sadece..

Jun Suh’nun performansı bitti. Byeol bir süre bekledikten sonra sıkılıp soyunma odasına gittiğinde Jun Suh’nun etrafının birkaç kızla çevrili olduğunu gördü.

“Bu ne hız!” dedi içinden. “Daha albümü bile çıkmadı:/”

Sonra derin bir nefes alıp bağırmaya başladı:

“Çagiyaaa!!! Hadi ama çok acıktım ben!!”

Kızlar ona döndüklerinde Byeol çoktan Jun Suh’nun koluna girmişti bile..

“Tamam..” dedi Jun Suh şaşkın bir ifadeyle. “Çıkabiliriz..”

Sonra kızlara dönüp veda etti ve ikili bardan çıktılar. Jun Suh şaşkınlığını atmış sırıtmaya başlamıştı bile.

“Bu ne böyle!” diye bağırdı Byeol. “Ben seni hep kızların kollarından mı çekip alacağım? Çapkın falan mısın sen yoksa?”

“Popülerim diyelim” diyerek sırıtmaya devam etti Jun Suh. “Popüler olmak gerçekten çok zor..”

Byeol hışımla dönüp Jun Suh’nun burnunu sıkmaya başladı:

“Yaa!! O masum kızların başına kötü şeyler gelsin istemezsin değil mi??? Söyle o popüleritene rahat dursun!”

Burnunu ovuşturan Jun Suh:

“Tamam tamam” dedi sızlanarak. “Sen ne cool bi kızdın yaa, bu yüzünü nasıl da sakladın benden..”

Byeol gülmemek için kendisini zor tutarak:

“Artık saklamıyorum gördüğün gibi, kısaca ayağını denk al” dedi.

Jun Suh kızın gülen yüzüne daldı bir an, elini daha bir sıkı tuttu, “Nasılsın” diye sormak istedi.. Byeol’ün yüzü gülüyordu, ama kalbi de  bir o kadar acıyordu belli ki.. Jun Suh yine de hiçbir şey sormamaya karar verdi, yaralı kalbini tedavi etmekten başka bir şey düşünmek istemiyordu..

Her zamanki gibi yemek çadırlarından birine girdiler. Byeol büyük bir iştahla yemeğini yerken Jun Suh karşısındaki TV’ye kilitlenmişti:

“Yaa! Kim Jae Joong fan meeting için Türkiye’ye gitmiş.. Dedem ne çok anlatırdı Türk dostlarını, küçükken ben de bir gün Türkiye’ye gitme hayalleri kurardım hep..”

“Benim de çok sevdiğim bir Türk arkadaşım var biliyor musun?” dedi Byeol. “Güney Kore – Türkiye Dünya Kupası maçında tanışmıştık, hala mektuplaşıyoruz hatta..”

Jun Suh gülümsedi:

“Woaa ne güzel.. Belki bir gün biz de gideriz birlikte ne dersin?”

“Kesinlikle gideceğiz..” dedi Byeol ağzındakileri yutmaya çalışırken. “Hem de öyle üç beş kişilik bir fan meeting için değil, koskoca bir konser vermek için gideceksin sen bence! Türkiye’de Koreli grupların çok popüler olduğunu duymuştum.. Seni de çok severler eminim..”

Kızın bu hayranlık dolu sözleri Jun Suh’yu adeta kendinden geçirmişti:

“Yıldızım beni en önden izlerse uzayda bile konser verebilirim..”

Byeol’ün yedikleri boğazına takıldı bir an, bunu söylemesini beklemiyordu çünkü.. Kalakaldı..

Jun Suh ise en sıcak gülümsemesiyle yıldızının yıldız gözlerine bakıyordu sadece..

*

Parmaklarının ucuna basa basa bahçeye girdiler. Tüm ışıklar kapalıydı, herkes çoktan uyumuştu.

“Hadi çık sen yukarı..” diye fısıldadı Byeol. Jun Suh ise en sevimli yüz ifadesini takınıp:

“Herkes uyumuştur” dedi. “İçeri girersem kesin uyandıracağım hasta kadıncağızı.. Oysa kalabileceğim bir yer olsaydı…”

“Yaa” diye bağıran Byeol kendine hakim olup sessizce:

“Saçmalama!” dedi. “Hem bir tanecik yatağım var zeten..”

“Daha iyi ya!” dedi Jun Suh gülerek. Byeol çocuğun kızarmış burnunu sıkıp:

“Çok beklersin..” dedi Jun Suh boynunu büküp merdivenlere çıkmaya yeltenirken. Onun büzülmüş dudaklarının tatlılığına dayanamayan Byeol:

“Hadi gel..” dedi. “Ama baştan kabul et yerde yatacaksın, sonra sabah olunca oram ağrıyor, buram ağrıyor deme bana!”

Jun Suh 5 merdiven birden atlayarak kızın yanına uçarken:

“Der miyim hiç!” dedi. “Sen var ya, bi tanesin!”

Byeol kapıyı açmaya çalışırken:

“Bu sevimli hareketlerinle beni baştan çıkarmaya çalışayım deme sakın!” diye söyleniyordu. Oysa baştan çıkmaya nasıl da meyilliydi!

Eve girdiklerinde Jun Suh kızın doğru söylediğini bir kez daha görmüş oldu, içeride gerçekten bi tanecik yataktan başka hiçbir şey yoktu!

“Önce sana bir yastık ve battaniye bulmalıyım” diyerek aranmaya başladı kız. Birkaç dakika sonra yere, kendi yatağının yanına küçük bir yatak yapmıştı bile.. Yastık olarak hırkasını, battaniye olarak da kabanını kullanmak zorunda kalsa da işe yarar bir yatak çıkmıştı ortaya.

“Şimdiii…” diye bağırdı Jun Suh’nun arkasından. “Ben pijamalarımı giyerken sakın ha arkanı dönmüyorsun, yoksa olacaklara karışmam bilmiş ol!”

Jun Suh gülerek:

“Bir düşünmem lazım..” demeye çalışsa da kafasına fırlatılan yastıkla birlikte hemen arkasına döndü.

“Yanına kıvrılıverseydim ne olurdu ki..” diye söylenmeye başladı bir yandan da.. “Şu kadarcık çocuğum, hiç rahatsız etmezdim seni de..”

Giyinmeye çalışan Byeol gülümsese de çaktırmamaya çalışarak:

“O büzüştürdüğün dudakların bu kez işe yaramayacak Han Jun Suh, boşuna çabalama..” dedi.

Jun Suh:

“En azından denedim..” diyerek kızın kitaplığına göz gezdirmeye başladı. Her yer notlarla, fotokopilerle doluydu. Ve notların çoğunun üzerinde onun, Min Hyung songseng’in ismi vardı:

– Min Hyung songseng’e sorulacak sorular..

-Proje için Min Hyung songseng’in araştırmamı istediği konular..

-Hard Times’ın 2. bölümünü oku–> Min Hyung songseng özetlemeni istedi!

Bunun gibi bir sürü not vardı her yerde. Jun Suh tüm yaşananların Byeol için ne kadar zor olduğunu bir kez daha anladı. Bugünden sonra neler yapacaktı, olacaklarla nasıl başa çıkacaktı o da bilmiyordu ama tek yapacağı bu zor dönemde yanında olup ona destek olmak olmaktı, Byeol artık yalnız değildi..

“Giyindin mii??” diye seslendi sonra. Cevap yoktu.

“Bak dönüyorum.. Dönüyorum.. Dööööön-düm!!”

Aniden arkasına dönen Jun Suh Byeol’ün yatağının kenarına sızmış olduğunu gördü. Nasıl da bir anda uyuyabilmişti! Kıza doğru yaklaşıp yatağının kenarına oturdu ve üzerine battaniyesini örttü. O kadar güzel uyuyordu ki bütün gece burada oturup onu izleyebilirdi.. Fakat daha fazla dayanamadı kızın yanına kıvrılıp tek koluyla onu kendine çekti. Birkaç gün öncesine kadar Byeol ile sarılıp uyumayı hayal bile edemezken bugün onun kollarında olmasına hala inanamıyordu.. Gözlerini kapatıp kızın kalp atışlarını dinledi sadece, artık kendisine ait olduğunu bildiği kalbinin sesini..

“Bir şeyler söylesene bana..” diye fısıldadı Byeol birden. Jun Suh sıçrar gibi oldu, Byeol uyumamıştı, o da kollarında uyumak istiyordu işte..

Bedeninden taşmak üzere olan mutluluğunu ve titreyen sesini saklamaya çalışarak en güzel şarkısını söylemeye başladı Byeol için..

Ve iki aşık yürek ardından dünyanın en güzel uykusuna daldılar..

***

Jung Yong Hwa-Comfort Song

Min Hyung ağrıyan başını yavaşça koltuktan kaldırdı. Neler olmuştu ona böyle? Kıyafetleriyle koltukta sızıp kalmıştı dün gece belli ki.. En son Byeol’den ayrılıp bir yere girdiğini ve deli gibi içtiğini hatırlıyordu. Sonrası tamamen yokolmuştu sanki. Eve nasıl geldiğini bile hatırlayamıyordu.

Ayağa kalkmaya çalıştığında başındaki ağrı daha da şiddetlendi. Dört bir yandan vuruyordu sanki. Hayatında ilk kez kendisini kaybedecek kadar içmişti, nasıl bu hale geldiğine hala inanamıyordu..

Hemen mutfağa gidip ağrı kesici içti. Sonra buz gibi suyla yüzünü yıkayıp kendine gelmeye çalıştı. Sarhoşken her şeyi unutmuştu ne güzel, kendisine gelmeye başladıkça yine korkunç düşünceler beynine hücum etmeye başlamıştı işte.. Byeol onu terketmişti, hatta aldatmıştı.. Aldatmışmıydı ki? Bunun ne önemi vardı, her şey bitmişti işte, hem de hiç başlamadan..

Koltuğun köşesinde bir şey dikkatini çekti birden, yastığı kaldırdığında o şeyin siyah kaplı bir defter olduğunu gördü. Defteri eline alır almaz hatırladı, dün gece Byeol vermişti bunu! Ha Neul’ın günlüğüydü bu defter!

Defteri hışımla aldığı yere fırlattı. Dün geceye dair hiçbir şey görmek istemiyordu. Tek isteği kafasına yorganını çekip tüm gün uyumaktı. Ama final notlarını otomasyon sistemine geçirmemişti daha! Bu lanet olası günde ne de çok işi vardı!

“Bir duş alıp çıkayım” dedi kendi kendine. “Aşk acısı çeken aptallar gibi bütün gün evde oturacak değilim!”

Tüm bu söylediklerine inat kalbi “Aşk acısı çeken aptalın tekisin işte!” diye bağırıyordu oysa ki..

***

Secret Garden-Appear

Jae Suk ve Jung Woo için hayatlarının en heyecanlı günü kesinlikle bugündü. Birkaç dakika önce stüdyoda şarkı söylerken adeta ecel teri  dökmüşlerdi. İkisi için de bugün kurtuluşun anahtarıydı. Ya berbat hayatlarına devam edeceklerdi ya da tüm sorunlara elveda deyip en sevdikleri işi yapmaya başlayacaklardı!

“Sen.. Akustik gitar çalıyorsun değil mi?”

Bay Seo’nun ciddi yüz ifadesine takılmamaya çalışıp en sakin haliyle:

“Evet..” dedi Jung Woo. “Armonika da çalıyorum.”

“Back vokaldin grupta değil mi?”

“Evet..”

“Ya sen?”

“Ben bas çalıyorum efendim..”

Jae Suk Jung Woo’dan daha da heyecanlıydı sanki.. Adamın gözlerine bakamıyordu.

“Çok iyi” dedi Bay Seo. “Ses renginizi beğendim, enstrüman konusunda da bir sorun yok, çalışmalar sonucunda daha da iyi olacağınıza eminim.. El sıkışıp anlaşmamızı imzalayabiliriz sanırım..”

Gençler içlerindeki ölümüne mutluluğu bastırmak için büyük bir çaba göstererek nazikçe adamın elini sıktılar. Jun Suh bir köşede oturup bu tabloyu izlemek istiyordu sadece, her şey böylesine iyi gidebilir miydi ki?

Dışarı çıktıklarında saatlerdir içlerinde tuttukları çığlığı basverdi üçü de!! Herkes onlara baksa da bu hiç umurlarında değildi! Üçü kolkola girmiş deli gibi zıplıyorlardı! Jung Woo birden elini telefonuna attı, sonra gülerek:

“Oooo patroniçemin canı çilekli milkshake istemiş..” dedi. “Ben gideyim de ona hayatının en güzel milkshake’ini götüreyim ahahaha!!”

“Hardallı ve soyalı milkshake götür derim ben!” dedi Jae Suk gülerek.

“Aaa çok acımasızsın ama..” dedi Jun Suh. “Biraz da wasabi koysun ki kızcağız bu tattan da mahrum kalmasın ahaha!!”

Jung Woo son model arabasna son kez binip gaza bastı!

“Ben de provaya gidiyorum” dedi Jun Suh. “Amatör şarkıcılıkta son günlerimin tadını çıkarayım!”

“Ben de Han Nehri kıyısına gidiyorum. ‘Hayali olan bir iş buldum ulann!!’ diye bağıracağım bütün gün!”

Neşe içinde bara doğru yol alan Jun Suh sadece şarkı söylemek istiyordu bugün. Hem de bağıra çağıra!!!

***

Byeol dakikada 10 kez telefonuna bakmaktan çalışamıyordu bile.

“Neden aramıyor bu çocuk?” diye söylendi bir kez daha. Bay Seo ile toplantıları nasıl geçmişti acaba?

Sonunda beklemekten vazgeçip Bay Tae Woo’nun odasını temizlemeye başladı. Elindeki toz bezini yıkamak için ofisin tuvaletine girdiğinde Tae Woo ile Müdür Choi’nin odaya girdiğini fark etti. Bezini yıkayıp tuvaletten çıkmak üzere olan Byeol bir anda olduğu yerde kaldı. Kapı aralığından gördüğü kadarıyla Bay Tae Woo büyük bir miktar parayı kasasına koyuyordu!

“Bu kadar parayı elde tutmak hiç doğru değil..” dedi Müdür Choi. “Sana defalarca şu paranı bankaya yatır dedim..”

“Korkuyorum..” dedi Tae Woo parayı kasaya yerleştirirken. “Elimin altında olması daha iyi..”

“Hala söylemedin Ha Neul’a değil mi?” diye sordu müdür Choi.

“Söylemeyeceğim..” dedi Tae Woo. “Ona nasıl ‘Kredi borcum yüzünden annenle anılarımızın olduğu evi ipotek ettirdim!’ diyebilirim.. Yok yok yapamam bunu.. Zaten borcun bitmesine iki ay kaldı, sonra sessiz sedasız bitecek bu mesele..”

Müdür Choi anlamaz bir bakış attı.

“O ev Ha Neul’ın her şeyi..” dedi Tae Woo. “Üzgünse, canı sıkkınsa hemen oraya gitmek ister, o evde annesiyle dertleşir, ona yemekler yapar.. Daha geçen gün ‘Sınavların bitince Choon Chun’a git dinlen’ dedim ona, bunun hayaliyle derslerine çalıştı..”

Adam başını sallayarak:

“Haklısın” dedi. “Bırak her şey olduğu gibi kalsın..”

Byeol daha fazla dayanamadı ve hafifçe öksürüp içeri girdi. Tae Woo gülümseyerek Byeol’e hatrını sorup onunla sohbet etmeye başladı. Byeol ise onunla konuştuğu her an Jun Suh’nun sözlerini hatırlıyordu: “Ona her şeyi anlatıp kurtulmalısın Byeol-ah..”

Şu an yapamazdı ama.. Karısı ve kızıyla anılarının olduğu evden sevgi ve özlemle bahseden bu adama “Ben de senin kızınım” diyemezdi.. En azından bugün..

Odadan çıkar çıkmaz Jun Suh’nun attığı mesajı okudu ve her şey yine bir anda aklından uçup gitti, bulutlar dağıldı, güneş açtı..

Hayat bir yerde güzelliklerini de gösteriyordu işte insanlara..

***

Ft Island-You Don’t Know My Feelings

Min Hyung bir an “Ne işim var benim burada?” dedi kendi kendine. Bir anda nasıl da karar verip trene atlayıvermişti! Annesiyle telefonda konuşur konuşmaz içinden taşan gitme isteğine engel olamamıştı, kendisini evine giden trene bilet alırken buldu sonra..

Midesi bulanıyordu, ilaç içmek için çantasını açtığında alelacele çantasına koyduğu siyah kaplı defteri fark etti. Neden almıştı ki bunu yanına? Okumak mı istiyordu? “Yoo” der gibi başını iki yana salladı, ama içinde karşı koyamadığı bir merak da vardı.

“Birkaç sayfasına bakayım, sonra kapatırım..” dedi sessizce. Ve başlardan bir sayfayı açıp okumaya başladı:

“Sanırım yakında Oldboy kusacağım!! Bugün tam 5. kez izledim bu filmi. Hem de 18 yaşında olmadığım için her seferinde biletçiye fazladan para vermek zorunda kalıyorum! Min Hyung bugün yeni kız arkadaşını da Oldboy’a götürdü. Sevgililerini bu filme götürmesindeki amaç nedir anlamadım, batıl inancı falan mı var acaba:) Gerçi diğer ikisini de götürmüştü ama hemen ayrıldılar, yok yok batıl inançla ilgisi yok bu işin! Ama merak ediyorum da her seferinde iki sıra arkasında benim oturduğumu bilse ne düşünürdü acaba?

“Manyak mısın?”

“Ne yapıyorsun sen öyle?”

Ayy yok yok bilmesin daha iyi, bir de sapık damgası yiyeceğim sonra:) Ama bana defalarca kez söz verip ekmesine ne demeli? Neyse bu kızdan da ayrılınca kollarıma düşeceksin elbet:)”

Min Hyung yüzünde kocaman bir gülümseme ile okudu bu satırları. Demek her seferinde arkalarında bir ajanla gitmişlerdi sinemaya öyle mi? O günlerde Ha Neul’ın böyle bir şey yaptığını söyleseler hayatta inanmazdı!

Okumaya devam etti:

“Bu çocuk tam bir aptal!!! O Byung Soo serserisi tehdit ettiği için okula sigara sokanın kendisi olduğunu söyledi Bay Kim’e! Disiplin cezası alırsa bunun ileride nelere mal olacağını hiç bilmiyor sanki.. Tabi ben durur muyum? Tüm gördüklerimi anlattım müdüre. O pisliği 1 hafta okuldan uzaklaştırdılar. Gerçi Min Hyung birazcık ispiyoncu konumuna düştü, azıcık dışlandı ama ileride bunun için bana minnettar olacak, tabi bunu benim yaptığımı öğrenirse..”

Min Hyung okudukça hatırlıyordu. Okulda onu kıskanan, her hareketine kafayı takan bir grup vardı: Byung Soo ve çetesi. Sürekli tehdit ederek ona bir şeyler yaptırmaya çalışırlardı. Özellikle Ha Neul’a bir şey yapmalarından korktuğu için Min Hyung da onların istediklerini yapmak zorunda kalırdı. Bu sigara olayında da o her şeyi göze almışken birden biri öğretmenlere her şeyi anlatmış, Min Hyung o çocuklardan kurtulmuştu. Min Hyung’un onları yine şikayet etmesinden ve dolayısıyla okuldan atılmaktan korktukları o günden sonra ondan uzak durmuşlardı. Min Hyung o günlerde bazı arkadaşları tarafından dışlandığı için üzülse de şimdi ne büyük aptallık yaptığını düşünüp aklına şaşıyordu! O gün alacağı bir disiplin cezası akademik hayatının her safhasında karşısına çıkacak ve önünde bir engel teşkil edecekti. Ha Neul gerçekten hayatını kurtarmıştı!

Defterin daha gerideki sayfalarına döndü Min Hyung, okudukça daha da merak ediyordu:

“Artık Min Hyung ile her gün Candy Candy (Şeker Kız Candy) izliyoruz, sonunda onu da bağımlı yaptım!! Önceden hep dalga geçerdi benimle: “Çocuklar izler bunu!” derdi ama şimdi hiçbir saniyesini kaçırmıyor.. Günlük sence de Min Hyung sarışın olsaydı aynı Anthony’e benzemez miydi? Bence çok benziyor, onun gibi çok tatlııı!!! Ama şu Candy denen kız gözüme batmaya başladı, Min Hyung onu çok seviyor çünkü hıh!”

Min Hyung dayanamayıp sesli sesli gülmeye başladı sonunda. Okudukça o günler gözlerinin önünden akıp gidiyordu. Ha Neul’ın zorlamalarıyla her gün romantik animeler izlemek zorunda kalırdı, işin aslı izledikçe seviyordu da! Ne kadar mutlulardı o günlerde, çocukluğunu özlediğini fark etti bir anda..

Sayfalar ilerdikçe gülümseten olaylar duygusallaşmaya başladı, Ha Neul kimi yerlerde isyan ediyor, kimi yerlerdeyse her şeyi kabulleniyordu.

“Keşke bu kadar acı çekmeseydi” dedi Min Hyung içinden. O bile bir kez Byeol ile Jun Suh’yu el ele görmüş ve nasıl büyük bir acı çekmişti. Ha Neul Min Hyung’un yanında her gün farklı bir kız görürken nasıl sessiz kalabilmişti! Ve onun yaşadıklarından tamamen habersiz olan Min Hyung, Ha Neul ona “Seni seviyorum” dediğinde ona nasıl öyle aptalca bir tepki vermişti? Duygularını nasıl da hafife almıştı? Ama böylesine derin bir aşkın varlığını nerden bilebilirdi ki?

Min Hyung “Birkaç sayfa okuyup kapatırım” derken yol boyunca günlüğün her sayfasını en az iki kez okumuştu. Saçma sapan şeylerle dolu bir ergen günlüğü umarken derin ve bir o kadar naif bir şekilde yazılmış anılarla karşılamak onu şaşırtmıştı. Defteri nazikçe çantasına koydu bu kez.

Birkaç saat önce acı içinde kıvranırken şimdi gülümsüyordu. Geçmişin izleri üzerinde bambaşka bir iz bırakmıştı..

***

Jun Suh yarım saattir pencerenin kenarında öylece beklerken arkasına saklamaya çalıştığı kırmızı gülle ve şaşkın ifadesiyle evde tüm dikkatleri üzerine çekmeyi de başarıyordu..

Byeol dışarı çıkıp alt kattan:

“Tamam gelebilirsin” işareti yaptığında ise sevinçle kapıya yöneldi:

“Babaanneee! Ben çıkıyorum!”

“Yemek hazırlıyordum çocuk, nereye gidiyorsun yine?”

Jun Suh bir an duraksadı:

“Jung Woo çağırdı..”

“Gülü de Jung Woo’ya mı götürüyorsun? Dün gece de gelmedin eve, neler çeviriyorsun sen ha?”

“Jae Suk’ta kaldım” dedi Jun Suh sessizce. Tam o anda içeriden Jung Suh’nun sesi geldi:

“Bu sabah Byeol unninin evinden çıkan kimdi o zaman? Yaa-lan-cııı yaa-laan-cıı!!”

Jun Suh ayağındaki terliği kıza fırlatmaya çalışırken babaanne:

“Kızın evinde mi kaldın tüm gece?” diye çığlığı koparmıştı bile!

Jun Suh en sinirli bakışıyla Jung Suh’ya bakarken kız:

“Şaka yaptım babaanne!” dedi. “Bir şey almak için gitmiştir herhalde, çünkü Byeol unninin zaten muhteşem bir sevgilisi var, oppama bakma ihtimali bile yok merak etme..”

Bu sözler Jun Suh’ya verilebilecek en büyük gazdı herhalde:

“Evet dün gece Lee Byeol’de kaldım!” diye isyan etti. “Çünkü o artık benim kız arkadaşım! O muhteşem sevgilisinden de çoktaaan ayrıldı küçük hanım!!”

Yaşlı kadınla küçük kız kalakaldılar.

“O çocuğu senin için mi terk etti şimdi? Woaaa işte buna inanamam!”

“İnansan iyi edersin!”

“Daha geldiği gün bu kızda bir şeyler olduğunu anlamıştım zaten” dedi yaşlı kadın. “Bakışlarınızdan bile bir şeyler anlaşılıyordu hemen. Byeol iyi bir kız evet ama kimseye kolay kolay güvenme derim ben evlat. Birkaç yıl önce “Onsuz yaşayamam” dediğin kız seni bırakıp gittiğinde ne hallere düşmüştün bir hatırla.. Benden söylemesi..”

“Ben ona tüm kalbimle güveniyorum..” dedi Jun Suh. “O da bana güveniyor biliyorum.. Hem de elindeki tüm parayı gözünü kırpmadan  bana verecek kadar güveniyor babaanne..”

Yaşlı kadın hastane parasını nasıl bulduğunu hiç sormamıştı Jun Suh’ya. Dayısından borç aldığını düşünmüştü, ama şimdi her şeyi anlıyordu..

“Ben aşağı iniyorum” dedi Jun Suh gülerek. “Byeol benim için sürpriz  bir yemek yapmış! Bu gece dönmezsem bilin ki zehirlenmişimdir!!”

Sonra arkasına bile bakmadan uça uça alt kata inmeye başladı..

***

You Are My Pet-Show For You

Min Hyung trenden iner inmez her zamankinden farklı olarak annesinin yanına gitti. Ona öyle bir sarıldı ki, kadın çocukta bir şeyler olduğunu anladı, bir yarası vardı belli ki.. Bu yarayı sarmak yine kendisine düşmüştü elbette.. Çünkü Min Hyung aşk acısı çeken her erkeğin ikinci sığınağı olan anne kollarına ihtiyaç duymuştu bir kere..

Annesiyle yemek yediler, film izlediler; ardından kadın uyur uyumaz  yine aklı binbir şeyle dolmaya başladı. Byeol’ü düşünmek istemese de elinden başka türlüsü gelmiyordu.. Sonra bir anda Ha Neul’ın yazdıkları aklına geliyor gülümsemekten de kendisini alamıyordu. Geçmişe yolculuk onu rahatlatıyordu sanki.

“Ha Neul da burada olsaydı..” dedi kendisinin bile duymak istemeyeceği kadar kısık bir sesle..

Diğer gün dışarı çıkıp temiz havanın tadını çıkarmaya karar verdi. Tüm tanıdıklara selam verip hepsiyle sohbet etti. Çarşıda dolaşırken sinemanın önüne geldiğinde bir an duraksadı..

“Bir film izlemek bana da iyi gelecek” dedi içinden. Tam da nostalji havasındaydı çünkü..

Film afişlerine bakıp “Only You”da karar kıldı. Aşk acısını So Ji Sub’un buğulu gözleriyle perçinlemek en iyisiydi.. Biletini alıp arkasına döner dönmez gözlerine inanamadı. Ha Neul tam arkasında, elindeki bileti inceliyordu.. Kafasını kaldırdığında Min Hyung’u görünce o da şaşkınlığını gizleyemedi..

“Merhaba..” dedi Min Hyung. “Senin de burada olman ne tesadüf..”

“Sınavlar bitince annemi ziyarete geldim” dedi kız çekingen bir ses tonuyla. Konuşmaktan ziyade Min Hyung’u inceliyordu. Onu hiç böylesine solgun görmemişti. Göz altları morarmış, yüzü sapsarı olmuştu, sanki biraz da zayıflamıştı.. Ayrılık acısı çektiği nasıl da belliydi. Ha Neul’ın içi cız etti, kalbi ağrıdı birden.

Min Hyung kızın biletine baktığında aynı filme gideceklerini anladı.

“Daha yarım saat var” dedi. “Bir şeyler mi içsek..”

Ha Neul gülümseyerek başını salladı ve sinemanın içindeki kafeye oturdular.

“Ne çok gelirdik buraya” dedi Ha Neul. “Okuldan kaçınca ilk durak sinemaydı..”

“Evet” dedi Min Hyung. “Benim aynı filmi onlarca kez izlemişliğim var burada, koltuklarını ezbere bilirim..”

Sonra sesini alçaltıp:

“Sana da da defalarca söz verip ekmiştim değil mi?” dedi. “Borcumu ödemem lazım sanırım..”

Ha Neul kulaklarına inanamıyordu. Okulun bahçesinde yaptıkları o konuşmadan beri doğru dürüst konuşmamışlardı bile Min Hyung ile. En azından arkadaş oldukları günleri bile ne kadar özlediğini bir kez daha anladı Ha Neul..

“Sen hep kız arkadaşlarınla gidiyordun çünkü..” dedi Ha Neul başı yerde. “Hiç zamanın olmazdı..”

Min Hyung’un aklına sürekli günlükten cümleler geliyor, konuşmalarına odaklanamıyordu…

“Beni sevmediğini biliyorum, ömür boyu sevmeyeceğini de.. Ama ondan vazgeçemiyorum, elimde değil, ne yapacağım bilmiyorum Tanrım! Babam yalnız olmasa çok uzaklara gitmek isterdim, ondan biraz olsun uzaklaşıp her şeyi unutmak isterdim. Çünkü onu tek bir kızın kolunda daha görmek istemiyorum artık..”

Bu kadar sevilmeyi hakedecek ne yaptığını düşündü Min Hyung. İyi bir arkadaştan, oppadan ötesi olmamıştı ki onun için hiçbir zaman. Sonra o değişmez gerçek beyninde yankılandı: Kadınlar hep onları haketmeyen erkeklere aşık olurlardı ya! Onları hakedenlerle ise sadece arkadaşlık ederlerdi..”

“Film başlayacak..” dedi Ha Neul. “Girelim mi?”

Ayağa kalktığında belki de yaralarını saracak kişinin karşısındaki bu masum kız olabileceğini düşündü Min Hyung. Olabilir miydi ki?

*

Film bittiğinde salonun kapısından çıkan Ha Neul gözlerini siliyordu hala.

“Yeter artık” dedi Min Hyung. “Amma ağladın ha!”

“Ama bu haksızlık” dedi kız burnunu çekerken. “Aşk için fedakarlık yapmak neden hiçbir zaman işe yaramaz ki.. Filmlerde bile hem de..”

Min Hyung gülümseyerek:

“Neden öyle düşünüyorsun ki?” dedi. “Bence işe yaradı bu filmde..”

“Geç olmadı mı sence?”

Min Hyung olduğu yerde durup kıza döndü:

“Bence olmadı..”

Dışarı çıktıklarında sağanak yağmurun başladığını görüp bisikletlerine bindikleri gibi uzaklaşmaya başladılar. Min Hyung evine geldiğinde bisikletten inip:

“Hadi sen de gel” dedi. “Yağmur dinince gidersin evine..”

Ha Neul itiraz etmeden koşarak bahçeye girdi. Bu yağmur hiç de dinecek gibi görünmüyordu oysa ki..

Evde kimse yoktu. Annesine seslenen Min Hyung cevap alamayınca bundan emin oldu.

“Üzerimi değiştirip yiyecek bir şeyler hazırlayayım ben..” dedi. “Açlıktan ölüyorum.. Sen de şunları giy, hasta olacaksın..”

Ha Neul üzerini değiştirip salona oturdu. Mutfağa gidince kendisini tutamayıp ona bir şeyler sormaktan korkuyordu. Eskiden nasıl arkadaş olarak yıllarca takılmışlardı anlayamıyordu, şimdi onun yanındayken bile titremekten kendisini alamıyordu..

Gözü birden kapısı aralık olan Min Hyung’un odasına takıldı. Yavaşça içeri girince aynada asılı olan resmi gördü ve neşeyle gülümsedi. Sonra onu eline alıp incelemeye başladı.

“Hatırladın mı?” dedi Min Hyung arkasından.

“Hatırlamaz olur muyum” dedi Ha Neul. “Babanın mezarını ziyaret gitmiştiniz o gün. O kadar üzgündün ki, seni mutlu etmek için alelacele bu resmi yapmıştım. Ne kadar çocukça!”

Bir daha baktı resme. Kağıdın ortasında upuzun bir adam vardı. Üzerinde “uri appa” (babamız) yazdığı için bunun Tae Woo olduğunu anlamak çok da zor değildi. Adamın bir elinde küçük bir kız (Ha Neul), diğer elinde ise gözlükleriyle kim olduğu hemen anlaşılan Min Hyung vardı.. Resmin kalanı ise dağlar, bacası tüten bir ev ve güneşten oluşuyordu. Tarih ise 23 Şubat 1997 olarak sonradan resmin köşesine atılmıştı..

“Bunu hala saklamana inanamıyorum” dedi Ha Neul.

“Benim için ne kadar önemli olduğunu bilmiyorsun çünkü..” dedi Min Hyung. “Babasını yeni kaybeden bir çocukla kendi babasını paylaşmak isteyen bir arkadaşım vermişti onu bana. Nasıl atabilirdim ki..”

Ha Neul gözlerine bakarak, uzun zamandan beri ilk kez sevgiyle söylenmiş olan bu sözleri duyduğunda inanılmaz mutlu oldu.. Evet, dünyada her şeyden çok sevdiği babasını bile onunla paylaşmaya razı olmuştu işte.. Gerçi aynı babaya sahip olmanın kardeş olmak anlamına geldiğini o günlerde idrak edemese de bu fikir şimdi onu dehşete düşürmeye yetiyordu!

Masaya oturduklarında daha fazla dayanamadı:

“Duydum ki.. Siz.. Ayrılmışsınız..”

“Evet..” dedi Min Hyung.. Onun yüzündeki hüznü gören Ha Neul kendini tutamayıp:

“Onun seni hiç sevmediğini en baştan beri biliyordum zaten..” dedi. Min Hyung hiçbir şey söyleyemedi, kızın masanın üzerindeki elini tutup:

“Özür dilerim” dedi sadece.. “Seni hiç dinlemediğim; konuşmana, kendini anlatmana izin vermediğim için.. Benim için ne kadar önemli olduğunu unuttuğum için.. Seni hep ihmal ettiğim için.. Binlerce kez özür dilerim.. Affet beni..”

“Sana çok ihtiyacım var” demek de istedi aslında ama boğazında tıkandı bu cümle..

“Ben.. Sana hiç küsmedim ki..” dedi Ha Neul gözleri dolu dolu. Duyduklarına inanamasa da gerçek olduğunu düşünmek bile ayaklarını yerden kesmeye yetiyordu..

Min Hyung yavaşça ayağa kalkıp çantasını getirdi ve içinden küçük kara kaplı defteri çıkarıp kıza uzattı:

“Bu defter sana ait..”

Günlüğünü gören Ha Neul bir anda kıpkırmızı oldu, ne diyeceğini bilemedi.. Kısa kısa sayıkladı sadece:

“Senn.. Okudun..”

Min Hyung başı yerde:

“Özür dilerim” diyebildi sadece.. Tam o anda Min Hyung’un annesi içeri girdi ve Ha Neul’ı görünce:

“Aa Ha Neul kızım hoş geldin..” dedi.

Ha Neul ise kadını duymuyordu bile.. Hızla ayağa kalkıp:

“Ben.. Gitsem iyi olur..” dedi. Ve koşarak evi terk etti.

Kadın şaşkın bir şekilde oğluna bakarken onun da yüzünün allak bullak olmasından bir şeyler olduğunu anladı.

Min Hyung kendisini berbat hissediyordu. İzinsiz bir şekilde onun en özel sırlarını okumuş ve ölümüne utandırmıştı kızı. Ama okudukları ona o kadar iyi gelmişti ki pişman bile olamıyordu.. Byeol çok doğru bir şey yapmıştı belli ki..

***

Winter Sonata-From The Beginning

Hafta sonu bir çırpıda geçiverdi. Min Hyung Ha Neul’ı ne aramış ne de kızın evine gitmişti. Onunla konuşmak istiyordu aslında, ama vereceği tepki onu korkutuyordu. Bir yandan:

“Seul’de görüşürüz nasılsa..” diyor diğer yandan da yerinde duramıyordu.

Bir anda ayağa fırladı. Koşarak evin en üst katındaki ardiyeye çıkıp bir şeyler aramaya başladı. Eski bir kutudan çıkardığı DVD’ler eline geçer geçmez neşeyle gülümseyip ceketini kaptığı gibi evden çıktı..

Bay Tae Woo’nun evine vardığında hiç beklemeden kapıyı çaldı, açılmıyordu, gitmiş miydi ki..

“Ha Neul biraz önce gitti” dedi yan bahçedeki adam.

“Tren istasyonuna mı?” diye sordu Min Hyung.

“Evet.. 10 dakika önce vedalaştı bizimle, geç kaldın evlat..”

Min Hyung çaresizce etrafına baktı. Onun bu haline üzülen adam bahçeden motorunu çıkarıp:

“Atla” dedi. “Anca yetişirsin..”

Min Hyung motora atlar atlamaz gaza bastı! Yetişemeyecekti belli ki, ama onun eve böyle gitmesini hiç istemiyordu..

İstasyona vardığında hızla motordan inip koşmaya başladı. Seul treninin kalkmasına 5 dakika vardı!

Treni bulan Min Hyung tren boyunca koşarak Ha Neul’ın nereye oturduğunu anlamaya çalıştı. Sonunda onu bulup camını tıklatmaya başladı. Kız önce anlamasa da dışarı baktığında Min Hyung’u görüp önce şoka girdi, sonra da hareket etmek üzere olan trenden apar topar indi!

Kız indiğinde tren hareket etmişti bile!

İkisi de önce bir şey söyleyemedi, Ha Neul Min Hyung’un konuşmasını bekliyor ama çocuk sus pus kalıyordu..

Elini çantasına atıp bir DVD çıkardı. Candy Candy DVD’siydi bu..

“Belki izleriz diye düşündüm..” dedi sessizce. “İzledikten sonra gidersin..”

Bunları o kadar masum ve utangaç bir biçimde söylüyordu ki Ha Neul gülümsemekten kendisini alamadı.

“Candy Candy DVDleri mi aldın sen? Bana söylemedin hiç..”

“Lisedeyken almıştım..” dedi çocuk. “Ama dalga geçersin diye söylememiştim.. Sensiz izlemedim hiç ama..”

Kız neşeyle eline DVDyi aldı. Günlükte bu anime hakkında yazdığı şeyler aklına gelince bir an kızarsa da şu iki günde bu olayı biraz olsun kanıksamıştı artık..

“Yanımda olur musun Park Ha Neul..” dedi Min Hyung. “İlk kez bu kadar mutsuzum, yorgunum.. Sevgine çok ihtiyacım var..”

Ha Neul duyduğu bu sözler karşısında gözyaşlarını tutamadı.. Tek kelime etmeden Min Hyung’a sımsıkı sarıldı.

“Ben.. Yanında olmaz mıyım?.. Ne kadar istersen.. Her zaman..”

Heyecandan konuşamıyordu bile. Min Hyung hiçbir şey söylemeden sadece sarıldı ona. Yaralarının merhemi nedir biliyordu artık, bugüne kadar hep gözardı ettiği bu sevgi iyileşmesi için tek çaresiydi..

 ***

-15. Bölüm Sonu-

Genel içinde yayınlandı | , , , , , , , , , ile etiketlendi | 19 Yorum

14. Bölüm: Artık sadece sen varsın Han Jun Suh..

Ft Island-Even Had a Lost Friend 

“… Seni seviyorum Jun Suh-ah.. Hem de tüm kalbimle seviyorum..”

Byeol Jun Suh’nun gözlerinin içine bakarak söylüyordu bunları, hiç utanmadan, korkmadan.. Sonra hiçbir cevap beklemeden tekrar sımsıkı sarıldı çocuğa. Kendisini o kadar mutlu, o kadar huzurlu hissediyordu ki, bu anın bitmesini hiç istemiyordu.. Jun Suh ise duyduklarına inanamaz bir bakışla adeta kalakalmıştı, öyle ki yanaklarındaki yaşlar donmuştu sanki, akmıyorlardı..

“Byeol sen..”

Cümlesi burada kesildi, şaşkınlıktan konuşamıyordu..

“Evet” dedi Byeol. “Ben.. Bunu içimde tutmaktan çok yoruldum Jun Suh-ah.. Sesini duyduğum ilk andan beri, başımı göğsüne yasladığımda deli gibi çarpan kalbini hissettiğim andan beri seviyorum seni.. Seni de kendimi de yorduğum için çok özür dilerim, çok..”

Jun Suh’nun şaşkın bakışlarının yerini hafif bir gülümseme aldı önce, duydukları doğruydu işte, Byeol de onu seviyordu!

“Ben.. seni sevmekten hiç vazgeçmedim ki” dedi sessizce ve yeniden sımsıkı sarıldılar. İkisinin de kalbi deli gibi atıyordu, ikisi de hayatlarında hiç olmadıkları kadar mutluydular..

Byeol Jun Suh’nun kolundan tutup:

“Çıkalım buradan” dedi. “Seninle konuşmak istiyorum..”

Jun Suh tek kelime etmeden itaat etti bu küçük inatçı kıza. İkili el ele stüdyodan çıktılar. Sonra nereye gittiklerini bilmeden yürümeye başladılar, koşuyorlardı hatta.. Sanki içlerine bambaşka biri girmişti ve onların istemi dışında hareket etmelerine neden oluyordu!

İlk yorulan Jun Suh oldu:

“Yaa! Byeol-ah! Dur biraz yoruldum ben. Oturalım şuraya..”

Byeol’ü bıraksalar daha saatlerce koşabilirdi bu gazla herhalde! Jun Suh’nun yanına oturdu yavaşça..

“Stüdyoda olduğumu nereden bildin?” diye sordu Jun Suh. “Ben bir anda karar verip gelmiştim buraya..”

“Sadece tahmin ettim” dedi Byeol gülümseyerek. “Seni tanıyorum artık, hem de tahmin ettiğinden çok daha fazla..”

Jun Suh gülümseyerek kızın elini sımsıkı tuttu, Byeol’ün sevgiyle bakan gözlerine baktıkça rüyada olduğunu sanıyordu adeta..

Birden yüzü düştü ama, başını yere eğip:

“Ya Min Hyung songseng.. Anlamıyorum Byeol-ah, yarın seni yine o adamın kollarında görmekten korkuyorum.. Bana bir şeyler söyle ne olursun, ne dersen inanmaya hazırım..”

“Her şeyi anlatacağım” dedi Byeol yavaşça.. “O kadar uzun ve belki de inanılmaz bir hikaye ki neresinden başlayacağımı bile bilmiyorum inan.. Ama sadece şunu bilmeni istiyorum; Min Hyung benim için iyi bir arkadaştan fazlası olamadı.. Yalan söyleyemem, olabilirdi belki de.. Ama sen varken.. İmkansızdı..”

Jun Suh duydukları karşısında mutluluk sarhoşu olmuştu, hiçbir şey söylemek istemiyordu. Tek gece bile olsa Byeol’ün onu sevdiğini, yanında kollarının arasında olduğunu bilmek ona yetiyordu..

“Tamam bırak..” dedi. “Hiçbir şey anlatmana gerek yok.. Yanımda olman yeter inan.. Bu anı öyle çok hayal ettim ki, bir rüya olmasından korkuyorum, konuşmayalım istiyorum bu yüzden, uyanmayayım hiç..”

Byeol eğilip Jun Suh’nun dudaklarına kocaman bir öpücük kondurdu:

“Bu da rüya olamaz değil mi?”

Jun Suh’nun yanaklarını allar bastı birden, gülümseyerek:

“Değil” dedi. “Rüyalarımda hiç bu kadar güzel hissettirmemişti çünkü..”

İkili daha fazla konuşmadılar, Byeol Jun Suh’nun göğsüne yaslandı ve dakikalarca öylece kaldılar. Saat o kadar geç olmuştu ki caddeden tek bir araba bile geçmiyordu, sarı sokak lambasının altında kedilerden ve onlardan başka kimse yoktu.. Zaman durmuştu sanki..

Jun Suh kendi kendine konuşur gibi sessizce:

“Hayat ne garip” dedi. “Yanımdasın, kollarımdasın.. Ama ben buna sevinemiyorum bile.. Mutlu olmak bu kadar mı zor..”

Byeol yavaşça başını kaldırdı:

“Seninle konuşmam gereken bir şey var Jun Suh-ah.. İhtiyacın olan parayı buldum ben, artık korkmana, üzülmene gerek kalmadı, yarın babaanneni hastaneden çıkaracağız..”

“Nasıl? Nereden buldun?”

“Sakin ol.. Bu parayı yarın o hastaneye ödemek zorundayız Jun Suh-ah.. Nereden bulduğumun bir önemi yok..”

“Yaa tabiki nerden bulduğunun bir önemi var! Yoksa.. Min Hyung songsengden mi borç istedin? Bunu yapmadın değil mi Lee Byeol?”

“Hayır hayır sakin ol.. Annemden istedim.. Babamın iş tazminatını bankaya yatırmıştık.. O paranın bir kısmını bana göndermesini söyledim.. Kimseden borç almadım Jun Suh-ah..”

Jun Suh ani bir hareketle ayağa kalktı:

“Hayır.. Bunu asla kabul edemem.. Bunu benden isteme Byeol.. Yalvarırım.. Bu beni daha da üzmekten başka bir işe yaramaz emin ol..”

Byeol ayağa kalkıp Jun Suh’nun elini tuttu:

“Kabul edeceksin.. Çünkü babaanneni o hastaneden çıkarmak zorundayız anladın mı? Hem.. Sana borç olarak veriyorum ben bu parayı.. Ünlü bir popstar olduğunda faiziyle geri ödeyeceksin bana.. Anladın mı?”

Byeol’ün gülen yüzünün aksine Jun Suh’nun gözleri dolmuştu bile, ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Sağ koluyla kızı kendine çekip:

“Elbette ödeyeceğim..” dedi. “Byeol-ah.. Ne desem ki sana? Ne desem bilmiyorum..”

Jun Suh daha fazla tutamamıştı gözyaşlarını, cümlesini tamamlayamadan ağlamaya başlamıştı yine.

“Beni sevdiğini söyle yeter..” dedi Byeol. “Tek ihtiyacım olan bu..”

“Eğer bütün bunlar bir rüyaysa Tanrı gerçekten çok acımasız” dedi Jun Suh burnunu çekip. “Gerçek olamayacak kadar güzelsin çünkü..”

Byeol tüm içtenliğiyle gülümsedi ona. Sonra iki acemi aşık el ele karanlık sokaklarda ilerlemeye başladılar. Henüz yapmaları gereken o kadar çok şey vardı ki..

***

Jung Yong Hwa-Because I Miss You

Diğer gün hastaneye gerekli parayı yatırıp bayan Soo Yeon’u eve getirdiler. Paranın nereden bulunduğunu kimse bilmiyordu. Jun Suh’nun arkadaşları dün gece bay Hwang’ın evinin soyulduğunu sanıyorlar, Jung Suh ise abisinin dayılarından borç aldığını düşünüyordu. Bu mesele Jun Suh ve Byeol arasında küçük bir sır olarak kalacaktı belli ki..

Babaannesini yatağına yatıran Jun Suh bahçeye çıktığında Byeol’ün hazırlanmış dışarı çıkmak üzere olduğunu gördü.

“Okula mı gidiyorsun?”

Byeol’ün yüzünde derin bir hüzün vardı:

“Hayır” dedi sessizce. “Halletmem gereken bir mesele var.”

Jun Suh kızın nereye gittiğini anladı o an..

“Gitmesen..” dedi belli belirsiz. Byeol de en az onun kadar gergindi oysa ki..

“Gitmem lazım.. Burada böyle oturamam Jun Suh-ah.. Ona bunu yapamam..”

Jun Suh kızın kolundan tutup:

“Korkuyorum” dedi. “Dönmemenden korkuyorum..”

“Elbette döneceğim” dedi Byeol gülümseyerek. “Beni burada bekle olur mu? Hatta gelirken eomuk getireceğim sana. Sakın karnını doyurma haa!”

Jun Suh gülümsemeye çalışsa da yapamıyordu. Byeol’ü o çocuğa göndermeye katlanamıyordu. Yavaşça kızın kolunu bıraktı. Byeol’ün yanağına bıraktığı o küçücük öpücükle beraber olduğu yerde bir süre kalakaldı..

Bahçe kapısından çıkan Byeol ise derin bir nefes aldı önce. Uzun zaman önce yapması gereken şeyi yapacaktı sonunda. Min Hyung aldatılmayı hak etmeyecek kadar iyi biriydi. Cesaretini sonuna kadar toplayıp ona her şeyi anlatmak zorundaydı. Yaptığı şeyin aslında ne kadar zor olduğunu hissetti bir anda, mükemmel bir insan olmasının yanında Min Hyung hem hocasıydı, hem de mezun olmak için yazmak zorunda olduğu bitirme projesinin danışmanıydı. Belki de hayatını mahvediyordu, geri dönüşü olmayan bir yola giriyordu.. Bunları düşünmemeye çalışıp adımlarını daha da hızlandırdı..

Hiç beklemeden Min Hyung’u arayıp konuşması gereken bir şey olduğunu söyledi. Min Hyung ise bugün boştu ve kızdan evine gelmesini istedi. Günlerdir yüzünü görmemişti zaten, evde rahatça vakit geçirebileceklerdi..

“Onu özledim” dedi içinden. “Hımm.. Ne yapsam acaba? Aç mıdır ki? Açtır kesin.. En iyisi güzel bir sofra hazırlayayım o gelene kadar.. Hatta..”

Gözlerinin içi gülümsedi birden. Koşarak yemek sipariş etmek için telefona sarıldı. Sonra aceleyle sofrayı hazırlamaya başladı.

“Bu gece güzel şeyler olacak” diyordu içinden de..

*

Byeol kapının önündeydi işte.. İçinden ne söylemesi gerektiğine dair yüzlerce prova yapmıştı gelene kadar.. Bu belki de hayatı boyunca yapacağı en zor konuşmalardan biri olacaktı..

Min Hyung yüzünde en güzel gülümsemesiyle açtı kapıyı. Çok da güzel giyinmişti.. Byeol zorla gülümseyerek içeri girdi ve gözlerine inanamadı. Min Hyung harika bir sofra hazırlamıştı ikisi için.. Mumlar, şarap..

“Lanet olsun” dedi içinden. “Bu gece olmaz Min Hyung-ah..”

“Beğendin mi?” dedi Min Hyung. “Aceleyle bu kadar hazırlayabildim kusura bakma.”

Bir yandan da kızın sandalyesini çekiyordu.

“Yoo çok güzel..” diyebildi Byeol. Min Hyung oldukça heyecanlıydı:

“Günlerdir yüzünü görmüyorum.. Ufak bir sürpriz yapmak istedim sana.. Ama yemekleri ben yapmadım.. Bir dahaki sefere ellerimle yapacağım söz..”

Byeol o kadar küçülmüştü ki yok olduğunu falan düşünmeye başladı. Yerin dibine girse ancak bu kadar yok olabilirdi zaten..

İkili yemek yemeye başladılar. Min Hyung sınavlardan, derslerden ve daha bir sürü şeyden bahsediyordu. Byeol ise konuya nasıl girsem diye düşünmekten tek kelime edemiyordu. Çocuk ne de neşeliydi bu gece! Ardı ardına kadehine şarap dolduruyordu. Hafif çakır keyif olmuş bile denebilirdi hatta..

Yavaşça ayağa kalkıp hoş bir tango müziği açtı..

 Por Una Cabeza-Carlos Gardel

“Scent of a Woman” dedi gülümseyerek. “Ahh Al Pacino, ne kadar güzel dans etmişti değil mi?”

Byeol “Yapamayacağım” dedi içinden. Bu müzik, bu ses tonu.. Nasıl bir imtihandı bu böyle? Nasıl zor bir durumun içine düşmüştü?

“Dans edelim mi?”

Byeol cevap veremeden Min Hyung onu ayağa kaldırmıştı bile.. Ve dansetmeye başladılar..

“Çok güzel kokuyorsun” diye fısıldadı kızın kulağına..

“Min Hyung ben.. aslında..”

“Dünyanın en güzel kokusu bu..” diye mırıldandı. Onu duymuyordu belli ki..

“Çok güzelsin..” derken yavaşça kızın fularını boynundan aldı.

Byeol konuşamıyordu bile.. Min Hyung onu duymuyordu zaten. Çoktan dansın ritmine kendilerini bırakmışlardı..

“Seni çok özledim Lee Byeol..” diye fısıldadı Min Hyung. Bir yandan da kızın gömleğinin düğmelerini açmaya başlamıştı. Byeol tek eliyle gömleğini tutmaya çalışırken bir anda kendisini koltuğun üzerinde buldu. Min Hyung kızı yavaşça öpmeye başladı. Byeol’ün gömleği çoktan yere düşmüştü bile..

Byeol hızla çocuğu üzerinden itmeye çalıştı, Min Hyung önce fark edemese de kızın sert hareketini hissettiği an geri çekildi. Ani bir hareketle yerden gömleğini alan Byeol:

“Özür dilerim Min Hyung” dedi ağlayarak. “Yapamam.. Özür dilerim.. Affet beni ne olursun.. Seninle olamam artık..”

Montunu kaptığı gibi koşarak kapıdan dışarı çıktı.. Min Hyung koltuğun üzerinde kalakalmıştı adeta.

Byeol koşarak apartmandan dışarı çıktı. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Yağmura hiç aldırmadan sokağa fırlayıp koşmaya başladı. Bir anda kolunu birinin tuttuğunu hissetti, arkasına döndüğünde sırılsıklam ıslanmış olan Jun Suh’yu karşısında buldu:

“Yaa! Lee Byeol! Nerede kaldın? 5 dakika daha çıkmasaydın içeri giriyordum!”

Gözleri birden kızın yarı iliklenmiş gömleğine takıldı, montunu bile giymemişti..

“Bu ne hal? Ne oldu anlat bana!”

Byeol ağlamaktan konuşamıyordu:

“Jun Suh-ah.. Ne işin var senin burada? Takip ettin beni değil mi?”

Jun Suh tek kelime etmeden kızın montunu giydirmeye çalıştı. İkisi de cevap vermeyecekti belli ki, çünkü ikisi de zaten sorularının cevaplarını biliyorlardı..

“Götür beni..” dedi Byeol. “Gidelim buradan ne olursun..”

Kızı kolunun altına alan Jun Suh onu dinleyip başka bir şey sormadı. Dönmüştü ya, yanındaydı ya, bu ona yetiyordu işte..

Tek kelime etmeden olduğu yerde donakalan bir kişi daha vardı, o da arkalarında durup gördüklerine bir anlam vermeye çalışan Min Hyung’dan başkası değildi. Sırılsıklam olduğu halde olduğu yerden tek bir adım bile atamıyordu.. Kolkola dönemeci geçen iki gencin arkasından bir süre öylece bakakaldı sadece..

***

Scent of a Woman-You are So Beautiful

Byeol uyanır uyanmaz başında şiddetli bir ağrı hissetti. Neler olmuştu dün gece, her şey kafasından silinmişti sanki. En son Jun Suh’nun kolunda eve girdiğini hatırlıyordu. Yol boyunca hatta eve girdikten sonra bile tek kelime konuşmamışlardı. Byeol Jun Suh’nun dizine yatmış ve sadece “Bana bir şeyler söyler misin?” diyebilmişti. Tek ilacı onun sesiydi çünkü.. Jun Suh’nun tatlı sesini dinlerken uyuyakalmıştı demek ki.. Kafasını kaldırdığında yanıbaşındaki kağıdı gördü:

“Prensinden uyuyan güzele,

Ben kayda gidiyorum. Seni arayacağım, telefonun açık olsun..”

Byeol kağıttaki o karmaşık yazıyı gördüğü an tüm kötü şeyler aklından silindi. Ne dün gece olanlar, ne yaşadıkları artık zerrece umrunda değildi. Aşık olmuştu ve aşkını yaşamaktan başka hiçbir şey düşünmek istemiyordu bundan sonra. Son birkaç ay onu gerçekten çok yormuştu..

“Beni aramana gerek yok prensim..” dedi kendi kendine. “Ben seni bulurum nasılsa..”

*

Jun Suh bugün öyle mutluydu ki hiç durmadan dinlenmeden avazı çıktığı kadar şarkı söylemek istiyordu. Arkadaşları da onun bu hallerini görüp gaza gelmişlerdi, ekip harika çalışıyordu bugün..

Gençler kaydın ortasındayken uzaktan seslerin geldiğini duyup çalışmayı kestiler. Biri bağıra çağıra yanlarına geliyordu sanki..

Birkaç saniye sonra genç bir çocuk kayıt odasına girdi. Çok sinirli görünüyordu:

“Yerime geçen çocuk bu ha? Grubun solisti artık o olacak öyle mi?”

Bacağı kırıldığı için yarışmada şarkı söyleyemeyen çocuktu bu.. Grup elemanları çocuğun yanına gidip onu sakinleştirmeye çalıştılar. O ise hiçbirini dinlemiyordu:

“Yarışmaya katılamamış olabilirim ama bu albümde benim de payım var! Yıllardır bu grubun solistiyim ben. Aylarca çalıştım bu yarışma için! O çocuksa yarışmadan birkaç hafta önce katıldı aranıza! Tüm bunlara rağmen beni bir köşeye atacaksınız şimdi öyle mi?”

Çocuk sakinleşmiyordu. Öyle ki olay albüm sürecinde onlarla ilgilenen menajerlerinin, hatta yapımcının kulağına kadar gitmişti. Adamlar stüdyoya gelip çocukla konuşmaya çalıştılar. Çocuksa kimseyi dinlemiyordu:

“Yarışmada söylenen şarkı bile benim bestem! Bu kadar emek vermişken bir kaza yüzünden beni nasıl yok sayabilirsiniz?”

Bunları söylerken ayakta zor duruyordu, bacağı tam anlamıyla iyileşmiş bile değildi. Jun Suh daha fazla dayanamayıp araya girmek zorunda kaldı:

“Bay Seo müsadenizle ben de bir şey söylemek istiyorum. Si Hoo-ssi haklı. Ben çok geç dahil oldum BitterJoy’a. Asıl emek veren kişi o. Bu yüzden izniniz olursa bu albüm işinden çekilmek istiyorum.”

Herkes bir anda donmuştu adeta. Özellikle Ha Neul duyduklarına inanamıyordu.

“Nasıl?” diye bağırdı bir anda. “Sen neler söylüyorsun Jun Suh-ah?”

“Üzgünüm” dedi Jun Suh sessizce. “Sizinle yaşadığım güzel günleri hiç unutmayacağım. Umarım çok başarılı olursunuz..”

Herkesin şaşkın bakışları arasında ceketini alıp odadan dışarı çıktı. Bir yandan üzülüyor bir yandan da rahatladığını hissediyordu. Ait olmadığı bu ortamdan çıkmıştı işte.. Yol arkadaşları olmadan tüm bu güzel şeylerin ne anlamı vardı ki zaten?

Bir anda birinin kolunu tuttuğunu hissetti, bay Seo tam arkasındaydı:

“Han Jun Suh-ssi.. Birkaç dakikan var mı? Seninle konuşmak istiyorum..”

“Elbette ama konuşacak bir şey kalmadı ki..” dedi Jun Suh. “İnanın böylesi çok daha iyi oldu..”

“Gel benimle..”

Ofis tarzı küçük bir odaya geçtiler. Adam hemen konuya girdi:

“Böyle bir şeyi nasıl yaptın aklım almıyor evlat.. Kimse başka biri için böyle bir fırsatı tepmezdi. Aklından neler geçiyor, neler düşünüyorsun bilmiyorum ama benim seni bırakmaya hiç niyetim yok! Bu az bulunur yeteneği küçük bir çocuğun kaprisi yüzünden heba edemem.. BitterJoy ile çıkmazsan solo çıkacaksın sen de! Sana albüm yapmayı teklif ediyorum Han Jun Suh!”

Jun Suh bunu beklemiyordu işte! Kısa bir şaşkınlıktan sonra:

“Çok çok teşekkür ederim.. Ama.. Ben yalnız değilim.. Amatör bir grubum var. BitterJoy’u bırakma nedenim de buydu aslında. Ben yola onlarla devam etmek istiyorum..”

Adamın yüzü değişti birden. Bir süre konuşmadı. Belli ki ne yapacağını düşünüyordu:

“Peki..” dedi. “Yarın gelsinler bir göreyim onları da.. Umarım senin gibi yeteneklidirler..”

Jun Suh bu kez duyduklarına inanamıyordu! Kesinlikle bunları duymak için arkadaşlarından bahsetmemişti, hatta bunun olabileceğini tahmin bile etmemişti! Sevinçten ayağa fırlayıp adamın eline sarıldı:

“Çok.. Çok teşekkür ederim Bay Seo. Yarın arkadaşlarımla birlikte geleceğiz yanınıza.. Çok teşekkürler!”

Adamın yüzü de güldü o anda:

“Arkadaşların çok şanslı” dedi sadece.. “Gençlerin tek umudunun ünlü olmak olduğu şu günlerde senin gibi dost bulmak zor..”

Jun Suh neşe içinde stüdyodan çıktı. Hemen Byeol’ü aramalıydı. Ama biri onu çağırıyordu sanki:

“Jun Suh-ssi! Beklesenee!!!”

Ha Neul koşuşturmaktan nefes nefes kalmıştı. Berbat bir suratla çocuğun yanına gelip nefesini toplamaya çalıştı. Jun Suh boynunu büküp:

“Özür dilerim” dedi. “Seni yarı yolda bırakmak istemezdim..”

“Evet” diye bağırdı Ha Neul. “Sahneye çıkacaktık seninle. Ben her gün seni dinlemek için geliyordum buraya! Off lanet Si Hoo!”

“Yine dinlersin” dedi Jun Suh gülümseyerek. “Bay Seo benimle çalışmak istediğini söyledi.”

Ha Neul üzgün yüzü düzeldi birden, gülümseyerek:

“Yaa! Ciddi olamazsın! Tebrikler Jun Suh-ssi! Her şeye rağmen çok güzel bir haber bu!”

Jun Suh’ya sımsıkı sarılan kız:

“Planın var mı?” diye sordu. “Bir şeyler içip konuşalım istersen..”

Coffee House-Page One

Aynı anda stüdyonun karşısındaki durakta Jun Suh’nun dışarı çıkmasını bekleyen Byeol dehşet dolu gözlerle ikiliyi izliyordu. Kıpkırmızı bir biçimde:

“Yaa!” diye bağırdı. “Bu kız ne yaptığını sanıyor?”

Bir anda ayağa fırladı. Aylardır yapmak istediği şeyi yapabilirdi artık. Hızlı adımlarla karşıya geçti. Ve duyabildiği kadarıyla kız Jun Suh ile çıkmak istiyordu!

“Planı var!” dedi Jun Suh’nun elini tutup. “Bütün gün benimle olacak üzgünüm!”

Jun Suh da Ha Neul da kalakaldılar.

“Nasıl?” diyebildi Ha Neul. Byeol ise kendinden emin bir ifadeyle:

“Artık tüm günleri, saatleri bana ait. Çünkü o benim Jun Suh’m anladın mı?”

Bunu söyledikten sonra kızın konuşmasını bile beklemeden çocuğu çekip oradan uzaklaşmaya başladı. Kızın görüş alanından uzaklaştıkları an Jun Suh’ya dönüp gülümsedi:

“Yaa! Çok havalıydım değil mi? Baloda seni onun kolunda gördüğüm günden beri ona bunları söylemeyi hayal ediyordum. Tanrım harika hissediyorum şu an!”

Jun Suh bu kıza gerçekten inanamıyordu. Şaşkınlığını atlatınca o da gülmeye başladı:

“Yaa! Kız neye uğradığını şaşırdı! Ben üzgünüm diye çıkalım demişti oysa ki.. Yanlış anladın!”

“Üzgünsen benimle çıkarsın! Haydi marş marş!”

Jun Suh dayanamayıp kahkahalar atmaya başlamıştı:

“Sen gördüğüm en kıskanç şeysin Lee Byeol! Demek senin Jun Suh’num ha!”

“Evet” dedi Byeol. “Dün gece senin üzerindeki tüm hakları satın aldım ben. Ne o? Hoşuna gitmedi mi yoksa?”

Jun Suh koluyla kızı kendisine çekti:

“Öyle hoşuma gitti ki kendime gelemiyorum Lee Byeol!”

İkili mutluluktan uçarcasına, nereye gittiklerine bakmadan yürümeye başladılar. En sonunda yorulup bir şeyler yemek için eriştecilerden birine girmeye karar verdiler. Byeol hiç olmadığı kadar iştahlı bir şekilde makarnasını yiyor, Jun Suh ise neşe içinde Bay Seo’nun teklifini anlatıyordu. Şansı dönmüştü belki de, hem aşkta hem hayat savaşında şansının yaver gitmesi mümkün müydü gerçekten?

“Ben sana demedim mi?” dedi Byeol. “Daha dün gece ünlü bir popstar olacaksın dedim ve hemen teklifler yağmaya başladı üzerine. Bence bu teklifte benim de payım var!”

“Evet” dedi Jun Suh. “Annene olan borcumu da hemen ödeyebileceğim. Öyle mutluyum ki..”

Byeol birden gözlerini devirdi:

“Sanki tefeciden borç aldın! Off bir sakin ol yaa!!”

Yemeği bitirip dışarı çıktıklarında kar yağmaya başlamıştı. Fazla dışarıda kalmadan sıcak bir şeyler içmek için ilk gördükleri kafeye girdiler. Jun Suh aklı soru işaretleriyle dolu olsa da Byeol’ün keyfini kaçırmamak için hiçbir şey sormuyordu.

“Sana anlatmam gereken şeyler var biliyorum” dedi Byeol çocuğun aklını okurmuş gibi. “Dün gece söz verdim sana. Artık aramızda sır, yalan olamayacak..”

“Olmasın..” dedi Jun Suh. “Ama anlatacakların ne olursa olsun umrumda olmayacak inan. İstersen anlatma hatta.. Yanımda olmadan daha önemli hiçbir şey yok benim için..”

Byeol çocuğun elini tutup anlatmaya başladı. Annesinin ona gerçek babasından bahsettiği o günden, babasını ilk kez gördüğü güne; babasının tavrından, soğuk kaldırımda otururken intikam almaya yemin etmesine; Jun Suh ile tanışmasından, kalp hırsızlığı meselesinin aslına; Ha Neul’a karşı duyduğu kıskançlık yüzünden Min Hyung ile olmayı kabul etmesine kadar yorulmaksızın her şeyi anlattı.

“İşte böyle..” dedi. “Kendi meselelerimle seni de yorduğum için çok özür dilerim Jun Suh-ah.. Seni de, Min Hyung’u da çok üzdüm, böyle olmasını istemezdim inan..”

Jun Suh şaşkınlığını atamıyordu kolay kolay:

“Yok..” dedi. “Orası önemli değil.. Ben.. İnanamıyorum.. Bay Tae Woo senin baban ve sen ona hiçbir şey anlatmadan bunca zaman bekledin öyle mi?”

“Anlatmaya çalıştım, beni dinlemedi bile.. 24 yıl önce benim varlığımdan haberi vardı Jun Suh-ah, “Bir çocuğunuz daha var” dediğimde bir an bile hatırlamadı ne beni ne annemi..”

“Böyle olmaz ama.. Belki kötü bir günündeydi, belki öyle davranmasının bambaşka bir nedeni vardı.. Nasıl bir anda kestirip atabildin! Ona her şeyi anlatmalısın bir an önce. Artık ben de varım yanında. Her şeyin üstesinden birlikte geleceğiz.. “

Byeol’ün gözleri doldu:

“Biliyorum.. Bu yüzden ne kadar mutlu olduğumu bilemezsin.. Ama o kadar kolay değil.. İnan tek bir umut ışığı görseydim ona her şeyi anlatırdım zaten. Ama o cesareti hiçbir zaman vermedi bana..”

“Sen benim gördüğüm en cesur kızsın zaten.. Korkacak hiçbir şey yok, güven bana..”

“Bilmiyorum, biraz daha zamana ihtiyacım var Jun Suh-ah.. Kafeye de intikam almak için değil, bay Tae Woo’yu daha yakından tanımak için girdim aslında.. Ama bu meseleye bir son vereceğim emin ol, ben de çok yoruldum çünkü..”

Jun Suh kendi kendine gülümsemeye başladı:

“Yalnız.. Çok iyi, çok tatlı bir kardeşin var.. Bu konuda çok şanslısın..”

“O pek şanslı değil ama..” değil Byeol gülerek. “Bu sabah ona yaptıklarımdan pek de iyi bir abla olmadığımı anlamışsındır herhalde..”

“Onu tanımalısın” dedi Jun Suh. “Tüm ön yargılarını bir kenara bırakıp onu tanımaya çalışmalısın.. Tanıdıkça çok seveceksin biliyorum..”

“Min Hyung’dan ayrıldığımı öğrendiği an o beni çok sevmiştir zaten emin ol.. Hatta ona bir güzellik daha yapacağım.. Güzel bir abla kıyağı diyelim buna hatta..”

“Abla haa! Hımm, havaya girdin şimdiden güzell! Seni ne güzel etkiliyorum ama!”

Byeol hiçbir şey düşünmeden gülmeyi ne kadar özlediğini fark etti. Ona böylesine acı veren konular bile Jun Suh’nun yanındayken yumuşuyor, güzelleşiyordu sanki.. Yüzüne bakmaya tahammül edemediği Ha Neul için “ablalık” sıfatını kabullenmesi bile ne büyük bir mucizeydi..

“Benim provaya gitmem lazım” dedi Jun Suh. “Akşam beni dinlemeye geleceksin değil mi?”

Byeol gözlerini devirip:

“Bilmem ki..” dedi. “Gelsem mi acaba?”

“Gelmek zorundasın” dedi Jun Suh gülerek. “Üzerimdeki tüm hakları satın aldığın için artık bütün şarkılarımı senin için söylemek zorundayım. Başka şansım yok..”

“Aferin” dedi Byeol. “Çabuk öğreniyorsun! Madem öyle diyorsun geleyim bari ben de..”

İkili “Önce sen kapat, hayır sen kapat” muhabbeti yapan taze sevgililer gibi bir süre ayrılamasalar da tatlı bir elveda öpücüğünün ardından yola koyuldular..

***

Ha Neul hala kendine gelememişti. Lee Byeol resmen “Jun Suh benim!” demişti. Yani Min Hyung’dan ayrılmıştı. Ne zaman peki? Nasıl ayrılmışlardı? O ne haldeydi acaba? Çok üzülmüş müydü? Onu deli gibi merak etse de yanına gidecek cesareti kendinde bulamıyordu bir türlü..

“Nesiyim ki gidip onu teselli edeyim? O söyleyeceği her şeyi söylemedi mi bana zaten..”

Ağzı böyle söylese de onun acı çekiyor olduğunu düşününce bile kalbine bir bıçak saplanıyordu sanki..

“Tanrım ne olur acı çekiyor olmasın..”

Neredeyse “Keşke ayrılmasalardı, o mutsuz olmasın yeter ki..” diyecekti. Bu nasıl bir aşktı böyle? Düşündüklerinden korkmaya başladı.

Tek istediği şey bir kez olsun nasıl olduğunu görmekti, başka hiçbir şey umrunda değildi zaten..

***

Ft Island-Severely 

Min Hyung tahmin ettiği gibi berbat bir haldeydi.. Dün geceden beri bir dakika bile uyumamıştı. Aklındaki o zehirli fikirlerden kurtulmak istese de yapamıyordu. Jun Suh denen o çocukla Byeol’ün kolkola evin önünden uzaklaştıkları o sahne gözünün önünden gitmiyordu bir türlü.. O çocukta farklı bir şeyler olduğunu hissetmişti hep aslında, ama böyle olacağını hiç düşünmemişti. Nasıl yani? Byeol aldatmışmıydı onu şimdi?

Belki de ön yargılı davranıyordu. Belki de durumun o çocukla bir ilgisi yoktu..

“Aptal..” dedi kendi kendine.. “Sen kendini kandırmaya devam et..”

Böyle hissetmekte haklıydı aslında. Bugüne kadar hiç aldatılmamıştı ki.. Hiç reddedilmemişti, tam tersi hep reddeden taraf olmuştu. Peki bu ilişkide ters giden neydi? Tüm bunları düşünmekten adeta kafası patlayacaktı..

Hiç düşünmeden Byeol’e mesaj atmaya karar verdi:

“Nerdesin? Konuşmalıyız”

Saniyeler içinde cevap geldi:

“Skullbar’dayım. Buraya gelebilir misin?”

“O mekan..” dedi kendi kendine. Durum açık seçik ortadaydı işte. Cevap bile atmadan hazırlanıp çıktı. Gazı kökleyip 10 dakikada mekana vardı.

Byeol gözleri kapıda onu beklediği için hemen içeri girdiğini fark edip el salladı. Çocuk sessizce oturdu yanına. Byeol onu hiç bu kadar solgun görmemişti, ama kendisini suçlamayacaktı artık.

“Burada olduğunu tahmin etmiştim” dedi Min Hyung. “Dün gece.. Evimin önünde gördüm sizi..”

Byeol “Lanet olsun” dedi içinden. Tamamen yanlış anlaşılmıştı.

“İzin ver anlatayım..”

Min Hyung susuyordu. Byeol derin bir nefes alıp konuşmaya başladı:

“Aslında meselenin büyük bir kısmını sen de biliyorsun. Ben.. bu şehre geleli uzun zaman olmadı, çok zor günler geçirdim ve o günlerde sen hep yanımda oldun.. Ama ben tek bir an bile mantıklı düşünemedim, öfkem yüzünden, nefretim yüzünden saçma sapan şeyler yaptım. Yalan söylemeyeceğim, benimle ilgilenmen gurumu okşadı, mutlu oldum, ama.. Ben kalbime söz geçiremedim.. Ondan uzak durmaya çalıştım, kaçtım ama olmadı inan.. Seni tek bir an bile aldatmadım. Zamanla aramızdaki mesafenin kapanacağını düşündüm ama olmadı.. Senden af dilemeye bile hakkım yok biliyorum ama yalvarırım affet beni..”

Byeol ağlıyordu, öyle büyük bir vicdan azabı hissediyordu ki kalbi sıkışıyordu.. Min Hyung ise olabildiğine sakindi:

“Bay Tae Woo’ya ve kızına olan öfkenden bahsediyorsun sanırım.. Ha Neul’ı üzmek için benimle olmayı kabul ettin yani? Beni hiç sevmedin..”

Byeol gözyaşlarını silip konuşmaya çalıştı:

“Söz konusu kişi sen olmasaydın asla böyle bir şeyi kabul etmezdim inan.. Ama sen.. Bana öyle yakındın ki.. Olabilir gibi hissettim.. Ha Neul’ı üzmek istedim evet ama ben.. yapamadım.. Onu bu kadar sevdiğimi bilmiyordum, canımın bu kadar yanacağını düşünmemiştim..”

Min Hyung susuyordu. Belli belirsiz “Ne kadar aptalım” dedi sadece. “Bu söylediklerin aklımın ucundan bile geçmedi.. Nasıl bu kadar kör olmuşum inanamıyorum..”

Byeol daha fazla konuşamadı.

“Beni affedebilecek misin?” dedi son kez.

Min Hyung cevap vermedi. Yüzündeki derin hüzün o karanlık ortamda bile kendisini gösteriyordu. Keşke bağırsaydı, öfkelenseydi, böylesi insanın canını çok daha fazla acıtıyordu.

Yavaşça ayağa kalktı. Gitmeden son kez dönüp:

“Kendine iyi bak” dedi sadece. Byeol çocuk gitmeden kolundan tutup:

“Bir dakika” dedi. “Sana vermem gereken bir şey var. Bu defteri sahibine verir misin? Senden son isteğim..”

Min Hyung birkaç saniye eline bırakılan kara kaplı deftere boş gözlerle baktı. Rastgele bir sayfasını açtığında gördüğü ilk cümle şu oldu:

“Kang Min Hyung, seni sevmekten hiç vazgeçmeyeceğim.. Ömrümün sonuna kadar hem de..”

Kafasını kaldırıp Byeol’e baktı bir an. Kızın gözlerinde belli belirsiz bir gülümseme vardı, yavaşça başını salladı.

“Bu defter uzun süredir bendeydi. Sahibine iade edilme zamanı geldi de geçti bile..”

Min Hyung tek kelime etmeden dışarı çıktı. Sahnede şarkı söylemeye çalışan, bir yandan da ikiliyi korku dolu gözlerle izleyen Jun Suh ise “Nasılsın” der gibi baktı ona. Gözyaşlarına hakim olamayan Byeol gülümseyerek başını salladı:

“Her şey bitti.. Artık sadece sen varsın Han Jun Suh..”

***

-14. Bölüm Sonu-

Genel içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 23 Yorum

13. Bölüm: Üzülme, ben yanındayım..

 The Cure – Boys Don’t Cry

Jun Suh bir an hiçbir şey diyemedi. Sadece anlamaz bir bakışla kıza bakıyordu.

“Bahçeye inelim mi?” dedi Byeol merdivenlerden inerken. Jun Suh tek kelime etmeden kızın peşinden aşağı indi.

“Ne teklifinden bahsediyosun sen?”

Byeol yavaşça:

“Çok masum bir teklif bu seferki” dedi. Bugün kafeye gelen bir adam benden bir fuarda ürünlerini tanıtmamı istedi. Hem de bir günde 300 bin won verecekmiş..”

“Eee?”

“Ama bir de erkek çalışana ihtiyaçları olacakmış. Benim de aklıma sen geldin..”

Jun Suh şaşırmıştı. Çok başka şeyler duymayı umuyordu oysaki, hele günlerdir süregelen gerginliği düşündüğünde..

“Bir güne 300 bin öyle mi?”

“Evet” dedi Byeol gülümseyerek. Azarlanmayı bile göze almıştı bunları söylerken çünkü..

“İkimiz çalışacağız yani?”

“Evet..”

“Ne tanıtacakmışız peki? Elimize kondom falan vermesinler sonra son anda!”

“Hayır!” diye bağırdı Byeol. “Saçmalama.. Kaşkol, eldiven, not defteri gibi bi sürü şey var ürünlerin arasında.. Yalnız.. Ürünler çift temalı.. Yani çiftlere özel tasarlanmış..”

Jun Suh şaşkın gözlerle kıza döndü:

“Çiftler için demek! Sevgiline teklif etseydin o zaman, o daha uygun olurdu bu iş için..”

Byeol bozulmuş bir halde evinin kapısına yöneldi:

“Tamam, söylemedim farz et..”

“Dur dur” dedi Jun Suh kızın kolundan tutup. “Özür dilerim.. Tamam seninle çalışmayı kabul ediyorum, paraya ihtiyacım var çünkü..”

“Tamam!” dedi Byeol gülümseyerek. Ben bay Hwang’a haber vereyim.. İyi geceler!”

Kız sevinçle içeri girdi. Jun Suh “Ne saçmalıyorum ben?” diye düşündü bir an. Yine tüm olanları unutmuştu bir anda, bir hafta içinde neler yaşamışlardı oysa ki, bu birlikte çalışma işi de nereden çıkmıştı şimdi.. Jun Suh çok kuvvetli bir virüsün etkisi altında olduğunu bir kez daha anlıyordu, istese de istemese de ondan ayrı kalamıyordu bir türlü..

Byeol hemen patronu arayıp aradıkları kişiyi bulduğunu haber verdi. İçi içine sığmıyordu adeta. Jun Suh ona kızmamıştı, bağırmamıştı. Gözlerinde de o gün gördüğü nefret yoktu.. Onu ne kadar özlediğini anladı bu akşam, ne olursa olsun ondan ayrı kalmak istemiyordu ve Jun Suh görmek istediği umut ışığını yakmıştı bile.. Önündeki kalın kitabı fark etmesiyle beraber kendine geldi. Finaller gelip çatmıştı, kafasını sadece sınavlarına vermek zorundaydı.. Kendi kendine gülümseyerek kitabını okumaya başladı..

***

Oh Won Bin – More Than Friend 

Diğer gün ilk sınavına giren Byeol kızarmış yüzü ve kocaman gözlükleriyle bahçeye çıktı ve ilk bulduğu banka oturup Min Hyung’u beklemeye başladı. Ona söz vermişti, çocuğun eski bir arkadaşının doğum gününe gideceklerdi.

Min Hyung elinde kitaplarla fakültenin kapısında belirdi. Sınav gözetmenliğinin verdiği sıkıntıyla kendisini hemen bahçeye atmıştı. İki genç konuşa konuşa arabaya binip oldukça büyük bir evin önünde durdular.

“Sora benim liseden arkadaşım..” dedi Min Hyung arabadan inerken. “Benden 3 sene küçüktü ama radyo kulübü sayesinde iyi arkadaş olmuştuk..”

İkili bahçe kapısından içeri girdiler. Byeol iç bahçede gördüğü bir çocuğu birine benzetiyordu. İyice yaklaşınca onun Jung Woo olduğunu anladı. Tabii ya, şoför olduğunu söylemişti bir keresinde. Demek bahsettiği küçük hanım Min Hyung’un çocukluk arkadaşıydı.

“Merhaba” dedi çocuğa yaklaşıp. Jung Woo şaşkın bir yüzle arkasını döndüğünde Byeol’ü görüp gülümsedi:

“Yaa! Senin ne işin var burada?”

“Sanırım patronunun doğum gününe davet edildik..”

Jung Woo yüzünü buruşturdu:

“Hıı hıı! İyiki doğmuş!”

Byeol gülümseyerek içeri geçti. Girer girmez karşısında Jun Suh’yu görünce gözlerine inanamadı, hem de yanında Ha Neul vardı.

“Tabii yaa” diye fısıldadı Min Hyung. “Ha Neul’ı da davet etmiş Sora. Tabi o da şu garson çocuğu getirmiş yanında! Off!”

Byeol cevap veremeden “Sunbaeee!!!” diye bir çığlık koptu salonda. Uzun saçlı, çok şık bir kız yanlarına doğru koşuyordu.

“İyi ki geldin sunbae!! Bu kim? Yoksa sevgilin mi?”

Min Hyung kızın saçlarını karıştırdı:

“Yaa! Yoon Sora! Konuşmama izin ver önce. Evet kendisi kız arkadaşım, Lee Byeol!”

Kız Byeol’ü küçümser bir tavırla tepeden tırnağa süzüp yavaşça eğildi:

“Hoşgeldin! Şanslı şey!”

Sonra Min Hyung’un kolundan tutup:

“Sunbae!! Ha Neul unni de burada.. Eski günlerdeki gibi bir araya geldik. Sevgilisini de getirdi, çocuğun sesi öyle güzel ki kesinlikle dinlemelisin!”

Min Hyung kızın hızına yetişemiyor, onun kolunda oradan oraya sürükleniyordu sadece. Yarım saat içinde dev salon ağzına kadar dolmuştu. Jun Suh; Byeol ve Min Hyung’u gördüğünde sadece selam vermekle yetindi, bu durumda alışmıştı galiba.. Ha Neul ise:

“İyi ki Jun Suh da benimle gelmiş” diye düşünüyordu. “Yoksa bu ikisine katlanamazdım..”

Parti tam gaz devam ederken Sora elinde gitarla üst kattan çıkageldi:

“Biraz da kadife sesli Jun Suh’yu dinleyelim ama değil mi? Jun Suh-ssi, bize bir şeyler söyler misin? Bak hayattaki en değerli iki şeyimden birini veriyorum ellerine ona göre.. Gitarım en az babamın geçen doğumgünümde hediye ettiği 50 bin avroluk kolyem kadar değerlidir benim için..”

Kız bir yandan da boynundaki kolyeyi gösteriyordu.

Jun Suh “Bu kız gerçekten çok konuşuyor” diye düşündü. Bir an önce susması için hızla elinden gitarı kaptı.

“Bunun akordu bozuk. Bu işten en iyi Jung Woo anlar. Çağırır mısın onu acaba?”

“Jung Woo mu?” diye bağırdı Sora. “Şoförüm Jung Woo?”

 “Evet..”

Sora kocaman bir kahkaha patlattı:

“O ne anlar gitardan yaa? Gitar görse Haegum zanneder ahahaah!”

Jun Suh sinirden kıpkırmızı olsa da sakin olmaya çalıştı:

“Yanlış biliyorsunuz, kendisi çok güzel gitar çalar, benden çok çok iyi hatta.. Sesi de çok güzeldir..”

Suratında tuhaf bir ifadeyle kalakalan Sora çaresiz Jung Woo’yu çağırdı. Rahatsız şoför üniformasıyla salona giren çocuk gitarı saniyeler içinde akort etti.

“Bize bir şeyler söylesene” dedi Jun Suh. “Herkes sesini çok merak ediyor..”

Jung Woo küçük hanıma bakıp izni alınca gülümseyerek şarkısını söylemeye başladı. Herkes hayran gözlerle izliyordu onu, kim derdi ki üç kuruş maaşla çalışan bir şoför bu kadar yetenekli olsun?

“Dans edelim mi?” dedi Jun Suh Sora’ya dönüp. Oldukça bozulmuş olan kız zorla gülümseyip dansa kalktı. Jun Suh dans ederken neler yaptığını düşünüyordu, arkadaşları ne haldeydi o nelerle uğraşıyordu. Onları yarı yolda bırakmış tam gaz ünlü bir şarkıcı olma yolunda ilerliyordu.. Artık bunu yapmak istemediğini fark etti. Bu yüzden belki de Sora’ya bir teşekkür borçluydu..

Yarım saat içinde Ha Neul ve Jun Suh kalkmışlardı bile.. Jung Woo ile vedalaşan Jun Suh çocuğun eline bir şey sıkıştırdı. Eline bakan Jung Woo kızın 50 bin avroluk kolyesini görünce az daha çığlık atacaktı. Çocuğun ağzını kapatan Jun Suh:

“Suss!” dedi sessizce. “Bırak birkaç gün seni onca insanın içinde aşağılamanın cezasını çeksin. Sonra bir şekilde iade edersin..”

Jung Woo çocuğa sarılıp:

“Teşekkürler..” dedi. “Arkadaşım olduğun için, yanımda olduğun için..”

***

 FT Island – Hello Hello

Partinin ardından kafeye uğrayıp birkaç saat çalışmış olan Byeol yorgun adımlarla dik yokuşu tırmanıyordu. Gözleri yerde yürümeye devam ederken bir kalabalık gördü. Bir şeyler oluyordu orada. Koşarak yanlarına gitti, adamın tekini dövüyorlardı, üstüne üstük etrafta toplananlar da hiçbir şey yapmadan onları izliyorlardı:

“Neler oluyor?” diye bağırdı Byeol telaşla.  Kadınlardan biri arkasına dönüp:

“Yaşlı bir kadının çantasını çalmaya kalkmış bu çocuk. Çok şükür yakaladı adamın teki. Polise verecekler şimdi..”

“Polise gerek kalmamış ki..” diye fısıldadı Byeol. Çocuğun yüzü kanlar içindeydi ve gerçekten çok gençti..

Bahçe kapısından girerken aklında sadece o çocuğun kanlı yüzü vardı:

“Jun Suh..” diye fısıldadı.. “Ya.. Jun Suh da..”

İrkilerek evinin kapısını açtı. “Olmaz..” diyordu bir yandan da. “O hırsız değil ki..”

Aklına başka bir şey getirmemek için diğer gün sınavı olmamasına rağmen gece yarısına kadar ders çalıştı. Kitabını kapatır kapatmaz da gözlerini kapatıp uyumaya çalıştı. Ama bu sefer de rüyalar peşini bırakmıyordu..

Bay Tae Woo’nun evinin kapısını görüyordu.. Kapının önünde sırtında koca bir çanta ve yüzünde maskesiyle Jun Suh.. Bir anda etrafta insanlar belirmeye başlıyordu. İki, üç, on, yüz.. Hepsinin elinde sopalar vardı ve hepsi nefret dolu bakışlarla Jun Suh’ya bakıyorlardı. Havaya kalkan sopaların birer birer aşağı inmesiyle beraber Byeol kan ter içinde uyandı.. Bu nasıl bir kabustu böyle?

Saate baktığında 6 olduğunu gördü. Bir saat içinde hazırlanıp çıkmalıydı, tüm gün Jun Suh ile beraber fuarda çalışacaklardı..

Tek lokma yemeden hazırlanmaya başladı. Tişörtü giyip aynaya baktığında gülmemek için kendisini zor tuttu. Beyaz renkli tişörtün üstünde kocaman kırmızı bir kalp vardı ve altında “My Heart” yazıyordu. İşin komik kısmı bu değil, Jun Suh’nun tişörtüydü. Onunkinde ok ve yay vardı ve altında “Shoot!” yazıyordu.. O solda Byeol sağda feci bir ikili olacaklardı bugün!

Kapının sesiyle kendine geldi. Açtığında ise Jun Suh’nun şaşkın suratıyla karşılaştı. Giyeceği şeyi görmüştü nihayet!

“Yaa! Bunları giymek zorunda mıyız?”

“Maalesef” dedi Byeol. Gülmemek için kendisini zor tutuyordu.

“Saçma sapan bir şeyin içindeyiz ama hayırlısı” dedi Jun Suh sessizce. “Hazır mısın?”

“Hazırım..”

Tam bahçeden çıkacaklarken Byeol Jun Suh’nun kolundan tuttu:

“Bir dakika..”

Byeol ne söyleyeceğini bilmese de bir şeyler söylemesi gerektiğinin farkındaydı.

“Jun Suh-ahh.. Şeyy.. Ben bir rüya gördüm.. Yani rüyamda insanlar vardı.. Seni.. Yani ellerindeki o şeylerle..”

“Ne diyorsun Byeol-ah, anlamıyorum..”

“Tamam” dedi Byeol kesin bir ifadeyle. Bana söz vermeni istiyorum Jun Suh-ah.. Bir daha…”

“Bir daha ne?”

“Bir daha hiçbir şey çalmayacaksın. Lütfen söz ver bana..”

“Bu da nereden çıktı?”

“Sorma lütfen, sadece söz ver, bir daha hayatını tehlikeye atmayacaksın..”

Jun Suh hiçbir şey anlamasa da Byeol’ün yalvaran gözlerine bakınca elinde olmadan:

“Tamam” dedi. “Söz veriyorum..”

“Pekala!” diye bağırdı Byeol kocaman gülümseyip. “O zaman yola çıkabiliriz. Bugün çooook güzel bir gün!”

Jun Suh bu kızı anlayabileceği günün ne zaman geleceğini merak etmeye başlamıştı. Kendisi de bu konuda pek iyi değildi gerçi, başkasını seven bir kızı bırakmamakta inat ediyordu, bunu nasıl yapabildiğini kendisi de bir türlü anlayamıyordu!

Fuar alanına vardıklarında şaşkınlıklarını gizleyemediler. En az 30 stant vardı ve herkes çoktan hazırlanmaya başlamıştı bile.. Jun Suh birkaç dakika montunu çıkarmamakta ısrar etse de sonunda çıkarmak zorunda kaldı. Byeol’ün kalbine fırlattığı ok tam da göğsünün üzerindeydi işte..

Ürünleri dizmeye başladığında ise elinde olmadan utandığını fark etti. Daha birkaç hafta önce çığlık çığlığa kavga ettiği, aşkını haykırdığı kızla liseli sevgililer gibi çift eldiveni tanıtıyordu!

Byeol işe çabuk adapte oldu. İnsanları stantlarına çekmekte oldukça başarılıydı da.. Jun Suh ise put gibi olduğu yerde dursa da liseli kızlar etrafında toplanmaya başlamıştı bile.. Byeol etrafı saran “Oppaaa oppaaa!” sesleri yüzünden bağırarak konuşmak zorunda kalıyordu hatta..

Winter Sonata-Only You 

Küçük kızlardan kurtulan Jun Suh arkasına döndüğünde Byeol’ün yaşlı bir çiftle ilgilendiğini görüp yanına gitti.

“… bu eldivenler size çok yakışır teyzeciğim, bir deneyin isterseniz..”

“Önce siz deneyin..” dedi yaşlı kadın gülümseyerek.

“Nasıl?”

“Denesenize işte..”

Jun Suh Byeol’e baktı. Kız çocuğun yüzüne bakmadan elini eldivene soktu, ardından da Jun Suh.. El ele tutuşur tutuşmaz ikisi de kıpkırmızı oldu. Çaktırmamaya çalışan Jun Suh:

“Beğendiniz mi?” demeye çalışsa da kırmızı yüzü onu ele veriyordu.

“Ay ne tatlılar baksana yoboo ehehe..”

Byeol şaşkın bir halde Jun Suh’nun elini bıraktı.

“Teyzeciğim lütfen..”

Kocasının da katılmasıyla beraber yaşlı çift bir güzel eğlenmişlerdi bu olayın üstüne. Byeol Jun Suh’ya döndüğünde onun da güldüğünü gördü ve rahat bir nefes alıp o da gülebildi. Fuar alanında ilgi çekmeyi de başarmışlardı. Herkes yanlarına gelip çift kaşkolundan, eldiveninden takmalarını istiyordu. Onlar da söylenenlere o kadar alışmışlardı ki günün sonuna doğru hiçbir tepki vermeden sevgili rolü yapmaya başladılar:

“Evet dedeciğim, çok yakışıyoruz değil mi?”

Bunu söylerken o kadar mutluydular ki, bu gün hiç bitmesin istediler bir an.. Tüm o oyunlar, intikam hırsı derken aşkın bir tren olduğunu unutmuştu ikisi de.. Kaçırınca bir daha yakalamak mümkün değildi..

Tüm günü birlikte geçirmişken fuarın toplanmasıyla veda vakti gelmişti.. Ömür boyu ayakta bu işi yapmaya razıydılar oysa ki.. Ama gerçekler çok başkaydı işte..

“Çok iyi iş çıkardınız” dedi bay Hwang. “Yarın ofise gelip paranızı alırsınız. Adınızı da alıyorum, artık bırakmam sizi..”

“Keşke hiç bırakmasan” dedi Byeol içinden. “Ne kafeye gitsem ne okula. Ooof of!”

Saat 12’den sonra külkedisine dönen Sinderella gibi eski hayatlarına dönen gençler hüzünlü bir şekilde otobüse bindiler. Bir de sağ cebinde titremekte olan telefonunu hisseden Byeol iyice gerilmişti. Min Hyung’un tek bir çağrısına bile cevap vermemişti sabahtan beri, çocuk muhtemelen onu deli gibi merak ediyordu..

Birlikte olmak isteyen ama olamayan bu iki zavallı, otobüsün sol arka koltuklarında akıllarında bir sürü şeyle yola devam ettiler..

***

Elinde telefonla salonda dört dönüyordu Min Hyung. Sabahtan beri defalarca aramıştı onu.. Sabah “Bugün meşgul olacağım” demişti ama çocuk bu kadarını beklememişti. İnsan bir kez olsun aramaz mıydı? Tüm gün ne okula ne kafeye uğramıştı, neredeydi bu kız peki?

Son kez arama tuşuna bastı, bu kez de cevap alamazsa evine gidecekti, başka çaresi kalmıyordu.

“Alo..”

Alışkanlıkla telefonu kapatmak üzere olan Min Hyung:

“Yaa!” diye bağırdı. “Neredesin sen Lee Byeol? Ne kadar endişelendim biliyor musun?”

“Özür dilerim.. O kadar meşguldüm ki telefonuna bile cevap veremedim..”

“Ne ile meşguldun peki bütün gün? Özür dilerim ama bunu merak ediyorum..”

“Tek günlük bir iş.. Sabahtan bu saate kadar bir stantta tanıtım yaptım. Öyle yorgunum ki..”

“Off.. Benim de aklıma neler geldi.. Keşke haber verseydin yanına gelirdim, yardım etmeye çalışırdım..”

“Şeyy.. Sınav haftası sen de çok meşgulsün diye haber vermedim..”

“Hiç görüşemedik, seni özledim..”

Byeol ne diyeceğini bilemedi:

“Yarın sınav sonrası görüşürüz..”

Min Hyung derin bir iç çekti:

“Ben de seni özledim demeni umdum bir an..”

Araya kısa bir sessizlik girdi. Byeol belki de bu gece ona her şeyi söylemeliydi. Kendisini bir pislik gibi hissetmekten de kurtulurdu belki bu sayede..

“Aslında seninle…”

“Üzgünüm..” dedi Min Hyung kızın sözünü kesip. “Seni zorlar gibi konuşuyorum.. Bana bir açıklama yapmana gerek yok. Sadece.. Sana kalbimin tüm kapılarını açtığımı bilmeni istiyorum.. İçeri girmen için tek bir adım atman yetecek..”

“Biliyorum” diyebildi Byeol. Ona nasıl “Ben başkasını seviyorum” diyebilirdi o anda.. Yapamıyordu işte.. O kadar nazik, o kadar naif bir insandı ki; ona bunları söylemek dünyanın en zor şeyiydi muhtemelen..

“Yarın görüşürüz” diyerek telefonu kapattı Min Hyung. Kalbinin oldukça hızlı attığını fark etti. İlk defa böyle bir şey yapıyordu. İlk defa bir kızın peşinden koşuyordu. Ve buna hiç alışık değildi..

“Neler yapıyorum?” dedi içinden. “Aşık mı oluyorum yoksa?”

***

 The Cranberries – Animal Instinct

Hava öylesine soğuktu ki biraz daha hareket etmezse donacağını sandı Byeol. “İçeri girsem mi?” diye düşündü ama Jun Suh ile stüdyonun karşısındaki durakta buluşmak üzere sözleşmişlerdi.

“Birazdan gelir herhalde..” dedi içinden. Hiç üşümese bile içeri girip onu şarkı söylerken dinleme fikri çok cazip geliyordu aslında, yine de olduğu yerde beklemeye devam etti.

Jun Suh görünmüştü işte, yanında Ha Neul ve bir iki kişiyle stüdyodan çıkıyordu. Gruptan ayrılıp kızın yanına doğru koşmaya başladı:

“Uff amma soğukmuş.. Çok bekledin mi?”

“Yoo.. Şimdi geldim.. Yorgunsan biraz dinlen istersen, adam saat vermedi görüşmek için..”

“Bir an önce gidelim.. Otobüs geldi bile bak..”

Byeol bu yeni duruma da alışamamıştı aslında. Arkadaş değillerdi, sevgili değillerdi.. Nasıl konuşacağını bilemiyordu, yan yana oturduklarında bile elinde olmadan geriliyordu..

“Nasıl gidiyor çalışmalar?” dedi sessizliği bozmak için.

“Henüz ilk şarkıyı söyledik” dedi Jun Suh. “Profesyonel kayıt yapmak gerçekten zormuş..”

“Bu çok güzel bir fırsat senin için” dedi Byeol gülümseyerek. Jun Suh beklediği tepkiyi vermiyordu ama, buruk gibiydi sanki, yıllardır beklediği fırsatı yakalayan biri gibi değildi..

“Kayıt yapmayı çok özlemişim..” dedi konuyu değiştirmek istercesine. “Elimde olsa tüm gün orada şarkı söyleyebilirim.. Bay Seo bana stüdyonun anahtarını verdi biliyor musun?”

Byeol şaşırmıştı:

“Hemen?”

“Evet.. İstediğim zaman gelip çalışabileceğimi söyledi.. Bundan güzel bir şey olamaz benim için.. Kendimi daha iyi hissettiğim bir yer yok bu dünyada.. Derdimi, sıkıntılarımı bir tek orada unutabiliyorum.. Sığınağım sanki..”

Müziğe böylesine aşık birinin sonunda hakettiği yere gelebilmesi nasıl da muhteşem bir şeydi. Byeol onun için, hatta onun yerine de deli gibi mutlu oluyordu bunu düşününce..

Gelmişlerdi. Hızlı adımlarla “Hanseon Tekstil” tabelasının asılı olduğu binadan içeri girdiler. Byeol’ün umduğu kadar büyük bir yer değildi burası. Muhasebe katına çıkıp bay Hwang’ın kendilerine verdiği kartı görevli kadına uzattılar. Kadın beklemelerini istedi, bay Hwang orada değildi muhtemelen..

Yarım saat sonra kadın elinde iki zarfla yanlarına döndü:

“Beklettiğim için özür dilerim.. Bay Hwang ile konuştum. Buyrun..”

Uzatılan zarfı alan Byeol ve Jun Suh çabucak açıp parayı kontrol etmeye başladılar. Parayı birkaç kez sayan Byeol:

“Bu para eksik..” dedi. “Burada 200 bin var. Biz 3oo bin alacağız.. Bay Hwang ile o şekilde konuştuk..”

“Bana bu kadar vermemi söyledi üzgünüm..”

“Nasıl yani?” diye bağırdı Jun Suh. “Bize öyle söylemedi. Çok iyi çalıştığımız için ekstra ücret de vereceğinden bahsetmişti hatta. Siz kimi kandırmaya çalışıyorsunuz?”

Byeol Jun Suh’ya dönüp:

“Sakin ol..” dedi. “Bu işi bay Hwang ile halledeceğiz anlaşılan.. Onunla nasıl görüşebiliriz..”

“Bugün buraya gelmez..” dedi kadın. “Konukları gelecekti, onları ağırlar tüm gün..”

“Biz de evine gideriz o zaman.. “

Kadın ciddileşti:

“Size adresini veremem.. Üzgünüm..”

“Vereceksin..” dedi Jun Suh. “Eninde sonunda o adresi bulacağıma emin ol.. Şimdi verirsen bizden hemen kurtulabilirsin..”

“Ama..”

“Senden aldığımız söylemeyiz..”

Kadın Jun Suh’nun tavrından ürkmüştü.. Bir kağıda bir şeyler yazıp ellerine tutuşturdu.

“Gidin bay Hwang ile hesaplaşın o zaman.. Adresi benden aldığınızı da kimseye söylemeyin..”

Gençler hızlı adımlarla aşağı indiler.

“Yaa!” dedi Byeol nefes nefese. “O tavır da neydi öyle.. Kadın çığlık atacak diye korktum.. Ya güvenliği çağırsaydı”

“Ben de Robin’sem o adama hakkımızı yedirmem.. İsterse Seul’ün tüm polislerini çağırsın..”

“Bu çocuk gerçekten Robin..” dedi Byeol çocuğun peşinde koştururken.. Jun Suh adeta kendini kaybetmişti..

*

Kocaman bir evin önünde durdular. Kapı numarasına bakan Byeol:

“Geldik..” deyip beklemeden kapıyı çaldı. Bahçe kapısını açan hizmetçinin peşinden içeri girdiler.

“Bay Hwang odasında konuklarıyla ilgileniyor. Geldiğinizi ona bildireceğim” dedi kadın. Gençler dev salondaki koltuklardan birine oturdular. Byeol etrafı süzüyordu:

“Woaa! Şu eşyalara bak.. Hepsi antika!”

“Parayı böyle adamlar bulur zaten” dedi Jun Suh. “Bunların her birine bir Robin Hood şart!”

Gördüğü rüyayı hatırlayan Byeol bir anda irkildi. Havada uçuşan sopalar hala gözünün önündeydi.. Jun Suh’ya bir şeyler söylemek istese de söyleyemedi..

Hizmetçi kadın aşağı indi:

“Bay Hwang meşgulmüş. Sizinle ilgilenemeyecek..”

“Onun ilgisine ihtiyacımız yok zaten..” dedi Jun Suh. “Paramızı almaya geldik. Git ona bunu da söyle..”

“Beyefendi bana herhangi bir şey söylemedi. Lütfen evi terkediniz, yoksa sizi attırmak zorunda kalacağım..”

Byeol “Nasıl!!!…” diye bağıran Jun Suh’nun kolunu tutup:

“Bırak çıkalım..” dedi. “Başımız derde girecek.”

Jun Suh tek kelime edemedi. Sessizce “Lanet olsun!” diyerek Byeol’ün peşinden bahçeye çıktı. Kızın yanına geldiğinde söylenmeye devam ediyordu:

“Neden engelledin beni? Bekleyecektik orada işte! Eninde sonunda aşağı inecekti o herif?”

“Off!” diye bağırdı Byeol. “Ne sanıyorsun? Buyrun deyip elimize mi sayacak paramızı? Şu ilerideki adamları görmüyor musun? Onlar ağzını burnunu dağıtsaydı da bir güzel rahatlasaydın sen de!”

Suratları beş karış otobüse bindiler ve yol boyunca tek kelime konuşmadılar. Her işleri berbat gitmek zorunda mıydı? Byeol o iş yüzünden sınavına çalışamamıştı, tüm gün ayakta durduğu için de ayakları hala ağrıyordu. Ama Jun Suh’nun halini görüp şikayet bile edemiyordu. Tek kelimesiyle dönüp ölesiye dayak yiyebilecek bir haldeydi zavallı çocuk..

Yokuşu çıkıp evin önüne vardıklarında ileriden kendilerine doğru bağırarak koşan Jae Suk’u gördüler.

“Yaa! Han Jun Suh neredesin sen? Telefonun neden kapalı?”

“Kapalı mı ki?” dedi Jun Suh elini cebine atıp. Sonra başını kaldırdı:

“Ne oldu ki?”

“Sakın heyecanlanma.. Bak.. Şey oldu..”

“Ne oldu söylesene!!”

“Babaannen fenalaştı, hastaneye kaldırdılar bir saat kadar önce. Ben sana haber vermek için…”

Jun Suh bir an şoka girip hiçbir şey söyleyemedi, saniyeler sonra:

“Hangi hastane?” diye bağırdı. Ardından arkasında Byeol ile birlikte Jae Suk’un motoruna binip gaza bastı. Byeol çocuğun tüm vucudunun titrediğini hissedebiliyordu. Kavradığı beline sıkıca sarılarak:

“Korkma” diye bağırdı. Sesi duyulmasa da onu teselli etmek istiyordu.

“Eminim çok iyidir şimdi, korkma, o çok iyi..”

*

 Shining Inheritance- Crazy in Love

Jun Suh’yu gören Jung Suh kalkıp abisine doğru koşmaya başladı:

“Oppaa! Neden açmıyorsun telefonunu? Babaannem.. babaannem..”

“Korkma ben buradayım.. Nerede şimdi, onu görmek istiyorum..”

“Ameliyata aldılar.. Kalp krizi geçirmiş! Görsen nasıl kötüydü! Ona bir şey olmaz değil mi? Ya ölürs…”

“Saçmalama!” diye bağırdı Jun Suh. “Annemiz babamız öldüğünde elimizden tutup bizi kaldıran kimdi hatırlasana! Ne kadar güçlüdür o, birazdan açacak gözlerini görürsün..”

Jun Suh hıçkırıklara boğulan kardeşine sımsıkı sarıldı. Onun neler hissettiğini çok iyi anlıyordu. Şu hayatta yanlarında olan, onları koruyan; sevgilileri, arkadaşları onları dışlarken yanlarında olan tek bir kişi vardı ve o da şu anda içeride ameliyat masasındaydı..

Oturup beklemeye başladılar. Jun Suh beklerken kardeşine defalarca babaannesinin nasıl fenalaştığını soruyor, kız da bıkmadan anlatmaya devam ediyordu.. Anlatacak bir şey de yoktu aslında.. Kadın uzun zamandır kalbi sıkışsa da bunu belli etmemeye çalışıyordu, ama en sonunda zayıf kalbi buna dayanamamıştı..

4 saat sonunda ameliyathanenin kapısı açıldı ve çıkan doktor güzel haberi verdi. Ameliyat çok güzel geçmişti, her şey yolundaydı..

Jun Suh birden öylesine mutlu oldu ki dert ettiği onca şeyin ne kadar boş olduğunu bir kez daha anladı. Sevdikleri ile olmaktan, onları kaybetmemekten daha önemli bir şey yoktu işte şu hayatta..

Yaşlı kadın ameliyatın ardından bir hafta daha hastanede kaldı. Bu sürede Jun Suh ve kardeşi onun yanından hiç ayrılmadılar. Byeol de fırsat buldukça ziyaretine gelmeye çalıştı. Kısaca günden güne her şey daha da iyiye gidiyordu. Ta ki taburcu olma gününe kadar..

*

Jun Suh anlamaz bir bakışla doktora bakıyordu:

“Nasıl yani? 12 milyon mu???”

“Evet..” dedi doktor. “Sizin için elimizden geleni yaptık bay Jun Suh, emin olun bu fiyat ameliyatınıza göre gayet cüzi..”

“Ne zamana kadar getirmemiz gerekli parayı?” diye sordu Byeol. Jun Suh sert bir bakışla kıza döndü:

“Ben hallederim Byeol. Sen karışma..”

“3 gün içinde” dedi doktor. Adamın bu kesin tavrı karşısında gençler tek kelime etmeden odadan çıktılar. Jun Suh bitkin bir haldeydi.

“Merak etme” dedi Byeol çekinerek. “Bulacağız bu parayı..”

“Yaa! Ne dedim ben içeride. Bu benim meselem. Bırak ben halledeyim Lee Byeol..”

“Saçmalama! Birilerinden borç bulmak gerekecek..”

“Dayımdan isteyeceğim.. Eski patronumdan, eski arkadaşlarımdan.. Gidiyorum ben!”

Jun Suh bir anda fırladı.

“Ben de herkese soracağım!” diye bağırdı Byeol çocuğun arkasından. “Bulacağız o parayı merak etme!”

Jun Suh önce eski patronuna gitti. Geçen yıl adamın barı kapanınca Jun Suh ortada kalmıştı, bu yüzden ona bir iyilik borcu vardı. Ama hiç parasının olmadığını, çok zor durumda olduğunu söylerek uzun uzun dert döktü Jun Suh’ya. Çocuk gittiğine gideceğine pişman oldu..

Ardından dayısında aldı soluğu.. Durumu gayet iyi olan bu adam senelerdir bu çocuklar ne durumda diye düşünüp bir kez olsun yanlarına bile gelmemişti.. Jun Suh’nun babasını sevmeyen bu aile annesini de hiç affetmemişlerdi. Kazadan sonra, en zor durumda bile kardeşinin çocuğunu düşünmeyen bu adamın insafa gelebileceğini düşündü Jun Suh.

“Yıllardır senden hiçbir şey istemedim dayı.. Şimdi de tek istediğim bana biraz borç vermen. Emin ol ödeyeceğim..”

Adam tam da umduğu cevabı verdi aslında.. “Ben de zor durumdayım.. Kartlarım dolu vs vs..” Jun Suh elleri bomboş çıktı o evden de.. Çok ama çok çaresizdi..

Byeol de aynı anlarda bay Tae Woo ile konuşuyordu. Para veremese de bile borç verebilecek tanıdıklarının olup olmadığını soruyordu. Adam da kızın anlattıklarını dinlemiş, hatta üzülüp yakınlarını aramaya koyulmuştu. Byeol şube açma işini bozduğuna bir kez daha pişman oldu. Belki parası olsa bay Tae Woo onlara borç verebilirdi..

Min Hyung’u arayıp aramama konusunda kararsız kaldı.. Para istediği an çıkarıp ne kadar isterse vereceğini biliyordu ama ona yaptığı bunca şeyden sonra bir de para istemek çok büyük bir yüzsüzlük gibi geliyordu. Eli telefona gitmiyordu bir türlü.. Ondan para aldığında ona biraz daha bağlanmak zorunda kalacaktı üstüne üstük..

Gençler iki gün boyunca oradan oraya koşuştursalar da elleri bomboş kalmıştı. Jun Suh babaannesini o hastaneden çıkarmak için ne gerekiyorsa yapıyordu ama olmayınca olmuyordu işte.. Onun bu halini gören Byeol bir şey yapamadığı için kendisine kızıyordu.. En sonunda aklına gelen şeyi yapması gerektiğine karar verip hiç düşünmeden annesini aradı.. Jun Suh ona çok kızacaktı ama bunu yapmak zorundaydı..

Jun Suh’ya haberi vermek için önce eve gitti, çocuk evde yoktu. Bugün çalışmayacaktı da.. Üstüne üstük telefonu da kapalıydı.. Byeol’ün aklına her zaman takıldıkları o depo geldi. Arkadaşları oradaysa yerini söylerlerdi belki..

Akşamın geç saatlerinde dar sokaklardan ilerleyip depoya vardı. İçeriden sesler geliyordu, ama aralarında Jun Suh yoktu muhtemelen. Jae Suk’un sesini net olarak duyabiliyordu:

“Başka çaresi kalmadı” diyordu çocuk. “O parayı bulmak için her şeyi yaptı..”

“Hem.. O adam bunu hak ediyor..” dedi Jung Woo. “Buna hırsızlık denmez emin ol..”

“Ailesiyle birlikte yurtdışına çıkmış olması da büyük şans..”

Byeol donakaldı. Duyduklarına inanamıyordu. Jun Suh.. Bu gece..

F.T Island – Let Go 

Kapıyı hışımla itip içeri daldı ve Jae Suk’un yakasına yapıştı:

“Nereye gitti Jun Suh?? Kimden bahsediyordunuz? Bay Hwang’ın evine mi gitti yoksa??

Jung Woo arkadaşına baktı önce.

“Söylesene!!!” diye bağırdı Byeol.

“Evet” dedi çocuk sessizce. “Hakkınızı vermeyen o adamın evine gitti..”

Byeol’ün gözleri doldu, sesi titriyordu:

“Hayır.. Yapmaz.. Jun Suh bana söz verdi.. Yapmayacağım dedi.. Yapmaz..”

“Yapmak zorunda.. Bize kimse acımıyor Byeol, bazen istemediğimiz şeyler yapmak zorunda kalıyoruz. O da böyle olsun istemezdi..”

Byeol saatine baktı. 11’i geçiyordu..

“Ne zaman gitti?”

“Bir iki saat oldu.. Çoktan işini bitirmiştir..”

Byeol tek kelime etmeden fırladı. Nefes almadan koşuyordu:

“Yapmaz” diyordu bir yandan da.. “Bana söz verdi.. Jun Suh yapmaz..”

Aklında hep rüyası vardı. Jun Suh, sırtında çantası ve elinde sopalarla etrafını çevreleyen insanlar..

İlk gördüğü taksiyi durdurup bay Hwang’ın evine vardı. Evin çevresindeki duvarlardan içeride neler olduğu görünmüyordu. Byeol hiç düşünmeden kapıyı çaldı.

“Buyrun” diye bir ses geldi. Byeol panikten ne diyeceğini bilemese de çabucak kendine geldi:

“Şey.. Ben geçen gün gelmiştim.. Küpemi düşürmüşüm burada.. Buldunuz mu diye soracaktım..”

“Bu saatte?”

Kadın haklıydı.

“Çok önemli benim için.. Özür dilerim..”

Hizmetçi kadın kızı salona aldı. Her şey yolunda gibi görünüyordu. Kadın diğer çalışanları çağırıp küpe görüp görmediklerini sordu. Byeol etrafı incelerken onları duymuyordu bile.. Jun Suh buralarda mıydı? Yakalanmış mıydı yoksa?

“Kimse görmemiş.. Üzgünüm” dedi kadın..”

“Yaa.. Benim için çok önemliydi.. Biri çalmış olabilir mi?”

“Mümkün değil.. Ev sahipleri burada değiller.. Görmüş olduklarını sanmıyorum ama gelince onlara da sorarım..”

Byeol dışarı çıktığında rahat bir nefes aldı. Jun Suh gelmemişti işte, yapmamıştı, sözünü tutmuştu! O buraya gelse bu hemen anlaşılırdı. Byeol gözyaşlarına engel olamadan başını kaldırıp bağırmaya başladı:

“Jun Suh-aaaah! Teşekkür ederim!!! Teşekkür ederim Jun Suh-aaah!!!”

Gözyaşlarını silerken aklında bir tek soru vardı. Buraya gelmediyse nereye gitmişti bu çocuk.. Tüm ihtimalleri değerlendiren Byeol’ün aklına Jun Suh’nun sözleri geldi:

“… kendimi daha iyi hissettiğim bir yer yok bu dünyada.. Derdimi, sıkıntılarımı bir tek orada unutabiliyorum..”

“Orada olmalı!” diyerek yine koşmaya başladı. Kötü bir şey yapmadan ona parayı bulduğunu haber vermeliydi.. Yoksa bu gece iyi bitmeyecekti..

Stüdyoya vardığında kapısının aralık olduğunu gördü. Sessizce içeri girdi, derinlerden bir ses geliyordu. Uzun koridorda ilerledikçe sesin Jun Suh’ya ait olduğunu anlayıp koşmaya başladı. Buradaydı işte!

Gerçekten oradaydı. Camla kaplı o odanın içinde şarkı söylüyordu. Daha doğrusu söylemeye çalışıyordu, çünkü Jun Suh hıçkıra hıçkıra ağlıyordu bir yandan da..

Çocuğun boş duvarlara vuran sesini ve hıçkırıklarını duyan Byeol olduğu yerde kalakaldı. Onun sesini taa içinde hissediyor, onun gözyaşlarında boğuluyordu sanki..

Jun Suh söyledi, Byeol dinledi..

Jun Suh ağladı, Byeol ağladı..

Daha fazla dayanamayan çocuk yere çöktü. Artık şarkı söylemiyordu..

Byeol koşarak odanın kapısını açtı. Kapının açıldığını fark eden Jun Suh kafasını kaldırıp kıza baktı, Byeol ise çocuğun yanına çömelip ona sımsıkı sarıldı. Jun Suh ağlamaya devam ediyordu:

“Yapamadım..”

Byeol çocuğun gözyaşlarını sildi önce, sonra yavaşça dudaklarına eğildi ve onu öpmeye başladı.. Jun Suh hiçbir tepki veremedi, sadece kendisini ona bıraktı.. Onun yanında olması ihtiyacı olan tek şeydi belki de..

“Her şey geçti..” dedi Byeol. “Üzülme, ben yanındayım, hep yanında olacağım, seni seviyorum Jun Suh-ah.. Hem de tüm kalbimle seviyorum..”

***

-13. Bölümün Sonu-

Genel içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 14 Yorum

12. Bölüm: Artık bu oyunu sürdürebileceğimi sanmıyorum..

Shining Inheritance-Love is Punishment

Mekan ıslık ve çığlıklardan yıkılacaktı adeta.. Durumun farkına varan Jun Suh geri çekilmeye çalışsa da Ha Neul tek koluyla onu sıkıca kendisine çekmeye devam ediyordu. Jun Suh daha fazla dayanamayıp kızın kolunu üzerinden çekti. Ha Neul hiç de beklediği gibi utangaç ya da şaşkın değildi; öfke dolu ve kendisinden emin bir bakış vardı yüzünde. Tıpkı Byeol gibi bakıyordu o anda..

Min Hyung dehşet dolu gözlerle sahneye bakıyordu. “Yanlış mı görüyorum?” diye söylenerek daha da dikkatli baktı, evet o kız Ha Neul’dan başkası değildi..

Aynı şekilde sahneye kilitlenmiş olan Byeol bir anda elinin bırakıldığını hissetti. Min Hyung hızla yanından uzaklaşmış, sahneye doğru yürüyordu. Ha Neul’ın yanına kadar gelip hışımla kolunu tuttu:

“Yürü!”

Ha Neul cevap veremeden Min Hyung’un arkasından sürüklenmişti bile. Jun Suh tek kelime edemedi bu durum karşısında. Çünkü patron karşıdan ona bakıyor “Devam etsene!” dercesine el kol hareketleri yapıyordu. Jun Suh arkadaşlarına göz kırpıp şarkı söylemeye devam etti. Gözü bir yandan da Byeol’deydi, çünkü kız hala olduğu yerde hareketsiz duruyordu..

Min Hyung Ha Neul’ı kapının dışına kadar götürdü, daha da yürümeye devam ederken kız çocuğun kolunu silkeledi:

“Yaa! Ne yapıyorsun sen?”

Min Hyung sinirle arkasına döndü:

“Asıl sen ne yapıyorsun? Biraz önceki rezillik de neydi öyle?”

Ha Neul kendisini toparlamaya çalıştı, beklediği an gelmişti işte..

“Bu seni hiç ilgilendirmez? Sen ne hakla bana karışabiliyorsun ki?”

Min Hyung bu sözler karşısında daha da öfkelendi:

“Nasıl böyle konuşabiliyorsun? Aklını mı kaybettin? Onca insanın içinde daha yeni tanıdığın bi çocukla öpüştün Park Ha Neul farkında mısın??”

Ha Neul amacına ulaşmıştı işte, Min Hyung’un sinirden sesi titriyordu..

“Onunla ne zaman tanıştığımı nerden biliyorsun? Hem.. Sevgilimle öpüşmemin nesi yanlış ki??”

“Sevgilin mi? Tüm bunları neden yaptığını biliyorum Ha Neul, lütfen daha fazla saçmalama.. Üzülmeni hiç istemiyorum..”

“Tüm bunların seninle bir ilgisi yok.. Benim için endişelenmeni falan da istemiyorum. Sevgilin içeride değil mi hem, onu daha fazla bekletme istersen..”

Ha Neul cevap beklemeden hızlı adımlarla içeri geçti. Onun bu tavrı Min Hyung’u daha da sinirlendirmişti:

“Tae Woo ajusshi ile konuşacağım tüm bunları!” diye bağırdı arkasından. “Yanlış bir şey yapmana izin vermeyeceğim Ha Neul!!”

Ardından o da içeri girdi. Byeol yerinden bir adım bile kıpırdamamıştı. Min Hyung kızın yanına gelip:

“Kusura bakma” dedi. “Başka bir yere gidelim istersen..”

“Olur..” dedi Byeol sessizce. İkili arkalarına bakmadan bardan çıktılar daha sonra.. Onların çıktığını gören Ha Neul da çantasını alıp mekanı terketmek zorunda kaldı, onca insanın gözleri üzerindeyken burada daha fazla duramazdı..

Min Hyung ve Byeol bir çadıra geçip bir şeyler atıştırmaya karar verdiler. Byeol birkaç dakikanın ardından sessizliğini bozdu:

“Ha Neul’ın Jun Suh ile öpüşmesi seni neden bu kadar çok kızdırdı?”

Min Hyung derin bir nefes aldı:

“Çünkü.. Çünkü Ha Neul’ın sırf beni kızdırmak için böyle davrandığını biliyorum, yoksa o asla böyle bir kız değildir.. Korkuyorum Byeol, o öylesine temiz kalpli ki, birilerinin ona zarar vermesinden korkuyorum..”

Bunları söyledikten birkaç saniye sonra Byeol’e döndü ve:

“Tabii” dedi, “Sen bilmiyorsun.. Ha Neul.. Beni sevdiğini söylemişti birkaç ay önce.. Ben onu reddedince de bana karşı tavır aldı.. Bugüne kadar susmuş olsam da bu gece yaptığı şey bardağı taşıran son damla oldu..”

Byeol elinde olmadan gülümsedi, Min Hyung ona açıklama yapmaya çalışıyordu..

“Korkmana gerek yok..” dedi. “Jun Suh ona asla zarar vermez.. O kimseye zarar verecek biri değil.. Ona güvenebilirsin..”

“Bilmiyorum..” dedi Min Hyung. “Bu çocuk birkaç ay öncesine kadar Tae Woo ajusshinin kafesinde çalışıyormuş. Sonra kovulunca olay çıkarmış, kafedekileri tehdit etmiş falan.. Ha Neul’ın etrafında dolaşması bana tesadüf gibi gelmiyor..”

Byeol bu sözler karşısında oldukça şaşırmıştı.. Aslında çocuk haklıydı, tüm bunlar bir tesadüf değildi, ama Jun Suh’yu ne kadar da yanlış tanıyordu..

“Ben Jun Suh’yu tanıyorum” dedi kendinden emin bir sesle. “O düşündüğün gibi biri değil merak etme..”

Min Hyung bir şeyler anlatmaya devam ediyor, Byeol bir türlü kafasını veremiyordu. “Neden?” diye soruyordu içinden sadece. “Neler oldu orada öyle? Jun Suh ne yapmaya çalışıyor?..

***

Haluk Levent-Zifiri 

Jun Suh’nun performansını tamamlar tamamlamaz ilk yaptığı şey Ha Neul’ı aramak oldu, ama telefonu kapalıydı.

“Evine gitsem olmaz..” dedi içinden. “Ne yapsam ki?”

Düşünceli bir halde barın kapısından çıkarken cılız bir sesle kendine geldi:

“Jun Suh-ssi..”

Sağına dönen Jun Suh kaldırım taşına oturmuş olan Ha Neul’ı gördü.

“Yaa Ha Neul-ah! Bu soğukta neden dışarıda oturuyorsun? İçeri girseydin ya!”

“Giremem” dedi kız sessizce. “Herkes bana bakıyor..”

Jun Suh kolundan tutup yavaşça kaldırdı kızı.

“Üşümüşsün.. Hadi evine götüreyim seni..”

“Hayır” dedi Ha Neul. “Bir şeyler içelim mi gitmeden? Gitmek istemiyorum Jun Suh-ah..”

Jun Suh başını salladı.

“Uzaklaşmayalım fazla” diye ekledi Ha Neul. “Yakınlarda bir arkadaşımda kalacağım bu akşam..”

İkili birkaç saat önce Min Hyung ve Byeol’ün gittiği çadıra geçtiler. Ha Neul’ın yanakları kıpkırmızıydı. Başkaları kızın soğuktan kızardığını zannedebilirdi, ama Jun Suh onun ne kadar utandığını fark edebiliyordu.

“Özür dilerim Jun Suh-ssi..” dedi neredeyse duyulamayacak kadar kısık bir sesle. “İş yerinde, onca insanın içinde seni zor duruma soktum..”

“Önemli değil..” dedi Jun Suh. “Özür dilemene gerek yok, seni anlıyorum..”

“Anlıyor musun?”

“Evet.. O çocuk için.. Min Hyung songseng için yaptığını biliyorum..”

Ha Neul’ın gözleri doldu, ağlamak üzereydi:

“Evet..” dedi. “Ben bu haldeyken sevgilisiyle mutlu mesut takılması sinirimi bozdu.  Bu kadar düşüncesiz davranabilmesi canımı sıktı anladın mı? O da üzülsün istedim..”

Jun Suh elinde olmadan gülümsedi, Ha Neul anlamaz gözlerle bakıyordu çocuğa.

“Neden gülüyorsun?” diye sordu.

Jun Suh gülmeye devam ediyordu:

“Sen benden özür diliyorsun ya, asıl benim sana teşekkür etmem lazım.. Düşüncesizin birine daha güzel bir ders verdim sayende..”

Ha Neul çocuğun gözlerine bakıp:

“O kız değil mi?” diye sordu. “Min Hyung’un sevgilisine nasıl baktığını gördüm..”

Jun Suh cevap vermedi. Duygularını bu denli belli ettiği için kendine kızıyordu sadece, tek suçlu kendisiydi..

“Yaa susmasana!” diye bağırdı Ha Neul. “Değerimizi bilmeyen insanları sevmemiz bizim suçumuz değil.. Kendini suçlama sakın..”

“Canım çok yanıyor..” dedi Jun Suh. “Kendime engel olamıyorum..”

“Haline şükretmelisin..” dedi Ha Neul gülümseyerek. “Bir de beni düşünsene, ilk gördüğüm günden beri seviyorum onu.. Başka kimseyi sevemedim ben, kime bağlanmaya çalışsam onu gördüm, herkesi onunla kıyasladım, olmadı yapamadım Jun Suh-ah.. Lanetli miyim neyim anlayamıyorum bir türlü..”

Jun Suh kızın kolunu tutup:

“Saçmalamasana..” dedi. “Ne dedin biraz önce, bu yaşadıkların senin suçun değil..”

Ha Neul ıslanan gözlerini sildi:

“Yaa başka şeylerden bahsedelim Jun Suh-ah, ilk aşkını anlatsana bana, ya da hiç aşık oldun mu bundan önce?”

“Bilmiyorum” dedi Jun Suh düşünceli bir ses tonuyla. “Eğer şu an hissettiğim şey aşksa, sanırım daha önce hiç aşık olmadım ben.. Yalnız.. Birine öyle çok güvenmiştim ki.. Onsuz yaşayamam zannetmiştim.. Ama hayatta en kötü şeyleri yaşadıktan sonra anladım ki kimseye güvenmemek gerekliymiş..”

“Anlatsana.. Ne oldu sonra?”

“Önce annemle babamı kaybettim, sonra okulu bıraktım, en sonunda da kenar semtlerden birine taşınmak zorunda kaldım. Ve gün geçtikçe daha az aramaya başladı beni.. Önce haftada bir, sonra iki haftada.. Sesi bir yabancının sesine dönüşüyordu git gide. Ve son gönderdiği mesajda “Yapamıyorum” yazdı. “Özür dilerim ama devam edemiyorum..”

“Nasıl yani?” diye bağırdı Ha Neul. “O kötü günlerinde seni terk etti ha? Bence sevinmelisin Jun Suh-ah, kurtulmuşsun o kızdan..”

“Bırakalım bunları..” dedi Jun Suh elindeki bardağı kaldırıp. “Gelecek güzel günlere içelim..”

Kadeh kaldırıp saatlerce o çadırda oturup sohbet ettiler. Son konuşmaları sohbetten çok saçmalama kıvamındaydı tabii. Özellikle Ha Neul küp gibi sarhoş olmuştu. Jun Suh kızı kaldırmaya çalıştı:

“Ha Neul-ah.. Arkadaşının evi neredeydi, söyle de götüreyim seni..”

Ne yapsa boştu, kız çoktan sızmıştı.. Jun Suh “Ne yapmalıyım?” diye düşündü. “Evine götürsem babası bu sefer bana neler yapar tahmin bile etmek istemiyorum.. Bizim eve götürsem babaannemin gazabından kurtulamam! Ee nereye götüreceğim ben bu kızı?”

Otele gitmekten başka bir çaresi kalmamıştı. Kızı sırtlandığı gibi en yakın ve en ucuz otelin yolunu tuttu!

Otel girişindeki adamın yüzündeki o tuhaf gülümsemeyi fark eden Jun Suh gülsün mi sinirlensin mi bilemedi.. Birden aklına “My Sassy Girl”deki çocuğun dramı gelince gülmekten kendisini alamadı ama..

Yatağın üzerine Ha Neul’ı bıraktığı an yorgunluktan öldüğünü fark etti, kan ter içinde kalmıştı. “Bir köşede kıvrılsam ben de..” dedi içinden. Ne mahzuru vardı ki burada kalmasının?

“Jun Suh-ahh..”

Arkasına dönen Jun Suh Ha Neul’ın yataktan doğrulduğunu gördü. Kız kendinden değildi ve boş gözlerle çocuğa bakıyordu.

“Beni odama kadar getirdin mi Jun Suh-ah?.. Teşekkür ederim.. Teşekkür ederim..”

“Yaa Ha Neul! Burası odan değ..”

Jun Suh cümlesini tamamlayamamıştı çünkü Ha Neul kolundan tutmuş çekiyordu onu..

“Çok yalnızım Jun Suh-ah.. Beni bırakma olur mu?”

Zar zor konuşabiliyordu. Çocuğa yanına çekip ayağa kalktı. Önce biraz sendelese de ayakta kalabilmeyi başardı. Ve çocuğun gözlerine bakarak kendi gömleğinin düğmelerini teker teker açmaya başladı..

Jun Suh şaşkın gözlerle izliyordu kızı, çok sarhoştu ve muhtemelen yarın sabah bu yaptıklarını hatırlamayacaktı bile. Ama gözleri o kadar kararlı bakıyordu ki..

Ha Neul gömleğini çıkarmıştı bile. Çocuğa sıkıca sarılıp dudaklarını onun dudaklarına doğru yaklaştırdı..

Jun Suh bir an paniğe kapıldı. Ne yapıyordu bu kız böyle? Ve o ne yapmalıydı?

Birkaç saniye içinde tuhaf tuhaf şeyler geçti aklından. Bu gece Ha Neul’ın istediği gibi bitse her şey sona ermiş olurdu. Hem Byeol’ün istediği de olurdu işte, onu en kötü şekilde terk etmesini istememiş miydi o da? Bu saçma oyun da bitmiş olurdu böylece, “Kalp hırsızı Jun Suh” olmazdı artık bu sayede..

Ha Neul’ın dudaklarını hissettiğinde birden kendine geldi. Neler düşünüyordu böyle? Nasıl bu denli saçmalayabiliyordu?

Yavaşça kızı kendinden çekti, Ha Neul boş gözlerle ona bakmaya devam ediyordu. Jun Suh gülümseyerek kıza sarıldı. Daha sonra yavaşça yatağa yatırdı, Ha Neul derin bir uykuya dalmıştı bile..

Jun Suh biraz önce aklından geçenleri düşündükçe kendisinden nefret ediyordu. Yaşadıkları onu ne hale sokmuştu böyle?…

***

 FT island-The Angel and the Woodman

Byeol gözlerini açar açmaz saate baktı. Daha uyuyalı 4 saat olmasına rağmen nasıl da bu saatte uyanabilmişti. “Jun Suh geldi mi acaba?” diye geçirdi içinden. Yoksa gelmemiş miydi? Bütün geceyi nerede geçirmişti acaba? Yoksa?…

Saçma sapan kuruntularından kendisi bile korktu bir an. Belki de Jun Suh yukarıda yorganına sarılmış uyuyordu. Neler de uydurabiliyordu birkaç saniyede böyle?

Hayır kesinlikle uyumuyordu, çünkü Jun Suh bahçe kapısından giriyordu tam da o anda!

Byeol yataktan fırlayıp hiç düşünmeden kapıyı açtı. Jun Suh dün geceki kıyafetleriyle tam da karşısındaydı işte. Birkaç saniye öylece bakıştılar.

“Günaydın” dedi Byeol. “Şeyy ben de yiyecek bir şeyler… almaya gidiyordum..”

Jun Suh sadece başını salladı. Tek kelime etmeden yukarı çıkmak için birkaç adım atmışken:

“Senn..” dedi Byeol. “Gece dışarıdaydın herhalde.”

“Evet” dedi Jun Suh arkasına dönüp. Bir.. arkadaşımlaydım..”

Byeol ne diyeceğini bilemiyordu. Konuya nasıl gireceğini düşünürken pat diye ilk aklına geleni söyleyiverdi:

“Ha Neul’ı gördün mü dün gece? Yani.. Performansından sonra.. Hani siz ikiniz.. Öpüştünüz..”

Gittikçe daha da batıyordu. Nereye gideceği belli olmayan bu cümleyi sessizce kesiverdi.

“Gördüm” dedi Jun Suh. “Canı çok sıkkındı. Konuştuk biraz..”

Yine kısa bir süre sustular. Byeol ona hesap soracak en son kişi olduğunu bildiği için bir türlü aklındaki soruyu soramıyordu. Sessizliği bozan kişi bu kez Jun Suh oldu:

“Byeol-ssi.. Ben sana bir şey söylemek istiyorum..”

“Dinliyorum” dedi Byeol titrek bir sesle. Duyacağı şeylerden çok korkuyordu oysa ki..

“Ben anlaşmamızı bitirmek istediğimi söyleyecektim. Şu kalp hırsızlığı meselesini yani.. Artık bu oyunu sürdürebileceğimi sanmıyorum..”

“Neden? Yani devam edeceğini söylemiştin.. Daha geçen gün öyle demiştin bana..”

“Özür dilerim.. Yapamayacağıma karar verdim. Bana verdiğin tüm paraları sana iade edeceğim merak etme.. Başka ne istiyorsan yapabilirim, sözümden döndüğüm için çok özür dilerim..”

Byeol sesini yükseltmeye başlamıştı:

“Neden peki? Bir sebebin olmalı Jun Suh-ah!”

“Çünkü o tüm bunları haketmeyecek kadar iyi bir kız.. Ona bunu yapamam. Bana güveniyor. Ben de güvenini yıkarsam tutunacak kimsesi kalmayacak..”

“Tek sebep bu yani?”

Byeol o son ihtimali duymak için inatla soru sormaya devam ediyordu Jun Suh’ya. Jun Suh onun amacını anlamış olsa da yalan söylemek istemiyordu.

“Hem.. Beklediğim fırsat dün ayağıma gelmişti.. İstesem bugün anlaşmamızı başarıyla sona erdirmiş olabilirdim.. Yapamadım..”

Bu da ne demekti şimdi? Dün derken dün geceyi kastediyordu Jun Suh büyük ihtimalle. Byeol bir türlü anlayamıyordu. Bunu yapamam demek: “Ben dün gece beklediğim fırsatı yakaladım ama onu sevdiğim için terk edemedim” mı demekti yoksa: “Dün gece beklediğim fırsatı yakaladım ama o bunu haketmediği için ona kötülük yapmak istemedim” mı demekti. Byeol tüm bunların ne anlama geldiğini düşünürken Jun Suh yukarı çıkmaya başlamıştı bile.

“Ben getirmedim” diye bağırdı Byeol. “Dün gece.. Min Hyung’u bara ben getirmedim. Tabelayı gördüğüm ana kadar oraya gideceğimizi bilmiyordum. Yemin ederim..”

Jun Suh sessizce başını sallayıp eve girdi. Byeol ise kafasındaki tüm karmaşayla birlikte olduğu yerde düşünmeye devam etti..

*

Babaannesi ile Jung Suh kalkmış kahvaltı ediyorlardı. Jun Suh gülümseyerek yanlarına oturdu.

“Nerelerdesin sen?” diye sitem etti yaşlı kadın. “Yüzünü gören cennetlik son günlerde..”

“Bir arkadaşımın yanında kalmak zorundaydım babaanne” dedi Jun Suh ağzındaki pirinçleri yutmaya çalışarak.

Jung Suh kıs kıs gülmeye başladı:

“Yoksa kız arkadaşında mı kaldın oppa?”

Jun Suh elindeki kaşıkla kızın kafasına vurup:

“Sen okula gitmiyor musun?” diye bağırdı. “Her ay bir sürü para yatırıyoruz o okula, 5 dakika bile geç kalmaman lazım!”

“Yemek yemeden mi gideyim?” diye bağırdı kız. “Hem senin gelmeni bekledim. Bir şey isteyecektim de senden..”

Sesini oldukça sevimlileştiren kız ayağa kalkıp Jun Suh’nun boynuna sarıldı. Jun Suh ise merak dolu gözlerle babaannesine baktı:

“Bana sorma” dedi yaşlı kadın. “Siz aranızda halledin..”

“Söyle bakalım..” dedi Jun Suh.

“Oppağğğ!! Bugün Ji Hyo’larda kalabilir miyim? Lütfennn!!!”

“Bu muydu derdin?” dedi Jun Suh gülümseyerek. “Kal bakalım.. Ama yarın okuldan çıkar çıkmaz eve geliyorsun küçük hanım!”

“Teşekkürler abicimmm!!” diye bağırıp oppasını öpücüklere boğdu Jung Suh. Ardından çantasını alıp hızla evden çıktı. Çıkar çıkmaz da telefonunu eline alıp neşe içinde konuşmaya başladı:

“Yaa Ji Hyo-ahh! İzni kaptım! Tamam! Bu gece çok eğleneceğiz!!”

***

  Big Bang-Haru Haru 

Byeol bugün neden bu kadar çok yorulduğunu anlayamıyordu bir türlü. Gözü sürekli saatteydi. “Bir an önce mesaim dolsa da eve gidip yatsam” diyordu içinden. Kapıdan giren müşteriyi selamlamak için eğilip doğrulduğunda karşısında Min Hyung’u gördü:

“Selam!” dedi genç adam elindeki tek bir gülü kıza uzatırken. Bir yandan Ha Neul’ın oralarda olup olmadığını anlamak için etrafını inceliyordu.

“Merhaba” dedi Byeol.

Min Hyung masalardan birine geçerken:

“Seni eve bırakmaya geldim.. Aslında.. Sinemaya gideriz diye düşünmüştüm ama.. Çok yorgun görünüyorsun..”

“Evet” dedi Byeol. “Çok bitkinim bugün. Hemen eve gidip uyumak istiyorum.. Mesaimin dolmasına yarım saat var, bir şeyler içmek istersin değil mi?”

“Bir filtre kahveye hayır demem” dedi çocuk gülümseyerek. Onun bu hayat enerjisi Byeol’ü her zaman şaşırtmayı başarıyordu..

O anda odasından çıkmakta olan Tae Woo gülümseyerek Min Hyung’un yanına geldi:

“Merhaba evlat! Ne zamandır görünmüyordun??”

Min Hyung kalkıp selam verdi önce:

“Çok yoğunum bugünlerde.. Aslında sizinle bir şey konuşmak için geldim de denebilir..”

Adam merakla çocuğun masasına oturdu:

“Seni dinliyorum..”

“Ben.. Ha Neul hakkında konuşacaktım.. Bugünlerde.. Onu sürekli bir çocukla görüyorum.. Hani şu garson çocuk.. Hatırlıyorsundur..”

“Evet..” dedi Tae Woo. “O çocukla bayağı yakın arkadaş oldular biliyorum.. Ama fazla üzerine gidemiyorum.. Çok hassas bugünlerde. Sürekli ağlıyor.. Canı bir şeye sıkılıyor ama bana da anlatmıyor.. Seninle de arası bozuk sanırım..”

“E.. Evet.. Biraz.. Tartışmıştık biz..”

Tae Woo çocuğun yanına daha da yaklaşarak elinin üzerine elini koydu:

“Min Hyung-ah.. Sen ona bakma.. Daha çok genç ve tecrübesiz.. Ona göz kulak ol yalvarırım.. Senden başka güvenebileceğim kimse yok..”

Byeol çıkmak için hazırlanıp Min Hyung’un yanına gelmişti bile. Min Hyung birkaç dakika daha konuştuktan sonra ayağa kalktı ve ikili Tae Woo’ya veda edip kafeden çıktılar. Hemen eve gitme niyetinde olan Byeol yine dayanamayıp yemek yemeye karar verdi. Min Hyung’un neşeli sohbetiyle kafasını biraz olsun dağıtabilmişti.. Yoksa düşünmeye başladığı an korkunç şeyler bir anda beynine hücum etmeye başlıyordu..

Min Hyung da ondan farklı değildi aslında. Aklında hep dün gece gördüğü o sahne vardı. Ama Byeol’ün Ha Neul konusunda ne kadar hassas olduğunu anladığı için susuyordu, susmak zorundaydı..

Karınlarını doyurup eve doğru yol aldılar en sonunda. Byeol bu arabada yolculuk etmeyi çok seviyordu.. Rüzgarda savrulan saçlarını umursamaksızın başını arabanın camından dışarı çıkardı. Min Hyung gülümseyerek:

“Yaa!” diye bağırdı. “O kadar eğilme!!”

Byeol bir anda çocuğa dönüp:

“Dursana!” diye bağırdı. “Çabuk!!”

Min Hyung panikle frene bastı. Byeol hızla kapıyı açıp koşmaya başladı. Tabii ardından hiçbir şey anlamayan Min Hyung da..

Byeol ara sokağa girdiğinde bir çocuğun bir kızı zorla arabasına bindirmeye çalıştığını gördü, dikkatlice baktığında emin oldu, Jung Suh’ydu bu kız!!

“Yaa!” diye bağırdı. “Sen!! Bıraksana o kızı!”

Kızı çekiştirmekte olan çocuk arkasına döndü, o anda Byeol’ü gören Jung Suh koşarak kızın yanına geldi:

“Unniii!!”

“Sana ne oluyor be!!” diye bağırdı çocuk elini kaldırıp. “Ne karışıyorsun??”

“Sen önce büyüklerinle konuşmayı öğren!” diye bağırdı çocuğun havadaki elini tutan Min Hyung. Çocuk bir anda kıpkırmızı olmuştu:

“Tamam.. Tamam bırak kolumu.. Gidiyorum..”

Kolunu kurtaran çocuk sinirle Jung Suh’ya dönüp:

“Görüşürüz..” dedi ve arabasına binip oradan uzaklaştı.

Jung Suh bir anda Byeol’ün omzuna kapanıp deli gibi ağlamaya başlamıştı..

“Sakin ol küçük hanım” dedi Byeol kızın başını okşarken. “Bana anlatacakların var daha..”

***

Jun Suh düşünceli adımlarla evine giden yokuşu çıkarken ne tuhaf bir gün geçirdiğini düşünüyordu. Sabah erkenden Ha Neul kendisini aramış dün gece neler olduğunu sormuştu. Jun Suh’nun bıraktığı notu okumuş, şaşkınlık içinde onu telefona sarılmıştı hemen.. Kız resmen çadırdan çıktıkları andan sonrasına dair hiçbir şey hatırlamıyordu!

“Böylesi daha iyi oldu” dedi Jun Suh içinden. Olanları hatırlamak onu üzmekten başka bir işe yaramazdı zaten.. Daha sonra O, Ha Neul ve diğer grup elemanları kendilerine albüm yapacak olan yapımcının yanına gitmişlerdi. Adam daha dinlediği ilk andan itibaren Jun Suh’nun sesine hayran kalmıştı. Ufak bir single ile onun peşini bırakmayacağı gün gibi belliydi! Ama Jun Suh’nun içi hala rahat değildi. Ait olmadığı bir yerde gibi hissediyordu kendisini.. Bir türlü rahat bir nefes alıp her şeyi akışına bırakamıyordu.

Bahçeden girer girmez gözü Byeol’ün pencerelerine takıldı. Kapkaranlıktılar.

“Evde yok..” dedi sessizce. “Belki yine çıkmışlardır..”

Kendisini buna alıştırması gerekliydi artık. Acı çekmekle kaybedecek beş dakikası bile yoktu çünkü..

***

 Flower Boy Ramyun Shop-사랑에 빠졌나봐

Byeol ve Min Hyung dakikalardır kızın ağlamasının sona ermesini bekliyorlardı. Byeol son kez arkasına dönüp:

“Yaa Jung Suh-ahh.. Ağlamayı kes de bize olanları anlat! Gece gece ne işin var burada? Abin nerede olduğunu biliyor mu?”

“Hayır” dedi kız burnunu çekip. “Beni Ji Hyo’larda sanıyor..”

“Eee?” dedi Byeol sesini yükseltip. Jung Suh burnunu çekip konuşmaya başladı:

“Bizim sınıftaki Jung Hwa’nın doğum günü partisi vardı bu akşam. Abim gitmeme izin vermez diye yalan söyledim. Ji Hyo ile partiye gidip bitince onlarda kalacaktım. Annesi babası evde değiller bu akşam.. Ji Hyo bir saat önce falan evine gitti. Jung Hwa “Biraz daha kal ben seni bırakırım..” dedi. Ama sonra.. Beni.. Evine götürmek için zorladı.. Sarhoştu.. Çok korktum..”

Kız bir kez daha ağlama nöbetine girmişti..

“Tamam” dedi Byeol. “Sakin ol.. Sana hiçbir şey söylemeyeceğim, dersini aldığını düşünüyorum çünkü.. Bu gece bende kalırsın.. Ama.. Jun Suh ya da babaannen bahçedelerse ne yaparız bilmiyorum. Seni gizlice içeri sokmalıyız..”

Torpido gözüne elini sokan Min Hyung içinden bir siyah bir kep çıkardı:

“Bence bunu takabilir.. Hattaaa… Bunu da..”

Çantasından çıkardığı şey siyah çerçeveli gözlüğüydü.

“Birkaç dakika sabredeceksin artık..”

“Haydi o zaman” diye bağırdı Byeol. “Jung Suh’yu eve sokma operasyonu başlasın!!”

***

Jun Suh yine cam kenarına kök salmıştı bu gece de..

“Bu kız yüzünden uyku bana haram” dedi kendi kendine. Ne olursa olsun ondan ayrı kalamıyordu bir türlü, onu düşünmediği bir anı bile yoktu, kendinden nefret ediyordu bu yüzden ama başka türlüsü elinden gelmiyordu. Zehiri de oydu, panzehiri de çünkü..

Evin önünde duran Audi’nin sesiyle kendine geldi. Arabanın içinden önce Min Hyung çıktı, ardından Byeol. Daha sonra arka kapıdan yabancı biri indi, erkekti muhtemelen. Başında siyah bir kep vardı, başını da öne eğdiği için Jun Suh’nun karanlıkta onu tanımasına imkan yoktu..

Üçlü hızlı adımlarla bahçeye girdiler, ardından da Byeol’ün evine. Jun Suh dehşet dolu gözlerle kalakalmıştı olduğu yerde:

“Yaa!! Bu adam onun evine nasıl girer?????”

İçinde atom bombaları patlıyordu adeta, odanın içinde dört dönmeye başladı. Ne yapıp edip aşağıda neler döndüğünü öğrenmeliydi? Aklına gelen ilk şeyle beraber aşağı inmeye başladı..

Kapıyı defalarca çalmasına rağmen açan yoktu, ama Jun Suh da pes edecek değildi. Son kez vurduğunda kapıyı açan Byeol oldu.

“Aa! Jun Suh-ah! Selam! Bu saatte hayrola!”

Jun Suh içeriyi incelemeye başladı. Bir köşede Min Hyung vardı, diğer tarafta da arkasını dönmüş olan uzun saçlı bir kız.. Oysa uzaktan erkek gibi görünmüştü ona..

“Hiiç!” dedi. “Aşağıdan sesler gelince hırsız mı girdi dedim. Malum sen gelmedin ya bu saate kadar, endişelendim ben de sesler duyunca..”

Byeol zorla gülmeye çalıştı:

“Aaa! Kusura bakma ses mi yaptık! Min Hyung da gidiyordu değil mi? Gözlüğünü almayı unutma.. Aa bak bu da okuldan arkadaşım, bu gece bende kalacak!”

Byeol’ün bu her zamankinden farklı heyecanlı konuşması Jun Suh’yu şaşırtıyordu. Neden böyle bağırıyordı ki? Ayrıca arkadaşı bir selam bile vermemişti, selam vermek bir yana arkasına bile dönmemişti! Her şey fazlasıyla tuhaftı bu gece..

Min Hyung iyi geceler dileyerek evden çıktı. Jun Suh da içi rahat bir şekilde evine gitti, en azından o çocuk gitmişti ya, bu bile ona yetiyordu.. Ne hallere düşmüştü böyle?

***

Byeol yine tek başına kahvaltı eder gibiydi bugün de, çünkü Jung Suh hiç konuşmuyordu, başı yerde sessizce yemek yiyordu sadece. Byeol bu kadar suçluluk duygusunun ona yettiğini düşünüp kızı konuşturmaya çalıştı:

“Dün gece taktığın siyah şapka nerede? Sahibine götüreyim onu bugün..”

“Burada” dedi kız yastığının kenarından şapkayı çıkarıp. Sonra kendi kendine gülümsemeye başladı:

“Unnii.. O çocuk.. Yani sevgilin.. Ne kadar yakışıklı öyle..”

Byeol elinde olmadan gülümsedi, gece gece nelere de dikkat etmişti bu küçük cadı böyle?

“Aynı zamanda hocam olur kendileri..”

“Şeyy.. Sana bir şey itiraf edeceğim.. Ben aslında seni hep abimle yakıştırıyordum biliyor musun?.. Tabii bu kadar muhteşem bir sevgilinin olduğunu nereden bileyim..”

Byeol gülümsedi:

“Demek bizi yakıştırıyordun?”

“Evet, sakın abime söyleme ama bence o senden hoşlanıyor. Eun Suk unni onu terk ettiğinden beri hiç böyle olmamıştı. Yani.. Senden ne zaman bahsetsem kızarıyor, eli ayağına dolaşıyor, görmelisin o hallerini..”

İki kız gülmeye başladılar. Jun Suh’nun o utangaç halleri Byeol’ün gözünün önünde canlanıyordu. Ciddileşmeye çalıştı sonra:

“Şimdi beni dinle Jung Suh-ah.. Birazdan çıkacağım o yüzden seninle konuşayım bir an önce. Lütfen bir daha dün geceki gibi bir aptallık yapma, sana bir şey olsa abin ne kadar üzülürdü bir düşünsene. O seni o kadar çok seviyor ki, canını bile tehlikeye atacak kadar inan.. Senin için tüm hayatını askıya almış, her şeyi bir kenara bırakmış biri o.. Ki bu zamanda babası bile hiç düşünmeden terk edebiliyor bir insanı.. Bana söz ver, bir daha abine yalan söylemeyeceksin.. Ve dün geceki o şımarık veletle samimi olmayacaksın tamam mı? O hiç tekin birine benzemiyordu Jung Suh-ah..”

Jung Suh utangaç bir ifadeyle başını salladı.

“Ve ne zaman yardıma ihtiyacın olursa beni bulacaksın!” diye devam etti Byeol, ardından kıza sarılıverdi.

“Tamam unni, haklısın, çok teşekkürler..”

“Pekii, benim çıkmam lazım, senin de forman o kızda kalmıştı değil mi? Neyse yukarı çıkınca bir şeyler uydurursun artık. Görüşürüz tatlı cadı!”

Byeol dışarı çıkar çıkmaz Jung Suh kendi kendine söylenmeye başladı:

“Ahh ne tatlı! Keşke abim tavlayabilseydi şu kızı!”

***

 Cinderella’s Sister-It Has To Be You 

Final haftası gelip çattığı için tüm derslere eksiksiz giren Byeol üstüne bir de kafeye gelince bu yorgunluğu kaldıramayacağını hissetti bir an. Belki de işi bırakmalıydı, gerçi buradan aldığı para çok işine yarıyordu ve bugünlerde paraya her zamankinen daha fazla ihtiyacı vardı..

Düşünceli düşünceli müşteriye kahvesini verip geri döndüğünde müşterinin ona seslendiğini duydu:

“Bakar mısınız?”

“Buyurun..”

“Merhaba, ben Hanseon Tekstil’den Hwang Dae Hoon. Size bir iş teklifinde bulunmak istiyorum, birkaç saniyenizi alabilir miyim acaba?”

Byeol merak içinde adamın yanına gelip “Sizi dinliyorum” dedi. Adam devam etti:

“Teşekkür ederim. Firmamız “çift” temalı ürünlerimizi piyasaya sürmek üzere. İlk ürünlerimizi bir giyim fuarında tanıtmayı planlıyoruz. Tanıtım için sevimli, güzel yüzü olan genç bir bayan arıyoruz uzun zamandır ve ben sanırım buldum onu..”

“Nasıl yani?” dedi Byeol. “Beni mi buldunuz, yani beni mi seçtiniz?”

“Evet, merak etme tek seferlik bir iş olacak bu, sadece ilk tanıtımda görev alacaksın..”

“Teşekkürler” dedi Byeol. “Ama ben okulla işimi bile bir arada zor götürüyorum, bir üçüncü uğraş için hiç vaktim yok..”

“Bir günde tam 300 bin won alacaksın ama, bence iyi düşün..”

Byeol fiyatı duyunca düşünmeye başladı, bir gün için hiç de fena bir teklif değildi:

“Pekala” dedi fazla düşünmeden.

Adam bu cevabı duyduğuna çok memnun olmuştu, kartını uzattı ve:

“Telefon numaranı alayım seni ararım” dedi. “Yalnız.. Senin yanında bir de erkeğe ihtiyacımız olacak. Eli yüzü düzgün, uygun olduğunu düşündüğün bir arkadaşın varsa görüşüp bana haber verirsin. Yoksa ben ayarlamaya çalışacağım..”

Byeol’ün aklına ilk gelen kişi elbette Jun Suh oldu, ama ona bunu söyleyemezdi herhalde.. “Jun Suh-ah.. Benimle çift eldiveni, çift kaşkolu takmaya ne dersin?” mi diyecekti? Yok yok yapamazdı böyle bir şeyi.. Halbuki parası da güzeldi bu işin, Byeol elindeki karta bakakaldı kafenin ortasında..

“Gerçek bir çift olabilseydik böyle olmazdı..”

Mesaisi bitene kadar bunu düşündü. Yaşayabileceği ama bir şekilde yaşayamadığı şeyler insanı ne kadar da üzüyordu.. Böyle düşüne düşüne evinin önündeki dik yokuşu bile bir anda çıktığını fark etti. Bahçeye girer girmez ilk yaptığı şey yukarı kata bakmak oldu, Jun Suh evde miydi acaba?

Kapıyı açmakla uğraşırken bahçeden giren ev sahibini görmesiyle arkasına dönüp selam verdi. Ardından da lafı uzatmadan adamın kirasını uzattı. Adam da pek sohbet etmeye niyetli değildi ki hemen yukarı kata çıktı. Evine girmekte olan Byeol yukarıdan gelen konuşmaları net bir şekilde duyuyordu. Jun Suh bu ay zor durumda olduğunu, kirayı geciktireceğini söylüyordu ev sahibine!

Adam bir süre söylendikten sonra bahçeden çıkıp gitti. Byeol o an karar verdi. Bugünkü işten bahsedecekti Jun Suh’ya. Hem onun da paraya ihtiyacı vardı işte.. Bunu ona söylemezse bu gece beş dakika bile uyuyamayacaktı muhtemelen..

Hiç düşünmeden çıkıp kapıyı çaldı. Jun Suh belli ki bunu bekliyordu, bir anda kapıyı açıp bağırmaya başladı:

“Yaa! Sana birkaç güne getireceğim demedim mi???”

Byeol şaşkın gözlerle kalakalmıştı.

“Özür dilerim” dedi Jun Suh. “Şey sandım, yani başkası sandım seni..”

Byeol derin bir nefes aldı:

“Önemli değil.. Ben.. Sana bir şey söylemeye geldim.. Yani sana bir iş teklifim daha olacak.. Tabii, kabul edersen..”

Jun Suh aylar öncesine döndü birden, tanıştıkları o gece gözlerinin önünde canlanıverdi. Yine aynı bakış, yine aynı cümle.. Bu kız neden bahsediyordu böyle yine?

***

-12. Bölüm Sonu-

Genel içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 10 Yorum

11. Bölüm: Kalbinden neler geçiyor bilmek isterdim Lee Byeol..

City Hunter-Love Instrumental

Min Hyung en güzel gülümsemesiyle bakıyordu o anda, Byeol onu hiç bu kadar mutlu görmemişti. Bu gözler gerçekten aşık bir adamın gözleriydi, bu sözler ancak aşık bir adamın ağzından çıkabilirdi. O kadar nazik ve centilmendi ki,  Byeol onun “yakışıklı bir çocuk”tan çok daha fazlası olduğunu bir kez daha anlıyordu. Sevdiği kıza açılırken bile konuya direkt “seni seviyorum” diye girmemiş, onu ürkütmemek için elinden geleni yapmıştı. Ama Byeol.. Bu nezaketi hiç ama hiç hak etmediğini adı gibi biliyordu..

“Yarın görüşürüz” dedi genç adam en neşeli haliyle. Kapının kapanmasıyla birlikte başını iki elinin arasına alan Byeol şaşkın gözlerini tavana dikti ve:

“Onunla çıkıyorum!” diye haykırdı. “Tanrım onunla çıkıyorum! Kang Min Hyung ile çıkıyorum!!!”

Kasadakiler ve kafedeki üç beş müşteri dönmüş, kendi kendine haykıran bu kıza bakıyorlardı. Müdür Choi kızın yanına gelip:

“Git bir yüzünü yıka Lee Byeol” dedi ve onu masalardan uzaklaştırdı. Byeol’ün ise hiçbir şey umrunda değildi o an, Min Hyung’un sevgilisi olması bile..

“Lütfen Ha Neul gördüklerini Jun Suh’ya anlatmasın..” diye sayıkladı.  Garson kızlar çoktan başında birikmişlerdi bile o anda. Haddinden fazla yakışıklı bir çocukla arkadaşlarının sevgili olma sürecine şahit olmuşlardı bir kere. Olanları öğrenmek için kızı sorguya çekmeye başladılar. Byeol ise allak bullaktı:

“Anlatmasın.. Lütfen anlatmasın..”

***

Son hazırlıklarını yapan Jun Suh sahneye çıkmak için hazırdı. Arkadaşlarına neşeyle göz kırpıp son kez aynaya baktı, iyi görünüyordu yine.

“Amma mutlusun bugünlerde!” dedi gitarist arkadaşı.

“Evet ya” dedi bir diğeri. “Kendi kendine gülüp duruyor bir de.. Kesin aşık olmuş!!”

Kıpkırmızı olan Jun Suh çocuklara vurmaya çalışarak:

“Yaa!!” diye bağırdı. “Yok öyle bir şey!”

“Hadi hadi eheuehue! Şu her gün seni dinlemeye gelen kız değil mi?”

Jun Suh’nun tüm itirazları boşaydı. Aşık olduğu kız konusunda yanılmış olsalar da arkadaşları haklıydı, sırılsıklam aşık olmuştu işte.. Artık duygularını saklayamıyordu bile.. Yıllar sonra yine bu duyguyu hissetmek onu adeta havalara uçuruyordu, hissettiği şey hepsinden farklıydı bu kez üstelik..

Grup neşe içinde sahneye çıktı. Mekan yine ağzına kadar doluydu. Jun Suh iyice tanınır olmuştu artık, bir kaç tane hayran mektubu bile almıştı.. Öz güveninin yerin dibini boyladığı bir dönemin ardından şu yaşadıkları bir rüya gibi geliyordu..

Ft Island-Love Love Love

Jun Suh şarkısını söyler söylemez mekandaki tüm sesler kesildi. Herkes pür dikkat onu dinliyordu. Söyleme sırası arkadaşına geldiğinde gözlerini açan çocuk kapıdan giren Ha Neul’ı fark etti. Genç kız sahneye bakmadan bara geçti. Şarkı söylemeye devam eden Jun Suh “Birazdan yanına giderim” diye geçirdi içinden.

İki saatin ardından performansı sona eren Jun Suh bir süre dinlendikten sonra Ha Neul’ın yanına gitti ve kıza gülümseyerek selam verdi:

“Selam Ha Neul-ah!”

Ha Neul başını kaldırmadan sessizce selam verdi. Sesi neredeyse duyulamayacak kadar az çıkıyordu. Jun Suh bir sorun olduğunu fark etse de kızın kendisinin anlatmasını istediği için bir şey söylemedi. Havadan sudan muhabbet etmeye başladı sadece.

“Yorgun görünüyorsun.. Okuldan geliyorsun tabii.. Balo resimlerinden getirecektin bana unutmadın değil mi?”

Ha Neul başını kaldırdı. Gözleri şişmiş ve tüm makyajı akmıştı. Konuşamıyordu da, sarhoş olmuştu besbelli.

“Neyin var Ha Neul-ah?” diye sordu Jun Suh panikle.

“Her şey bitti.. Jun Suh-ssi.. O artık yok..”

Kızın dili dolaşıyordu, daha fazla konuşmadan önündeki tekila bardağını bir dikişte bitirdi. Tam başka bir bardağı önüne çekmişken Jun Suh kızın elini tuttu:

“Dur yapma! Çok sarhoş olmuşsun! Gel çıkalım şuradan, anlat bana her şeyi..”

“Anlatacak bir şey yok!!!” diye bağırdı kız. “Onlar sevgililer Jun Suh-ah! Beni hiç sevmemiş.. Bir an bile..”

Ha Neul hüngür hüngür ağlıyordu, hatta ağlama krizine girmişti.

“Kimler sevgili?” diye sordu Jun Suh bağırırcasına. Düşündüğü şeyin gerçek olmasından ölesiye korkuyordu.

“Min Hyung ve o kız işte! O lanet olası kız!”

Jun Suh kafayı yiyecekti! Ha Neul’a yaklaşıp son kez sordu:

“Byeol-ssi mi? Kafenizde çalışan, Min Hyung ile baloya…”

“Evet” diye bağırdı Ha Neul çocuğun sözünü kesip. “Ta kendisi! Gördüm bugün ikisini!”

Jun Suh sakinleşmeye çalıştı:

“Yanlış anlamışsındır Ha Neul-ah.. O çocuk Byeol’ün danışmanı, sık sık görüşüyorlar bu yüzden, belki sadece…”

“El elelerdi!” diye bağırdı Ha Neul Jun Suh’yu susturup. “O kız Min Hyung’a gülümseyerek ‘evet’ dedi ve el ele tutuştular! Ben ne yapacağım Jun Suh-ssi, ölmek istiyorum, dayanamıyorum!!”

Jun Suh onu duyamıyordu oysa ki.. “Nasıl?” diye haykırdı içinden. “Byeol bunu yapmış olabilir mi? Olamaz, yapmaz!”

Birden Ha Neul’a döndü. Kızın elindeki bardağı alıp onu ayağa kaldırdı:

“Gidiyoruz Ha Neul-ah.. Çok sarhoş olmuşsun, tek başına eve dönemezsin..”

“Hayır” dedi Ha Neul sallana sallana. “Sabaha kadar içeceğim.. Kusup tekrar içeceğim sonra.. Ayılmak istemiyorum!”

Kız iyice uçmuştu artık.. Jun Suh belinden tutup ayağa kaldırdıktan sonra paltosunu giydirmeye çalıştı. Burada bırakıp gidemezdi onu. Kızı zar zor dışarı çıkardıktan sonra taksi çağırdı ve aylar önce soymak için geldiği bu eve bir kez daha gelmiş oldu. Arabada sızmış olan Ha Neul’ı sırtına alıp evin kapısında indirdi. Sonra yavaşça silkeleyip:

“Yaa! Uyan artık, evine geldik! Baban beni görmese iyi olur!”

Ha Neul yarı baygın biçimde gözlerini açsa da saçmalıyordu sadece. Sesleri duyan Tae Woo ise çoktan kapıya çıkmıştı. Panikle eğilip selam vermeye çalışan Jun Suh’nun yüzüne bakmadan kızını kucakladı.

“Ha Neul-ah! Kızım ne oldu sana böyle??”

Kapıyı kapatmak üzereyken arkasına dönüp:

“Seninle de konuşacağım sonra genç!” dedi ve hızla içeri girdi. Jun Suh ise hiçbir şey düşünecek halde değildi. Yıldırım gibi fırladı bahçeden ve koşmaya başladı. Kimseye, hiçbir şeye bakmadan sadece koşuyordu..

“Yapmaz!” dedi soluk soluğa. “Byeol bunu yapmaz! Yapmadı biliyorum!”

***

Byeol çoktan evine gelmiş, tek lokma yemeden yorganının altına girmişti. Min Hyung ile nasıl bir ilişkinin içine girmiş olduğundan çok tüm olanları Jun Suh’ya nasıl açıklayacağını düşünüyordu. Her şeyi anlatmalı mıydı ona? Anlatacak ne vardı ki? Hangi sebep onu haklı gösterebilirdi şu durumda?

Kapının sesiyle kendine geldi birden. O olabilir miydi? Bu kadar çabuk?

Byeol kalkana kadar kapısı kırılacaktı belli ki, kırılırcasına vuruluyordu çünkü.. Koşarak kapıyı açtı, Jun suh’ydu işte, tam da düşündüğü gibiydi hem de; hayal kırıklığına uğramış, yorgun ve şaşkın..

49 Days-Can’t Let Go

“Doğru değil tüm bunlar değil mi?” dedi nefes nefese. “Ha Neul’ın anlattıkları.. Doğru değil.. Yalan olduğunu söyle bana.. Lütfen..”

Byeol ne yapacağını bilemiyordu. Lanet olsun yalan değildi işte! Ne diyebilirdi ki! Konuşamadı, sustu sadece..

“Susuyorsun!” diye bağırdı Jun Suh. “Kabul ediyorsun her şeyi yani? Kahretsin konuşsana Lee Byeol!!!”

Byeol’ün gözleri doldu birden, onun gözlerine bakıp “yalan değil” diyecek cesareti yoktu. Kesik kesik konuşmaya başladı:

“Jun Suh-ah.. Duydukların doğru.. Ama anlatabilirim.. İnan her şey o kadar farklı ki aslın…”

Jun Suh’nun yüzündeki tüm damarlar ortaya çıkmıştı sinirden, Byeol daha fazla konuşamadı, onu ikna edemeyecekti belli ki..

“Bana zaman ver dedin!! Seni bekledim Byeol-ah! Sorunlarım var dedin! Yanında olmak istedim sadece.. Sessizce yanında kalıp bekledim!! Bana o çocuğu sevdiğini neden söylemedin ha neden???”

“Anlamıyorsun..” dedi Byeol sessizce. Konuşamıyordu, konuşsa da Jun Suh onu anlayacak halde değildi..

“Anlamak istemiyorum artık!” diye bağırdı. “Her şey o çocuk için miydi ha? Tüm bu oyunlar, planlar.. Bense neler düşündüm.. Ne kadar aptalım..”

“Hayır..” dedi Byeol. “Anlatabilirim, sakin ol, evet Min Hyung ile..”

“Tamam!” diye bağırdı Jun Suh. “Hiçbir mazeret benim içinde bulunduğum bu aptal durumu açıklayamaz anladın mı? Tek kelime duymak istemiyorum!”

Byeol’ün gözyaşları artık dayanamıyorlardı, sessizce akmaya başladılar.

“Her şeyi halledeceğim” dedi sessizce. “Böyle yapma.. Yalvarırım..”

Jun Suh hiçbir şey söylemedi. Byeol onu ilk kez böyle görüyordu. Böylesine kızgın, çaresiz.. Onun pamuk gibi yumuşak Jun Suh’sundan eser yoktu o anda.. Onu elleriyle bir canavara dönüştürmüştü işte..

“Sadece..” dedi Jun Suh sessizce. “Gerçekten ne hissettiğini bilmek isterdim.. Kalbinden neler geçiyor bilmek isterdim Lee Byeol..”

“Bunu öğrenmem lazım” dedi sonra içinden. “Yoksa.. Yoksa çıldırabilirim..”

Başını kaldırıp Byeol’ün gözlerine baktı. Bunu öğrenebilmesinin tek bir yolu vardı.. Sağ eliyle kızı boynundan kendisine doğru çekip birden dudaklarına yapıştı! Bunu hiç beklemeyen Byeol önce hiçbir tepki veremedi, sonra kendisini bıraktı.. Zamanın durmasını istedi hatta, o dakikaların bitmemesini, orada öylece kalmalarını istedi.. Jun Suh ise aylardır yaşadığı tüm soru işaretlerinin cevaplarını bulmak istercesine tutkuyla öpüyordu kızı.. İstediği cevabı alıyordu da, ama bu onu daha da üzüyordu o anlarda.. Çünkü onu kollarına almış öperken gerçekten ne kadar sevdiğini bir kez daha anlıyordu.. İkisinin de gözyaşları dudaklarına akıyordu bir yandan.. Gözyaşları da yalan söylemiyordu ya..

Dudaklar yavaşça ayrıldı. Islak gözlerini açan Byeol Jun Suh’nun sakinleşen gözlerini gördü, birkaç dakika öncesinden bambaşka bakıyordu şimdi, hayal kırıklığından çok bariz bir hüzün çökmüştü çocuğun gözlerine..

Jun Suh tek kelime etmeden arkasını döndü ve hızlı adımlarla bahçeden çıktı. Byeol olduğu yerde kalakalmıştı, neydi bu şimdi? Yalnız anladığı tek şey tüm bu olanların ardından onu ne kadar sevdiğini anlamış olmasıydı. Jun Suh çok akıllıca bir şey yapmıştı kızın kalbindekileri anlamak için..

Eliyle yüzünü kapayıp olduğu yere çöktü Byeol.. Telafisi çok zor bir şey yapmıştı. Yine de telafi edecekti.. Ne olursa olsun Jun Suh’yu kaybetmeyecekti..

“Ya benden nefret ediyorsa?” dedi kendi kendine panik içinde. Jun Suh’nun dudakları öyle söylemese de Byeol düşündüğü şeyden ölesiye korkuyordu.. Üzerindeki incecik kıyafetiyle kendisini cezalandırırcasına ayazda bekledi.. Aşk ve intikam arasında kalmanın cezasını en kötü şekilde ödemek zorundaydı..

***

Jun Suh gözlerini açtığında bir an nerede olduğunu anlamadı. Üzerinde yattığı tek kişilik eski koltuğu fark edince depoda uyuyakaldığını anladı. Bütün gece iki büklüm yatmaktan her yeri tutulmuştu, kollarını bacaklarını hareket ettiremiyordu adeta.. Kalkmaya çalışınca önce bir köşede sızmış olan Jae Suk’u gördü, sonra da yan tarafındaki masanın üzerinde derin bir uykuya dalmış olan Jung Woo’yu. O an her şeyi hatırladı. Dün gece deli gibi içmişti bu üç genç, Jun Suh hayatında hiç bu kadar içtiğini hatırlamıyordu bugüne kadar.. Başı deli gibi ağrıyordu. Neden içmişti ki bu kadar? Düşündükçe her şey gözlerinin önünde canlanıverdi. O dün gece Byeol’ü öpmüştü!

Dudaklarının sıcaklığını bile hissetti bir anda.. O kollarındayken hissettiği o şahane duygu tüm benliğini tekrar sardı. Bu mutluluk hiçbir şeyle ölçülemezdi herhalde.. Olanları düşünüp kendi kendine gülümseyen Jun Suh’nun gülümsemesi dudağında dondu sonra. Kalkmaya çalıştığı koltuğa çöktü tekrar. Her şey boştu artık, Byeol bir başkasınındı!

Dün geceyi tamamen hatırlıyordu artık, Byeol’ün kapısındaki konuşmaları, kızın gözyaşlarını.. İçinde okkalı bir küfür edip hızla doğruldu. Hava almaya ihtiyacı vardı. Karanlık depodan çıkar çıkmaz ciğerlerine giren oksijenle birlikte mantıklı bir şekilde düşünmeye başladı. Neler yapmıştı öyle dün gece? Resmen Byeol’ün kapısına dayanıp kızdan hesap sormuştu! Buna ne hakkı vardı ki? Byeol bugüne kadar ona ne bir söz vermişti ne de en ufak bir umut ışığı.. Ama.. ama.. Kızın gözlerindeki o ifade, bir şeyler açıklama çabası, öpüşündeki o aşk dolu sıcaklık.. Byeol nasıl bir başkasını sevebilirdi??

“Aptalsın!” dedi kendi kendine. “Sevgilisi değilsin, hiçbir şeyi değilsin. Aptal bir komşusun işte! Ona hesap sormaya ne hakkın var? Sen elmayı seviyorsun diye elma da seni sevecek diye bir şey yok ki!”

Bunları söylerken adeta kalbi sıkışıyordu. Byeol ve bir başkası..

“Neden yaptı ki bunu??” diye bağırdı sokak ortasında. “Biliyorum, beni sevdiğini biliyorum! Neden peki? Ne yapacağım ben Tanrım??”

İyiden iyiye çıldırıyordu işte. Elini kalbine götürüp olduğu yere çöktü:

“Onu üzdüm.. Ya artık beni görmek istemiyorsa..”

Öfke ve korku arasında gidip geliyordu. Onu arkasından bıçaklayan bir kızı görememekten korkabildiğine inanamıyordu! Aşkın en acı yüzüyle karşı karşıyaydı işte.. Kendisini toparlayıp ayağa kalktı.

“Beni seviyor, biliyorum.. Elbet anlayacağım bir gün ne yapmaya çalıştığını..”

Hızlı adımlarla eve doğru yürümeye başladı, başı dönüyordu ama ne yapması gerektiğine karar vermişti sonunda..

Yine aynı yerdeydi işte, içinden “Acaba uyanmış mıdır?” derken birden kapıyı çaldı. Kapının saniyeler içinde açılmasına bakılırsa Byeol bu gece pek de iyi uyuyamamıştı..

“Jun Suh-ah!”

“Sakın sözümü kesme Lee Byeol!” dedi Jun Suh gözleri yerde. “Dün gece yaptıklarım için çok özür dilerim.. Kontrolümü nasıl kaybettim bilmiyorum, bir daha böyle bir şey olmayacak, asla olmayacak emin ol.. Hele.. hele sonra.. Seni öptüğüm için.. Yani kendimi kaybettim.. Bazı şeyleri birbirine karıştırmamak lazım, bunu unuttum ben.. Bundan sonra sadece komşu ve iş arkadaşıyız seninle.. Sözleşmemizi de unutmadım merak etme.. İstediğin gibi Ha Neul’ı üzüp terk edeceğim.. Tabii artık buna ihtiyacın var mı bilmiyorum ama.. Neyse, tekrar özür diliyorum. Dün geceki aptallığımı unutmaya çalış..”

Jun Suh o kadar kesin bir ses tonuyla konuşuyordu ve gözlerinde öyle duygusuz bir ifade vardı ki, Byeol bir türlü onun sözünü kesmeye cesaret edemedi. Üstüne üstük tüm bunları söyler söylemez bir cevap bile beklemeden yukarı çıktı! Kız kalakaldı olduğu yerde.. Üzülsün mi sevinsin mi bilemedi sanki. Jun Suh onu tamamen yanlış anlamıştı ama komşuluk ilişkisi bile olsa hala bir ilişkileri vardı demek ki! Byeol özellikle dün geceden sonra Jun Suh’nun ona böyle duygusuz gözlerle bakmasına dayanamadığını bir kez daha anladı. Bu işi düzeltmek zorundaydı artık. Hem de bugün! Zaten proje toplantısı vardı Min Hyung ile. Ona her şeyi anlatıp tüm bu saçmalığa son verecekti. Jun Suh’yu tekrar kazanacaktı!

Başını üst kata doğru kaldırıp:

“Bekle beni..” diye fısıldadı. “Her şeyi yoluna koyup o zaman beklediğin cevabı vereceğim sana.. Çok az kaldı..”

***

Yalın-Alışmak Zorundayım

Ağrıyan başını yavaşça yastığından kaldırdı Ha Neul. Üzerinden bir tır ya da dozer geçmiş olsa ancak bu kadar yorgun olabilirdi. Yatağındaydı, üzerini incelediğinde pijamalarını bile giymiş olduğunu gördü. Ama dün geceye dair hiçbir şey hatırlamıyordu! Tahmin edebiliyordu ama, muhtemelen onu eve Jun Suh getirmişti. Neler saçmalamıştı acaba, Jun Suh’nun yanında ne kadar rezil olduğunu merak ediyordu. Yorganı hışımla üzerine çekti, bugün bu yataktan kalkmayı hiç ama hiç düşünmüyordu.

Birden kapının açıldığını duydu, sonra da babasının sesini:

“Uyan bakalım uykucu prenses! Balkabaklı yulaf lapası yaptım sana, miden bulanıyordur şimdi..”

Ha Neul yavaşça başındaki yorganı açtı, mahcup bir ifadeyle:

“Lapa yemem ben biliyorsun..”

Adam kızı hiç duymadan elindeki dolu bir kaşığı ağzına sokmuştu bile:

“Sen şunu bir ye de bana anlatacakların var küçük hanım! Sen ne zaman eve körkütük sarhoş gelecek kadar büyüdün ha? Bir de o garson çocuğun sırtında!!”

“Özür dilerim baba.. Bir daha olmayacak.. Söz veriyorum..”

“Neden o kadar içtin anlat bakalım?”

Ağzındakileri yutmaya çalışan kız adamın yüzüne bakmamak için başını eğdi:

“Şey.. Şey oldu.. Yarışmayı kazandık diye.. Kutlama yapıyorduk işte.. Sonra..”

“Keşke Min Hyung’u çağırsaydın” dedi adam kızın sözünü kesip. “Bir daha yabancıların yanında içme! Sakın!”

“O artık bana herkesten daha yabancı..” dedi kız içinden. Sonra başını kaldırıp:

“Neden öyle diyorsun ki?” diye bağırdı. “Jun Suh da çok iyi bir çocuk, dün beni orada bırakmayıp eve kadar getirmiş.. Ona haksızlık etme.. Hem Min Hyung da bizim hiçbir şeyimiz değil..”

“Oo! Min Hyung’a laf söylediğine göre fena bozuşmuşsunuz siz!”

“Boşver ya..” dedi Ha Neul dudağını büküp. “Ondan bahsetmek istemiyorum. Ben en iyisi gidip Jun Suh’ya teşekkür edeyim bugün..”

Tae Woo merak etse de daha fazla üstelemedi.. “Nasılsa konuşurum Min Hyung ile” diye düşündü. Ha Neul ise öfkelendikçe acısının azaldığını hissediyordu. O böyle bir kızdı işte, çabuk yıkılsa da çabuk toparlanmayı bilirdi.. Bu sefer işi çok daha zor olsa da alışmak zorundaydı. Bugüne kadar birçok kız görmüştü Min Hyung’un yanında, sevgilileriyle tanışmıştı hatta.. Ama kendisinin neler hissettiğini bile bile, bu kadar kısa bir zaman içinde, üstüne üstük onun burnunun dibinde onu başka bir kızla el ele görmek gerçek bir yıkım olmuştu Ha Neul için..

“Alışmak zorundayım..” dedi sessizce. “Onu tamamen kaybettim çünkü..”

***

The Greatest Love-Thump Thump

Merdivenlerin sonundaki boy aynasında dikkatlice kendisine baktı Byeol. Sevgilisiyle -proje toplantısı da olsa- ilk kez buluşacak bir kıza göre fazla sadeydi. Siyah kazağı, kot pantolonu ve topladığı saçlarıyla hergünkinden zerrece farklı görünmüyordu. Aynaya baktıkça bir kez daha düşündü. Okuldaki, hatta çevresinde gördüğü en muhteşem erkek onun gibi basit bir kızla çıkmak istemişti, çıkma tenezzülünde bulunmuştu demek daha doğruydu hatta. Bu fikri algılamaya çalıştıkça bir kez daha dehşete kapılıyordu.. Onu gördüğünde ne diyecekti peki? Nasıl davranacaktı?

“En azından okuldayız” dedi kendi kendine.. Düşünceli düşünceli bölüm odasının önüne geldiğinde kapıdaki kağıdı okuyan Min Hyung ile karşılaştı.

“Merhaba.. ho.. hocam..”

“Merhaba..” diyerek kıza döndü çocuk. Onu ilk kez gördüğünde giydiği mavi ceket vardı üzerinde. Sağ kolu kitaplarla doluydu. Yüzüne ise yine en güzel gülümsemelerinden biri kondurmuştu bugün de..

“Baksana..” diyerek kapıyı işaret etti. Byeol yaklaşarak kapının üzerindeki yazıyı okudu:

“Oda boyanmıştır. Bugün kullanmayınız”

“Ne yapacağız?” dedi kız şaşkın bir ifadeyle. Oysa bugünkü toplantının ardından Min Hyung ile her şeyi konuşmayı düşünüyordu. Bu iyi olmamıştı..

“Başka bir yerde çalışacağız..” dedi çocuk.

“Nerede?”

Min Hyung Byeol’ü kolundan tutup:

“Ben güzel bir yer biliyorum” dedi ve ikili merdivenlerden aşağı inmeye başladılar. Kız bir şey anlamamış, sadece çocuğu takip ediyordu. Min Hyung birden duraksadı:

“Yaa! Odada dosyamı unuttum. Sen in ben geliyorum..”

Koşa koşa yukarı çıkan Min Hyung kimse var mı diye etrafına baktı ve kapıdaki kağıdı söküp çöpe attı. Sonra durup olduğu yerde kendi kendine gülmeye başladı. Neler yapıyordu böyle?

Daha sonra iki genç önce fakülte kapısından sonra da bahçe kapısından çıktılar. Min Hyung’un beyaz Audi’sine doğru yaklaştıklarında Byeol daha fazla dayanamadı:

“Nereye gidiyoruz?”

Çocuk kızın kapısını açarken:

“Sessiz bir yere..” dedi. “Benim evime..”

Byeol daha şoku atlatamadan arabaya binmişti bile. Min Hyung ise bu durumdan oldukça eğleniyordu belli ki..

“Daha ilk günden.. Yok artık.. Beni.. Kang Min Hyung beni evine mi atmaya çalışıyor???”

Çocuğun yüzüne bakar bakmaz kendinden utandı:

“Aptal! Kendinden utan! Onun gibi biri neden böyle bir şey düşünsün?”

“Ne düşünüyorsun?” dedi Min Hyung yavaşça. “Daha ilk günden seni evime götürmeme biraz şaşırdın sanırım..”

“Yoo! Hayır..”

Byeol heyecandan konuşamıyordu. Çocuğun yüzüne bile bakmakta güçlük çekiyordu hatta. Ona her şeyi nasıl anlatacaktı??? Byeol çaresizlikten aklını kaybedebilirdi..

“Geldik..” dedi Min Hyung neşeyle. Byeol bu siteyi bir yerden hatırlıyordu sanki.. Hatta bu anı daha önce yaşadığını bile söyleyebilirdi. Asansöre bindiklerinde birden her şeyi hatırladı:

“Bu apartman! Siz.. Bana ev bulmuştunuz.. Burasıydı!!”

Min Hyung bir an duraksadı. Sonra başını kaldırıp:

“Senin için bulduğum ev benim evimin altındaki daireydi.” dedi. “Hatta o daire de bizzat benimdi.. Sana yardım etmek istemiştim sadece..

Byeol şimdi anlıyordu her şeyi. Çocuk inatla “Sen kirayı düşünme” demişti o gün.. O gün yaşadığı utancı da hatırladı bir anda. Bu çocuk gerçekten ona birkaç beden fazlaydı, hem de her anlamda..

Byeol içeri girer girmez rahatladığını hissetti birden, ev inanılmaz ferahtı. İçeride çok az eşya vardı ve her şey beyazdı. Tam ona göre bir renk! Byeol bu evin kime ait olduğunu bilmeseydi de sahibini hemen tahmin edebilirdi.

“Rahatına bak!” dedi Min Hyung odasına geçerken. Byeol ise gergin halinden bir türlü kurtulamıyordu. İkisi aynı evdelerdi, baş başalardı. Sevgilisini aldatan kız suçluluğu vardı üzerinde. İçi hiç rahat değildi.

“Kahveni nasıl içersin?” diye bir ses geldi uzaktan.

“Sütsüz, şekersiz!” diye bağırdı Byeol. Hocasına kahve yaptırmaktan hiç de çekinmiyordu!

“Tahmin etmiştim!” dedi Min Hyung mutfaktan doğru kafasını uzatıp. Oldukça neşeliydi her zamanki gibi..

Byeol ise odadaki tek kanepeye oturdu. Kafasını kaldırıp karşısındaki kocaman Audrey Hepburn resmini görünce gülümsemekten kendini alamadı. Kadın gerçekten şahane görünüyordu..

Duvarın bir diğer köşesindeki resimlere gözü takıldı sonra. O kadar çoklardı ki.. Ayağa kalkıp onları yakından incelemeye başladı. Birinde Min Hyung ve yanında orta yaşlı bir kadın vardı. Muhtemelen annesiydi. Diğer bir resimde ise tam 4 kişilerdi. Min Hyung, yanında oldukça genç bir kadın, arkalarında orta yaşlı uzun boylu hoş bir adam ve aralarında 10 yaşlarında bir çocuk vardı. Byeol “Kardeşleri ve babası olmalı” diye düşündü. Min Hyung onu çekici yapan tüm genleri kesinlikle babasından almıştı, ikisi adeta kopya gibiydiler. Diğer resimlerin çoğunda yine Min Hyung ve o küçük çocuk vardı; denizde, lunaparkta…

“Kardeşim..” dedi elinde kahvelerle içeri giren Min Hyung. “Sevimli kerata..”

“Babanıza benziyorsunuz..” dedi Byeol. “O da.. Yani.. Şey..”

Min Hyung elindeki kupayı kıza uzattı.

“Evet, anneme pek benzediğim söylenemez..”

“Ama ablanıza hiç benzemiyorsunuz..”

“Ablam değil..” dedi Min Hyung gülümseyerek. “Babamın eşi!”

Byeol dudaklarını ısırdı, pot kırmakta üstüne yoktu.

“Kardeşim de babamla bayan Hae Ra’nın çocukları..”

“Benim de bu yaşlarda bir kardeşim var” dedi Byeol toparlamaya çalışarak. Ne kadar da özlemişti kardeşini. Burnunda tütüyordu adeta. O da tıpkı Min Hyung gibi kardeşini çok seviyordu, babalarının ayrı olmasını bir gün bile aklına getirmemişti..

Ha Neul geldi sonra aklına. Ha Neul da onun kardeşiydi. Bunu ilk kez düşünüyordu. Her şey böyle olmasaydı onu da In Soo kadar sevebilir miydi acaba? Benzer yönleri var mıydı? Eğer gerçekten kardeşlerse, O üzüldüğünde Byeol nasıl mutlu olabiliyordu?

“Daldın..” dedi Min Hyung. “Sanırım aklına kendi ailen geldi. Ya da Tae Woo ajusshi ve…”

“DVD arşiviniz ne kadar genişmiş..” dedi Byeol konuyu değiştirip.

“Seviyorum..” dedi Min Hyung. “Özellikle klasikleri..”

“Anlamıştım zaten..” dedi Byeol duvardaki resmi işaret edip. İkisi gülmeye başladılar.

“Ya sen? Sever misin klasik izlemeyi?”

Byeol “Bilmiyorum, çünkü hiç izlemedim” demek istese de diyemedi.

“E.. Evet severim..”

Min Hyung kıza dönüp:

“Bence dersi başka bir gün yapabiliriz. Bugün film izlemeye ne dersin?”

Byeol içinden “Min Hyung ve ben! Film izleyeceğiz!” derken:

“Tabii” deyiverdi. “Eğer sizin için de..”

“Benimle böyle resmi konuşma artık” dedi çocuk kızın gözlerine bakıp. “Hocam da deme..”

Kızaran Byeol başını sallamakla yetindi. Bu çocuğun yanında asla Jun Suh’nun yanında olduğu gibi rahat olamayacaktı belli ki..

“Seçimi ben yapıyorum o zaman..”Tiffany’de Kahvaltı’ya ne dersin? İzlemediysen tavsiyemdir!”

“Yok.. İzlemedim..”

İkili kanepeye kurulup filmi izlemeye başladılar. Byeol ne düşüneceğini şaşırmıştı artık. Bugün ne için gelmişti, ne yapıyordu şimdi? Sözde çocuğa her şeyi açıklayıp Jun Suh’nun karşısına çıkacaktı!

Her şeyi unutup filmi izlemeye karar verdi..

*

YAB-Song For a Fool Inst.

“The End” yazısıyla birlikte iyice mayışmış olan Byeol toparlanmaya başladı. Çıkmaya yeni başlayan bir çift, hem de ilk günlerinde bu filmi kesinlikle izlememeliydi. Bu ikili için fazla romantikti bir kere, Byeol utancından dönüp de çocuğa bakamıyordu bile..

Ama Min Hyung hiç düşünmeden kıza dönüp:

“Bu günü birlikte devam ettirelim bence, seni bir yere götürmek istiyorum.” dedi.

Byeol her an şaşırmaya devam ediyordu:

“Şeyy.. Kıyafetim pek..”

Min Hyung:

“Bence gayet hoş görünüyorsun.. En iyi arkadaşlarımdan biriyle tanıştıracağım seni. Çok kafa dengi çocuktur, 3. sınıfta okulu bırakıp barlarda çalmaya başlamıştı. Sonra da kendi mekanını açtı. Uzun zamandır görüşemiyordum ben de, bizi gördüğüne çok sevinecek..”

Ona “hayır” demek mümkün değildi.

“Tamam” dedi Byeol.

“Teşekkürler” dedi Min Hyung kızın elini tutup. Orta şiddette bir elektrik akımı Byeol’ün vücudundan akıp geçti bir anda:

“Ne yapıyorum ben?” dedi içinden. “Elim kolum nasıl da bağlandı böyle?”

***

Üst üste içtiği ağrı kesiciler ve 3 fincan kahveden sonra ancak kendine gelebilen Jun Suh prova yapıp son hazırlıklarını tamamladı. Dünkü neşeli hallerinden sonra bugün neden böyle olduğunu anlamayan arkadaşları hiçbir şey sormuyorlardı yine de. Belli ki büyük bir sorunu vardı çocuğun..

Jun Suh omzuna birinin dokunduğunu fark edip arkasına döndüğünde karşısında Ha Neul’ı gördü:

“Selam Jun Suh-ssi..”

“Selam.. İyi olmana sevindim. Dün çok kötüydün..”

Ha Neul başını eğdi.

“Sana çok zorluk çıkardım dün. Özür dilerim..”

Zorla gülümsedi Jun Suh:

“Saçmalama, ben sana teşekkür etmeliyim asıl.. Büyük aptalın gözünü açtın..”

“Nasıl?”

“Yok.. Yok bir şey..”

“Bu arada, yarın yapımcı bizi bekliyor, unutmadın değil mi? Albümün ilk şarkısı belli ya, diğer iki şarkıya karar verilecek.. Senin şarkılarını çok merak ettiğini söyledi Bay Seo. Bence hayatın kurtuldu Jun Suh-ssi!”

Gülümseyerek kendisine övgüler yağdıran bu kıza vereceği tek yanıt asık suratıydı Jun Suh’nun. O, Ha Neul kadar güçlü olamıyordu böyle durumlarda..

“Bu gece benim için güzel bir ayrılık şarkısı söyle olur mu?” dedi cevap alamayan kız. “Benim için söyle.. Buna çok ihtiyacım var..”

“Tamam” dedi Jun Suh elini kızın omzuna koyup. Ha Neul omzundaki eli indirip iki elinin arasına aldı ve:

“Teşekkür ederim..” dedi. “Her şey için..”

Byeol’e olan kızgınlığı Ha Neul’ı daha da yüksek bir yerlere oturtmuştu Jun Suh’nun gözünde. Ona sığınmak istedi bir an.. Ama yapamayacağını biliyordu, sığınabileceği tek limanda artık başka gemiler vardı maalesef..

Sahneye çıkma zamanı gelmişti. Jun Suh tüm acısını şarkılarıyla unutmak istiyordu. Onu ilk gördüğü gün söylediği şarkıyı söyleyecekti.  ‘Aşk Acısı’nı söyleyecekti:

Ft Island-Lovesick

 Jun Suh’nun keman introsunun ardından giren güçlü sesiyle bardaki tüm gürültü birden kesildi. Ayakta durmakta dahi zorlanan çocuk tüm gücüyle söylüyordu şarkısını, söylerken adeta kalbi sıkışıyordu, kendisini aldatılmış hissediyordu çünkü, işin kötüsü daha ona sevdiğini bile söyleyememişti, buna rağmen neden böyle hissettiğini bilmiyordu ama bu hisse de bir türlü engel olamıyordu..

Kapadığı gözlerini açtığında barın kapısından giren çifti görünce önce gözlerine inanamadı. Onlar olabilirler miydi? Onun şarkı söylediği yere getirebilir miydi Byeol o çocuğu? Bunu yapacak kadar umursamıyor olabilir miydi kendisini?

Daha barın tabelasını görür görmez içeri girmemek için elinden geleni yapan, her türlü bahaneyi üreten Byeol, Min Hyung’un ısrarlarına yenilmişti. “Jun Suh bu gece çıkmıyordur belki..” diye düşündü sonra. Çünkü Min Hyung’a neden buraya girmek istemediğini açıklayamıyordu bir türlü..

Oradaydı işte, şarkısını söylüyordu, hem de o şarkıyı, tanıştıkları gün söylediği şarkıyı söylüyordu.. Byeol gerçekten ölmek istiyordu o an..

Jun Suh ilk defa bu kadar öfkelendiğini hissediyordu. Dün gece bile böyle olmamıştı. Byeol’ün onu sevdiğine inandığı için birazcık olsun teselli bulmuştu çünkü.. Ama şimdi.. Onu getirmişti buraya.. Her şeyi tek bir hamlesiyle yıkmıştı bile..

Jun Suh yavaşça sahneden inerek Ha Neul’a doğru yürümeye başladı. Kızın önüne kadar gelip şarkısını onun gözlerine bakarak söylemeye başladı. Byeol’ün üzülmesini istiyordu, hala onun için üzülebiliyorsa tabi..

Amacına da ulaşmıştı. Byeol gördüğü sahne karşısında dehşete kapılmıştı! Bu şarkı ikisinindi! Ama Jun Suh başka bir kıza söylüyordu şimdi şarkılarını!

Bir anda yanına gelen Jun Suh’yu şaşkın gözlerle izleyen Ha Neul yan tarafa döndüğünde gözlerine inanamadı. Aklından geçen biri yanında belirebilir miydi böyle? Ama o da neydi, o kız da yanındaydı, o kızla çıkmışlardı bu akşam!!

Ha Neul Jun Suh gibi derin bir acı hissetmedi, çünkü daha çok öfke vardı içinde. Onu üzeni üzme isteği ya da.. Bir şey yapması gerekiyordu!

Birden ayağa kalktı. Şarkısını bitirmek üzere olan Jun Suh’nun elindeki mikrofonu çekti, herkes onlara bakıyordu. O ise hiç umursamadan çocuğun dudaklarına yapıştı! Jun Suh ilk önce ne yapacağını bilemese de herkesin ortasında bir kızla öpüşmekte olduğunu fark edip geri çekilmeye çalıştı. Ama Ha Neul’ın onu bırakmaya hiç ama hiç  niyeti yoktu..

Birden tüm dinleyiciler ıslık çalıp çığlık atmaya başladılar. Yalnız aralarında iki kişi vardı ki, ne ıslıkları duyabiliyorlardı ne de çığlıkları.. Onlar sadece gördüklerinin gerçek olmamasını diliyorlardı..

***

-11. Bölüm Sonu-

Genel içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 14 Yorum

10. Bölüm: Bunu bize yapma!

Yüksek Sadakat-Aklımın İplerini Saldım

Byeol inanamıyordu, nasıl böyle bir aptallık yapabilmişti? Bir çuval inciri berbat etmişti bile, Tae Woo’yu babası gibi seven bir adama hayatının sırrını vermişti hiç istemeden.. “Birkaç saniye içinde bir şey uydurabilir miyim?” diye düşünmeye başladı, ama çocuk öyle merak dolu gözlerle kıza bakıyordu ki, daha fazla beklemeyemedi:

“Neden bahsediyorsunuz siz? Anlamadım?”

Min Hyung bu tepkinin üzerine daha da şaşırdı:

“Byeol-ssi! Tüm söylediklerini duydum, yani.. kapı açıktı.. Tae Woo ajusshinin baban olduğunu…”

Byeol eliyle çocuğun ağzını kapatıp:

“Şşşt! Tamam, size her şeyi anlatacağım, ama konuşabileceğimiz bir yere gidelim önce.”

“Tamam” dedi Min Hyung. “Ama en azından bir saat daha burada kalmam lazım. Beni beklersin değil mi?”

Byeol istemese de beklemek zorundaydı:

“Peki” dedi sadece. “Ama bana bir şey sormayın şimdi, lütfen..”

Başını salladı Min Hyung. İkili hiç konuşmadan salona geçtiler. Dans pistinde hala Ha Neul ile dans eden Jun Suh’nunsa çıkış kapısına bakmaktan az daha boynu tutulacaktı, aklı sorularla doluydu: “Nerede bu kız, neden koşup gitti ki? O çocuk neden gitti arkasından?”

Kapıdan giren Byeol’ü görünce rahatladı, en azından O iyiydi. Ha Neul’a döndü sonra. Kız düşünceli görünüyordu, düşünceli ama mutsuz değil.. O da birden Jun Suh’ya döndü:

“Seni dinlemek istiyorum.. Keşke şu sıkıcı müziği kesseler ve sen sahneye çıksan.. Bir şeyler söylesen ve ben sesinle her şeyi unutsam..”

“Demek benden bıkmadın” dedi Jun Suh gülümseyerek. “Provalarda o kadar çok şarkı söyledim ki, bir daha beni dinlemek istemezsin diye düşünüyordum.”

Gülümsedi Ha Neul:

“Senden bıkabilecek birini düşünemiyorum. Hele de sesinden..”

İki genç neşeyle gülümsediler birbirlerine. Ha Neul gülümserken, hele de bu kıyafetin içinde ne kadar da güzel görünüyordu! Gülümsemesi öyle içtendi ki, ifadesinde ikiyüzlülükten, samimiyetsizlikten eser yoktu. Byeol’ün ondan neden nefret ettiğini bir kere daha merak etti Jun Suh.

“Birbirlerini yakından tanısalar eminim çok severler” diye düşündü.

“Yarışmayı hatırlattın ya iyice heyecanlandım” dedi Ha Neul. “Yarın büyük gün! Ama yanımda sen varsın ya hiçbir şeyden korkmuyorum!”

O böyle konuştukça Jun Suh elinde olmadan kendinden utanıyordu. Aptalca bir oyun yüzünden ona yaklaştığını düşündükçe adeta kızın yüzüne bile bakamıyordu, yine başını yere eğdi sadece.

“Şu an yanımda olman o kadar önemli ki..” diye fısıldadı Ha Neul. Jun Suh kendisini gerçek bir pislik gibi hissediyordu, nasıl bir saçmalığın içindeydi böyle? Tüm bunlara daha ne kadar dayanabilecekti bilmiyordu..

Byeol ise yine yalnızdı. Min Hyung hocalarının yanına gitmişti, O ise bir yandan çocuğa ne diyeceğini düşünüyor bir yandan da ileride birbirlerine gülümseyerek dans eden ikiliyi çaktırmadan izlemeye çalışıyordu:

“Ne konuşuyorlar acaba? Lanet olsun ben bu durumdayken onlar nasıl böylesine eğlenebiliyorlar ki?”

Byeol hislerinden korktu bir an. Bu durumda bile Jun Suh’yu düşünüyordu, kafasını çevirip masanın üzerindeki üzümlerden yemeye başladı. Deli gibi Min Hyung’a söyleyeceklerini düşünürken birden kendisine seslenildiğini duyup arkasına döndü. Genç bir çocuk gülümseyerek kendisine bakıyordu.

“Lee Byeol-ssi… Beni hatırlamadın sanırım. Ben 3. sınıflardan Go Jin Ho. Yunan ve Roma Tiyatrosu dersini alıyoruz birlikte.”

“Hımm” dedi Byeol sadece. “Ee?” dememek için kendisini zor tutuyordu oysa ki..

“Şeyy.. Benn.. Dans edelim mi diyecektim..”

“Bu da ne şimdi?” diye kendi kendine söylendi Byeol. “Tam da sırası..”

“Yok.. Ben kendimi pek iyi hissetmiyorum..”

“Hadi amaa.. Dans etmek sana da iyi gelecek..”

Belli ki çocuk yapışkandı. Byeol “Ne yapsam da kurtulsam şundan?” diye düşünürken birinin kolunu tuttuğunu hissetti. Kafasını kaldırdığında kendisine neşeyle gülümseyen Jun Suh’yu gördü:

“Hadi ama Byeol-ah! Beni amma beklettin!”

Daha sonra dönüp şaşkın gözlerle kendisine bakan çocuğa “Toz ol” anlamında bir bakış attı ve cevap beklemeden Byeol’ü dans pistine çekti. Ve ikili dans etmeye başladılar.. Jun Suh en güzel dansın insanın sevdiğiyle yaptığı dans olduğunu anladı o an.. Byeol’ün kalbinin sesini duymasından korkuyordu sadece.

Byeol ise cidden etkilenmişti.. Onu kolundan tutup piste çekişinden, çocuğa attığı bakıştan, her hareketinden etkilenmişti işte..

“Demek seni beklettim ha?” dedi gülerek.

“Evet ama biraz önce değil” dedi Jun Suh ciddi bir ifadeyle. “Dışarı çıkıp gelmedin uzun süre, merak ettim seni, bir de.. O çocuk da arkandan..”

“Biraz hava alıp geldim sadece” dedi Byeol sakince. “Min Hyung da bana eşlik etti o kadar..”

Jun Suh onun yine doğruyu söylemediğini biliyordu. Ama yine sustu..

“Hem.. Dans ederken çok mutlu görünüyordun..” dedi Byeol ima dolu bir ses tonuyla. Gittiğimi fark etmene şaşırdım..”

Jun Suh tam cevap vermek üzereyken müzik kesildi. İkili konuşamadan ayrılmak zorunda kaldılar.

Min Hyung ise Ha Neul’ın çok yakınındaydı, elinde olmadan onu izlediğini fark etti. Arkadaşlarıyla sohbet ediyordu genç kız, oldukça neşeli görünüyordu, her şeyi atlatmıştı galiba. “Bu iki kız.. kardeş mi şimdi?” diye aklından geçirdi bir an, olanları hala idrak edemiyordu. Ha Neul’ı özlediğini hissetti, yanına gidip onunla konuşmayı diledi bir an, ama yapamazdı, kızın tepkisini hiç kestiremediği için bu tehlikeyi göze alamazdı. Oysa böyle olmasını hiç istemiyordu. Hele de yıllardır duyduğu “Bir gün seninle okul balosuna birlikte gideceğiz oppa!” sözlerinden sonra…

Daha fazla üzülmemek için Byeol’ün yanına gitmeye karar verdi. Ama döndüğü an kalakaldı, Byeol yine o çocuğun yanındaydı! Dans ediyorlardı! “Bu çocuk da nesi?” dedi içinden. “Ha Neul’ın da Byeol’ün de hep etrafında.. Ne yapmaya çalışıyor?”

Tam Min Hyung dans eden çifte yaklaşırken müzik bitti. Dans etme sırası Min Hyung ve Byeol’e gelmişti ama ikisi de öylesine gergindi ki..  Dans ederken tek kelime etmediler. Byeol olanları sindirince biraz rahatlamıştı ama şaşkın çocuk belli ki bu şoku hala atlatamıyordu.

Yarım saat sonra Byeol ve Min Hyung ikilisi balodan ayrıldılar. Byeol gözleriyle tüm salonu tarasa da Jun Suh’yu göremedi, ona haber veremeden mekandan ayrılmak zorunda kaldı..

Feridun Düzagaç-Beni Bırakma

Min Hyung arabayı deniz kıyısında bir yere park etti ve hiç vakit kaybetmeden kıza döndü:

“Burada konuşabiliriz değil mi?”

Byeol başını salladı sadece.

“Peki.. Tuvalette söylediklerim doğruydu.. Ben.. Park Tae Woo’nun kızıyım.”

“Nasıl? Nasıl yani? Senin varlığından haberi yok değil mi? Olsa bana söylerdi..”

“Yok.. Lise yıllarında annemle birlikte olmuş Bay Tae Woo. Ama daha sonra beni istememiş, yani bir çocuğunun olacağını duyduğunda.. Annem de bana kıyamayıp çocuğunu tek başına büyütmeye karar vermiş. Hepsi bu işte..”

“Ajusshi bir çocuğu olacağını biliyormuş yani.. Yine de istememiş..”

Byeol’ün gözleri dolmaya başlamıştı:

“Evet! ‘Biz daha çocuğuz ne çocuğu?’ demiş, annemden beni aldırmasını, çocuğunu öldürmesini istemiş! Halbuki birkaç yıl sonra ilk görüşte aşık olduğu bayan bilmem ne ile evlenip bir de çocuk yapmaktan hiç şikayetçi olmamış. Kızına prensesler gibi davranırken hayatını kararttığı kadını ve daha doğamadan terk ettiği çocuğunu hiç düşünmemiş!”

Byeol kontrolünü kaybetmişti, gözyaşlarının akmasına engel olamıyordu. Kızın ağladığını gören Min Hyung bir anda paniğe kapıldı. Sol elini kızın sırtına koyup onu kendisine doğru çekti:

“Tamam tamam geçti, ağlama..”

Byeol bir süre daha ağladıktan sonra gözyaşlarını silip kendine gelmeye çalıştı:

“Özür dilerim..”

Min Hyung ise hala düşünceliydi:

“Peki sen ne zamandan beri biliyorsun babanın bay Tae Woo olduğunu?”

“14 yaşındaydım babamın gerçek babam olmadığını öğrendiğimde.. O günden beri onu göreceğim günün hayalini kurmuştum.. Ama O.. “Bir çocuğunuz daha var” dediğimde beni zerre kadar ciddiye almadı! Annemi aklının ucundan bile geçirmedi..”

“Ona her şeyi söyledin yani?” diye bağırdı Min Hyung. Byeol ise sakinleşmişti:

“Söylemeye çalıştım, ama izin vermedi, kovdu beni.. Artık ondan hiçbir şey istemiyorum..”

Min Hyung kızın her sözüyle daha da şaşırıyordu:

“Ajusshi öyle biri değil halbu…”

“Sakın!” diyerek çocuğun sözünü kesti Byeol. “Sakın bana onun hakkında iyi bir şeyler söylemeye kalkmayın! Ne teselliye ne de o adamı savunmanıza ihtiyacım yok. Sadece sorduğunuz için anlattım bunları..”

Min Hyung onu ilk kez böylesine hırçın görüyordu. Elini omzuna koyup:

“Tamam” dedi. “Sakin ol.. Ben kimseyi savunamam zaten.. Sadece sana destek olabilirim.. Her zaman yanındayım, bunu bil, hep aklının bir köşesinde olsun..

Byeol bu şehre geldiğinden beri kendisini ilk kez şanslı hissetti. Jun Suh ve Min Hyung gibi iki kişi girmişti hayatına. Bu onun gibi yalnız biri için büyük ikramiye demekti!

İkili bir süre sustular. Min Hyung kendi kendine söyleniyordu sadece:

“Demek o yüzden doğum günü partisinde o kadar kötüydün.. Demek o yüzden Ha Neul’a bir türlü…”

Byeol ise bu gecenin hiç yaşanmamış olmasını dilerdi. Tüm bunları konuştukça acısı daha da tazeleniyordu, o kafede çalışmak da o adamın yüzünü görmek de daha zor bir hale geliyordu..

“Peki..” dedi çocuk kıza dönüp. “Bay Tae Woo’nun yanında nasıl çalışabiliyorsun bu durumda? Nasıl kendini tutabiliyorsun? Anlayamıyorum..”

“Onu tanımaya çalışıyorum..” dedi Byeol sadece. Oysa ki onu tanıdıkça her şey daha da zorlaşıyordu..

Çocuk kızın her cümlesiyle daha da şaşırıyordu..

“Yalnızz” dedi ardından Min Hyung’a dönüp. “Bu mesele ikimizin arasında kalmalı.. Yani kalacak değil mi?”

“Tabii ki..” dedi çocuk. “Sen istemediğin sürece bundan kimseye bahsetmem..”

Byeol rahat bir nefes aldı en sonunda. Saatlerdir tek düşündüğü şey buydu. O adamın hiçbir şey bilmesini istemiyordu henüz..

“Dönelim mi?” dedi sessizce. Min Hyung gülümseyerek başını salladı. Gözlerindeki hüznün sebebini biliyordu artık.. Onun neden herkesten farklı baktığını, farklı güldüğünü biliyordu. Bu da ona yetiyordu şimdilik..

“Teşekkür ederim” dedi Byeol arabadan inerken. “Beni dinlediğiniz için.. Yargılamadan..”

Min Hyung yine sadece gülümsedi. Byeol ses yapmamak için ayakkabılarını eline alıp bahçeye girdi. Üst katın ışıkları sönüktü, Jun Suh ya dönmemişti, ya da dönmüş ve çoktan uyumuştu..

Perdenin arkasından kızın bahçeye girdiğini gören çocuk hışımla perdeyi kapatıp burnunu büktü:

“Nereye gittiler kim bilir? İnsan bir haber verir ayrılmadan önce? Hıh!”

Jun Suh kendisini berbat hissediyordu bu gece. Byeol’ün yanında Min Hyung gibi iddialı birini görmek ona hiç iyi gelmiyordu. Balodaki gibi onu kolundan çekip götürmek istiyordu, ama bu cesareti kendinde bulamıyordu bir türlü. Çünkü emin olamadığı şeyler vardı hala..

***

Lee Seung Gi-Losing My Mind

Byeol yüzüne vuran güneş ışığıyla uyandı. Minik evinin ufacık pencerelerinden bile girebilen bu ışık sayesinde gülümseyerek yatağından doğruldu. Kendisini çok iyi hissediyordu. Uzun zamandır içinde sakladığı şeyleri birine anlatmak ona galiba iyi gelmişti. Pencereden baktığında incir ağacından dökülen yapraklar çarptı gözüne. Bahçe kartpostal gibi görünüyordu bu sabah.

“Bir kahve alayım en iyisi” dedi kendine ve kahvesini yapıp hırkasını giydikten sonra bahçedeki taburelerden birine oturdu. Bu sessizliği hiçbir şeye değişmezdi herhalde..

Yavaşça yatağından doğrulan Jun Suh pencereden bakar bakmaz bahçede kahve içen Byeol’ü görünce birden fırladı. Onunla konuşmalıydı! Bir bahaneyle dışarı çıkmak en iyisiydi.. Pijamasının üzerine hırkasını giyip kendisini dışarı attı.

Merdivenlerde Jun Suh’yu gören Byeol neşeyle gülümsedi ona. Çocuk yavaş adımlarla merdivenlerden inerken yüzünde oldukça ciddi bir ifade vardı..

“Günaydın Jun Suh-ah! Gel otur sana da bir kahve getireyim..”

“Yok” dedi Jun Suh gülümsemeden. “Ben zaten süt almak için çıktım..”

“Hadiii otur şuraya!” dedi Byeol çocuğu yanına doğru çekip. Jun Suh isteksiz bir tavırla taburelerden birine oturdu. Byeol’ün getirdiği kahveyi yudumlarken daha fazla kendini tutamadı:

“Bu sabah erkenden uyanmana şaşırdım. Dün eve o kadar geç gelmene bakılırsa yani..”

Byeol gülümsememek için kendisini zor tutuyordu. Bu çocuk resmen ona trip atıyordu! Ama Byeol oltaya gelmeyecekti..

“Sen yoksa benim dönmemi mi bekledin? Kaçta geldiğimi nereden biliyorsun?”

Jun Suh bunu beklemiyordu işte. Önce bir kaç kelime kekeledikten sonra kendinden emin bir sesle:

“Senin o hocan olacak görgüsüz öyle bir gaza bastı ki gece vakti, yatağımdan fırladım!” dedi. Kulakları kızarmıştı bunları söylerken.

“Yalancı!” dedi Byeol içinden. Gülümsemekten kendini alamıyordu. Ne de tatlı olmuştu o kırmızı kulaklarıyla. Byeol’ün içinden deli gibi yanaklarını sıkmak geçiyordu, hatta kendisini zor tutuyordu..

Çocuğa daha fazla eziyet etmeye gerek yoktu ama..

“Projem hakkında konuştuk biraz.. Sonra da beni eve bıraktı. O kadar..”

Jun Suh naz yapan kızlar gibi süzüle süzüle bakıyordu Byeol’e.

“Hem..” dedi kız cevap beklemeden. “Sen Ha Neul ile dans ederken öyle mutlu görünüyordun ki, çıkarken de seni rahatsız etmek istemedim..”

Ovv! Byeol atağa geçmişti işte. Ama Jun Suh bu kez kolay pes etmeyecekti:

“Ben işimi yapıyordum” dedi zafer kazanan asker edasıyla. “Kalbini kazanmaya çalışıyordum..

Jun Suh galiba amacına ulaşmıştı bu kez, Byeol sinirlenmişti:

“Senin görevin onu kendine aşık etmek.. Ona aşık olmak değil!”

Jun Suh’nun beklediği top ayağına gelmişti işte:

“Ya ben ona aşık olursam..”

Byeol bu kez kaldı öylece. Şaşkınlıktan az daha elindeki kahveyi dizine dökecekti.

“Olamazsın!” dedi sinirle. “Çünkü onu terk etmek zorundasın..”

Kızın fazla bir şey söylemesine de gerek yoktu aslında. Jun Suh onun gözlerindeki öfkeden anlayacağını anlamıştı.

“Tamam” dedi. “Şaka yaptım sadece..”

Byeol bir anda kendine geldi. Kontrolünü kaybettiğine inanamıyordu. Bunu bu denli belli etmesine pişman olsa da iş işten geçmişti, Jun Suh anlamlı anlamlı sırıtmaya başlamıştı bile!

“Bu arada..” dedi Jun Suh. “Bugün Ha Neul’ın grubunun yarışması var. Beni izlemeye geleceksin değil mi?”

Byeol bunu deli gibi istiyordu..

“İşten izin koparabilirsem gelirim” dedi heyecanını dizginlemeye çalışarak.

“Ben gideyim” dedi Jun Suh ayağa kalkarken. “Kahvaltı edip provaya gideceğim daha.”

“Tamam” dedi Byeol. “Görüşürüz..”

Jun Suh çoktan gözden kaybolmuş olsa da “Ya ben ona aşık olursam” cümlesi Byeol’ün kulaklarından gitmiyordu. Yine oyuncağını kaybeden çocuk moduna girmişti işte..

“Şaka yaptı canım” dedi kendine kendine. “Şaka işte, şaka şaka..”

Aklındakileri bir kenara itip hızla ayağa kalktı. Hemen hazırlanıp kafeye gitmeliydi, daha izin almak için müdür Choi’yi ikna edecekti. Jun Suh’yu sahnede izlemek için sabırsızlanıyordu..

***

Goong-Stay

Byeol kafeye girer girmez Ha Neul’ı karşısında görünce şaşırdı. Bu saatte ne işi vardı ki burada? Babasıyla bir şeyler konuşuyorlardı. Belli ki çıkmak üzereydi.

“Saat 3’te babacım unutma” dedi kapıdan çıkarken. “Birinci olduğumuzda sana sahneden öpücük göndereceğim!”

“Tamam!” diye bağırdı adam kızın peşinden. “En büyük ‘BitterJoy’ yazılı bir afiş de getiririm yanımda istersen eheuheu!”

“Babaaa! Grubumun adını da öğrenmişsin!”

Kapıdan çıkmak üzere olan kız dayanamayıp geri döndü ve Tae Woo’yu her iki yanağından da oldukça sesli bir şekilde öptü. Byeol kusmak üzereydi!

Ha Neul’ın kafeden çıkmasıyla tüm o saçma melodram son buldu. Byeol ilk iş olarak müdür Choi’ye gidip yalvarır bir ses tonuyla izin istedi, diğer günler gece yarısına kadar çalışabileceğini bile söyledi ve izni kopardı. Ondan mutlusu yoktu herhalde! Bir de temizlik sırası onun olmasaydı süper bir gün olabilirdi. Hele de ofisin temizliği! O odaya girmek bile istemiyordu Byeol..

Birkaç saat servis yaptıktan sonra temizlik kovasını eline alıp ofise girdi. Tae Woo masasında uyukluyordu, gözlerinin altındaki morluklardan ve şişlerden birkaç gecedir uyumadığı belli oluyordu zaten. Kendi kendine söyleniyordu bir yandan da:

“Bir bu eksikti! Nasıl keserler kafenin telefonunu! Otomatik hesaptan ödenmiyor mu faturalar?”

Tae Woo bir süre söylenmeye devam etti, sonra bir yerleri aradı. Bu sırada yerleri silen Byeol başını kaldırdığında yorgun adamın sandalyesinde uyuyakaldığını gördü. Hiç istemese de onun için üzülüyordu işte, insanoğlu ne garip bir yaratıktı böyle! Adamın yüzüne baktıkça bu kafeye ilk kez girdiği gün geldi aklına. Bu adamla yepyeni bir aileye sahip olmak için gelmişti buralara.. “Çok pişmandır belki.. Belki hep bizi aramıştır o da..” diyerek saçma sapan umutlara kapılmıştı.. Ne kadar da aptaldı oysa ki..

Askılıktaki paltolardan birini alıp adamın üzerine örterken bir ses duyduğunu hissetti. Tae Woo’nun telefonu titriyordu. Telefona bakan Byeol Ha Neul’ın aradığını gördü. Sessizce yerleri silmeye devam etti.

Telefon bir kez daha çaldı, bir kez daha ve bir kez daha.. En sonunda mesaj sesi duydu Byeol, merak edip baktı hemen telefona:

“Babacığım neredesin? Yarışma bir saat sonra başlayacak, geç kalma olur mu? Kafeyi arıyorum telefon çalışmıyor neden?”

Ardından bir mesaj daha:

“Garsonları arıyorum herkesin telefonu kapalı sanırım kimse cevap vermiyor, of baba neredesin?”

Byeol gerildiğini hissetti, ne yapmalıydı şimdi? Tae Woo’yu uyandırmalı mıydı? Yoksa çekip gitmeli  miydi?

Sabahki saçma sapan sahne gözlerinin önüne geldi birden.

“En büyük BitterJoy ha? Jun Suh olmasa görürdüm en büyük kimmiş?”

Ya Byeol bu odada olmasaydı? Tae Woo yine uyanmayacaktı..

“Farz etsinler ki ben yokum..” dedi sessizce. Ve çıt çıkarmadan odadan çıktı.. Müdür Choi de çıkmıştı muhtemelen, garsonlardan başka kimse yoktu kafede. Byeol hızla üzerini giyinip çıktı. Hızlı adımlarla otobüs durağına doğru koşarken hala neden bu kadar gergin olduğunu düşünüyordu. Mutlu değildi, yaptığı şeyden kendisini sorumlu hissetmese de içi rahat değildi nedense..

Jun Suh dahil tüm grup harıl harıl prova yaparken Ha Neul elinde telefonla bir o yana bir bu yana koşuşturup duruyordu.

“Nerede bu adam nerede? Ben bir kafeye mi gitsem?”

Tüm grup üyeleri birden “Hayırr!” diye bağırdılar. “Yarım saat kaldı hiçbir yere gidemezsin!”

Ha Neul berbat hissediyordu kendini. Bu halde nasıl çalacaktı bilmiyordu..

Herkesin kendi aleminde takıldığı bu odada Jun Suh’nun aklı da Byeol’deydi..

“Adresi doğru yazmışımdır umarım. Yolu bulabildi mi acaba?”

Ha Neul’ı zar zor yanlarına alıp son bir prova aldı grup, ki zaten sıra onlara gelmişti. Derin bir nefes alıp sahneye çıktılar..

Bahçe ağzına kadar doluydu. Çocuklar önce sağ taraflarındaki jüri üyelerine sonra da seyircilere selam verdiler ve Ha Neul gitarıyla şarkıya girişi yaptı:

FT Island – A Person Close To Tears

Byeol sağında solunda kim varsa ite ite önlere geçebilmeyi başarmıştı. Sonunda Jun Suh’yu görebilmişti işte, oradaydı, yine gözleri kapalıydı, yine yay gibi gerilmişti, yine sesiyle tüm bahçeyi inletiyordu!

Üzerinde koyu renkli yırtık kotu vardı, kotun üzerine ise beyaz, parlak desenli bir tişört giymişti. Hiç Jun Suh gibi değildi, Byeol onu tanımasa bu çocuğun Jun Suh ile aynı kişi olduğunu hayatta tahmin edemezdi..

Grubun şarkısı gerçekten çok güzeldi, öyle duygusal ve aynı zamanda öyle isyankar bir tonu vardı ki.. Sözleri de Byeol’ü kalbinden vurmaya yetiyordu da artıyordu bile..

“Yüreğimin içinde, kalbimin içinde,

Ama benden çok uzakta O..”

Jun Suh’dan birkaç saniyeliğine gözlerini ayırabilen Byeol Ha Neul’a bakabildi en sonunda. Kız kesinlikle gülümsemiyordu, gülümsemek bir yana o sahnede zoraki durduğu öyle belliydi ki.. Byeol işte o an gizli bir sevinç hissetti içinde:

“Yalnızlık hep bana değil ki bu dünyada..”

Şarkı bitti, ardından diğer grup sahneye çıktı, ama Byeol zar zor geçebildiği önlerden kurtulup bir türlü kalabalıktan çıkamıyordu. Bir an önce Jun Suh’yu görüp kafeye dönmeliydi. Oysa o koşmadan Jun Suh yanına varmıştı bile..

“Gelmişsin Byeol-ssi! Nasıldık? Çok heyecanlandım yaa.. Belli oldu mu peki heyecanlı olduğum?”

Byeol ellerini bu heyecanlı çocuğun omuzlarına koyup:

“Hayır” dedi. “Harikaydın, muhteşemdin.. Sahneden kendini izleyemediğin için o kadar şanssızsın ki bir bilsen..”

Jun Suh’nun ayakları adeta yerden kesildi bu sözlerden sonra.

“Ama Ha Neul için aynı şeyi söyleyemeyeceğim..” dedi ardından. Tam konuşmaya devam edecekken birkaç adım ötelerinde duran taksiden Tae Woo’nun inip koşuşturduğunu gördü ve sustu bir an.

“Babacığı geldi ama..” dedi sonra yavaşça. Neyse gitmem lazım, 2 saat izin aldım. Sonuçlar açıklandığında bana haber vermeyi unutma, görüşürüz!”

Jun Suh tek kelime edemeden kız koşup gitmişti bile..

***

Byeol dakikada bir telefonuna bakıyordu, bütün gün meraktan çalışamamıştı. Neden aramıyordu ki bu çocuk?

5 dakika sonra kalabalık bir grup kafeden içeri girdi, Byeol şaşkınlık dolu gözlerle baktı onlara, çünkü omuzlarında taşıdıkları kişi Jun Suh’dan başkası değildi!

“Weee are the chaaaaampions!!!” gibi bir şeyler anlaşılıyordu çığlıklarından. Arkalarından pek bir neşeli olan Tae Woo ile yine yine ona sarılmış olan Ha Neul girdi. Belli ki kazanmışlardı.

“Kutlama pastasını hazırlayın!” diye bağırdı Tae Woo. “Nasıl da ezdi geçti onca grubu yau, kimin kızı!”

Byeol Jun Suh iler derin bir bakışma evresine girmesinden ötürü bu sözleri duyup sinirlenememişti bile.

“Özür dilerim seni arayamadım” diyordu Jun Suh gözleriyle.

“Tamam, hiç önemli değil, tebrik ederim!” dedi Byeol de hiç konuşmadan. Ama Ha Neul’ın tiz sesiyle kendine geldi birden:

“Baba bir düşünsene, bizim de bir albümümüz olacak, 3 şarkılık bir single da olsa bizim albümümüz off be off!”

Byeol kaldı birden, demek Jun Suh’nun da albümü olacaktı, Jun Suh’nun yıldızı daha da parlayacaktı demek ki.. Onun adına çok sevinen Byeol gizli bir kıskançlık hissetmekten de kendini alamadı.. Ya Jun Suh ve Ha Neul birlikte ünlü olurlar ve hiç ayrılmazlarsa?

Birkaç gün önce kendisini tokatlamak isterken şimdi kafa göz dalmak istiyordu!

Jun Suh ise kendisini zorlasa da mutlu olamıyordu bir türlü.. Onun da bir grubu vardı aylar önce, onların da hayalleri vardı, Jae Suk ve Jung Woo olmadan birinciliğin de albümün de bir anlamı yoktu onun için..

Uzun süre bir kutlamanın ardından Jun Suh ile Byeol evlerine doğru yola çıktılar. Bu gece her şey daha farklıydı sanki, ikisi de mutluydu, ikisinde de dert tasa yok gibiydi. Bağıra bağıra güldüler, Jun Suh sahnede yaşadıklarını anlattı, Byeol ona yetişmek için nasıl koşturduğunu.. Ne Min Hyung’tan bahsettiler ne Ha Neul’dan.. Çünkü Byeol için Jun Suh artık Ha Neul’ın kalbini çalması gereken bir kalp hırsızı değildi, adresi şaşırmış davetsiz bir misafirdi sadece..

***

Ft Island-Lie

Masanın üzerini kaplayan onlarca resme bir kez daha baktı Min Hyung. Bir kısmı müzik yarışması resimleriydi. Ha Neul’a odaklanan resimlerden birini eline alıp dikkatlice inceledi tekrar:

“Hiç gülmemiş.. Neden canı sıkkındı acaba?”

Sonra Jun Suh’nun resimlerine bir göz attı, solist olduğu için en çok çekilen kişi bu çocuktu. Bu çocuğun bir anda nasıl hayatlarına girdiğini, tanıdığı herkesin hayatının bir köşesinden nasıl çıkabildiğini hala anlamıyordu Min Hyung, ama bir şey vardı onda işte.. Bir şey..

Sonra balo resimleri çıktı önüne. O kadar çoktular ki bütün gün baksa yine de bitiremezdi herhalde.. Bir de algıda seçicilik denen şey yüzünden gözü sürekli Byeol’ün resimlerine takılıyordu. Bir şeyler yerken, gülerken, dans ederken.. İkisinin dans ettiği resmi önüne alıp uzun uzun baktı. Nasıl da mutluydu onun yanındayken, nasıl da o anlar bitmesin istemişti.. Hele kalbindekileri öğrendikten, acısını paylaştıktan sonra tek isteği yanında olup onu üzen her her şeyi tek tek unutturmaktı.

“Neden olmasın?” dedi kendi kendine. “Neyi bekliyorum ki ben?”

Elindeki resme son bir kez bakıp gülümsedi ve koşarak paltosunu kaptığı gibi dışarı çıktı. Liseli aşıklar gibi heyecandan yerinde duramıyordu adeta, garaja kadar koştu ve en kocaman gülümsemesini de yanına alıp gaza bastı!

Byeol ise yorgunluktan ölüyor olmasına rağmen kahve servis ederken gülümsemeye çalışıyor, sıcak yatağının hayalini kuruyordu aynı anlarda.. Çok az müşteri vardı, ama hiç müşteri olmasa da mesaisi bitene kadar kalmak zorundaydı, üstüne üstük dünkü konser yüzünden fazla mesaisi vardı.. Tam bir köşeye oturup başını ellerinin arasına almışken kapını açıldığı duydu. Başını kaldırdığında nefes nefese kafeden içeri giren Min Hyung’u görüp hemen ayağa fırladı:

“Hoş geldiniz!”

Min Hyung derin derin nefes alıp önce bir etrafını yokladı, sonra kıza dönüp:

“Ha Neul kafede mi?” diye sordu.

“Hayır, bayan Ha Neul henüz gelmedi.”

“Peki vaktin var mı?”

Byeol etrafına bakıp sadece iki müşterilerinin olduğunu görünce:

“Var tabii ki.” dedi. “Bir şey mi oldu?”

“Evet” dedi Min Hyung. “Seninle konuşmam gerekli.. Hemen..”

Çocuğun yüzünden önemli bir şeyler konuşacaklarını anladı Byeol. Vakit kaybetmeden hemen önlerindeki masaya oturdular.

“Bir şey içmek is…”

“Hayır.. Teşekkürler.. Ben.. sana resimlerimizi getirmiştim..”

Byeol eline verilen zarfı açıp tek tek baktı resimlere, ne kadar güzel görünüyordu o gece. Gerçek bir külkedisi denebilirdi kendisi için..”

“Teşekkürler” dedi Byeol. “Okulda da verebilirdiniz, buraya kadar boşuna..”

Min Hyung tekrar derin bir nefes aldı:

“Bunları vermek için gelmedim. Seninle konuşmam gereken şey başka..”

Byeol çocuğun gözlerine baktıkça neler söyleyeceğini anlamaya başladı. Çok heyecanlı, çok mutlu bakıyordu gözleri, belli ki hiç iyi şeyler olmayacaktı bugün..

“Sizi dinliyorum..”

Yine birkaç saniye duraksadı Min Hyung, kızarmış yüzü ve kulaklarıyla, bir de bu heyecanlı halleriyle çok farklıydı, ama her halinde her tavrında hayran olunası bir hava vardı yine, o hava bu çocuğun genlerine işlenmişti belli ki..

“Byeol-ssi..” diyerek söze başladı. “Öncelikle sözlerimi hiç kesmeden beni dinlemeni rica ediyorum. Çünkü bir kez susarsam bir daha konuşamayabilirim.. Ben.. bugüne kadar çok az kişiye bağlandım, çünkü beni anlayabilen değil sadece seven, sadece yanımda olmak isteyen insanlar çıktı hep karşıma. Benim de etten kemikten bir insan olduğuma kimse inanmak istemedi, benim de canımın yanabileceğini, dertlerimin olabileceğini kimse düşünmedi..”

Tam burada durup dikkatlice kızın gözlerine baktı, can kulağıyla dinliyordu çocuğu Byeol..

“Sen çıktın sonra karşıma.. Kendimden bir şeyler gördüm sende, çok güzeldin, çok farklıydın, istesen herkes etrafında pervane olabilirdi, ama istemiyordun işte.. Daha ilk gün.. Derse geldiğin ilk gün gözlerine baktım dikkatlice.. Gözlerinde kendimi gördüm Byeol-ssi, hüznünü gördüm, akıtamadığın göz yaşlarını gördüm.. Ve o günden sonra tek istediğim şey acını dindirmek oldu, ya da en azından.. Omzumda ağlaman, bir köşede tek başına değil..”

Tüm bunları söylerken öylesine muhteşem görünüyordu ki Byeol onun sözlerine daldı gitti bir an.. Nasıl da anlayabilmişti onu, bu okuldaki kimse gibi olmadığını nasıl fark etmişti ilk günden?

“… Omzumda ağlaman.. Omzumda..”

Byeol Jun Suh’ya koştuğu günü hatırladı birden. Onun omzunda ağladığı, ona sıkıca sarıldığı ve her şeyi bir anda kabullendiği o gün tekrar gözlerinin önüne geldi. Sonra Jun Suh’nun yüzünü hayal etti, gözlerini, burnunu, kulaklarını.. En sonunda da sesi yankılanmaya başladı kulaklarında.. O kadife sesi..

“Yanında olmama izin verir misin Byeol-ssi? Seni tanımama izin verir misin?” diye sordu Min Hyung bir çırpıda.

Fakat Byeol bir türlü susturamıyordu Jun Suh’yu, daha da bağırıyordu hatta, en güçlü sesiyle söylüyordu şarkısını Byeol’e:

“Yapma!” diyordu sanki. “Yapma Byeol-ah! Bunu bize yapma!”

“Yapamam” dedi Byeol içinden. “Çünkü benim Jun Suh’m sensin..”

Kafasını kaldırdığında ona elini uzatmış merakla konuşmasını bekleyen Min Hyung ile göz göze geldi. Çok zordu şu an yapacağı şey, karşısındaki bu mükemmel çocuğu reddetmek hiç mantıklı değildi, saçmalıktan başka bir şey değildi.. Ama aşk da bu değil miydi zaten?

Byeol tam cevap verecekken kapının açıldığını fark etti, Ha Neul gelmişti. Sessizce içeri girip paltosunu çıkarmaya yeltendiği anda ikilinin oturduğu masaya kilitlendi genç kız, öylece kalakaldı, bir adım bile atamadı. Min Hyung’un kıza uzattığı elini gördüğü an her şeyi anlamıştı zaten, dünyası çoktan başına yıkılmıştı bile..

Byeol kızın bir anda nasıl yıkıldığını gördü, ağlamak üzereydi, bir adım daha atsa ağlayacaktı zaten.. Onun yüzündeki bu ifadeyi daha önce köprüde görmüştü, ancak intihar etmeden önce böylesine umutsuzluğa kapılmıştı işte, öyle kötü bir durumdaydı..

Min Hyung’a sırrını anlattığı günden beri acısı iyiden iyiye tazelenen Byeol ise çabalasa da onun bu haline bir türlü üzülemedi. Ona nasıl üzülebilirdi ki? Onu canından çok seven bir babası vardı. Her hatırladığında özlediği, ama acımadan, sadece özlediği bir annesi vardı.. Güzeldi, istediği her şey parmağının ucundaydı sadece.. Müzik yarışmasında bile istediğini almıştı. Hiç kaybeden olmamıştı ki O.. Kaybeden olmanın o korkunç ağırlığını bir kez bile hissetmemişti..

Byeol onun bu hissi tatmasını istedi bir an, hem de deli gibi istedi bunu..

Ve yine öfke birden tüm bedenine hakim oldu. Yine düşünemez oldu. Mail attığı andaki o tuhaf güç yine ele geçirmişti onu..

Jun Suh’nun sesi kesildi birden..

Ha Neul’a arkası dönük olan Min Hyung her şeyden habersiz kızın cevap vermesini bekliyordu. Byeol bakışlarını aniden çocuğa çevirdi. Gülümsüyordu.. Min Hyung’un uzattığı elin üzerine elini koydu ve:

“Evet..” dedi sesini duyurabileceği en yüksek ses tonuyla.

Mn Hyung’un şaşkın yüz ifadesinin yerini kocaman bir gülümse almıştı şimdi, diğer elini de Byeol’ün elinin üzerine koyup:

“Teşekkür ederim Byeol-ssi..” dedi sessizce.

Byeol ise o muhteşem gülümsemeyi doya doya seyretmek yerine Ha Neul’ın çaresiz gözlerini görmek için kıza döndü, zavallı kız şimdi ağlıyordu işte.. Byeol’ün kendisine baktığını fark ettiğinde gözyaşlarını sildi ve hızla kapıyı çarpıp kafeyi terk etti.

İşte o an Min Hyung’un elinin üzerindeki elini ve gülümseyen gözlerini fark edebildi Byeol. Ancak o an yaptığı şeyin farkına varabilmişti..

Çünkü Jun Suh yine şarkı söylemeye başlamıştı..

***

-10. Bölüm Sonu-

Genel içinde yayınlandı | 16 Yorum

9. Bölüm: Senden başka kimsem yok..

Ft Island-Distance

Jun Suh yine hareketsiz bir şekilde olduğu yerde kalakalmıştı. Böyle anlarda neden şu dizilerdeki cool jönler gibi olamıyordu ki! İçinden kendisine deli gibi söverken Byeol’ün göğsünün üzerinde atan kalbini hissetmeye başladı, kızın tüm vücudu ateş gibi yanıyordu. Nesi vardı acaba, kim üzmüştü onu böyle? Onu sımsıkı sarmak ve “Korkma ben yanındayım” demek istiyordu, ama kendine sövmekten öteye gidemiyordu yine..

Byeol ise hiçbir şey düşünemiyordu o anda, sadece kendisine şaşırıyordu, çünkü başını kaldırmak istemiyordu, Jun Suh’nun omzunda yaşlanabilirdi hatta.. Ellerini kaldırıp çocuğun kürek kemiklerini sıkıca kavradı, sanki onu bırakmasından korkuyordu..

Jun Suh daha fazla dayanamayıp, hafifçe geri çekilmeye çalıştı:

“Byeol-ah.. Neyin var?”

Byeol ise çocuğun kürek kemiklerinin üzerindeki elleriyle tişörtünü sıkıca tutuyordu:

“Dur! Öyle kal lütfen!”

Jun Suh kızın sırtını sıkıca kavrayan ellerini hissediyordu, bu kız Byeol müydü? Onu böylesine üzen şeyin ne olduğunu öğrenmekten de, buna karşı vereceği tepkiden de çok korkuyordu..

Arkasına baktığında arkadaşlarının meraklı bakışlarla onlara baktığını fark etti. Eliyle “5 dakika” işareti yapıp Byeol’ü belinden kavradı ve yavaşça dışarı çıktılar. Birkaç adım uzaklaştıktan sonra bir kenara oturdular. Jun Suh kızın yüzünü görünce daha da şaşırdı, ağlamaktan gözleri şişmişti! Onu bu halde göreceğine asla asla inanamazdı..

“Byeol-ah! Neyin var anlat lütfen! Yalvarırım susma! Kim üzdü seni kim?”

Byeol koluyla gözlerini silerken ne demesi gerektiğini düşündü bir an. Ona her şeyi nasıl anlatabilirdi? Tüm bu saçmalıkları, onu da nasıl bir işi içine çektiğini nasıl açıklayabilirdi bu masum çocuğa? Oysa nasıl da içini dökmek istiyordu, onun huzurlu kollarında her şeyi unutmak tek dileğiydi o an oysa ki..

Kızarmış gözlerini Jun Suh’ya çevirip zorla gülümsemeye çalıştı:

“Korkma.. önemli bir şey değil, her şey üzerime geldi birden, patlayıverdim işte, gerçekten.. gerçekten önemli değil..”

Jun Suh sinir dolu gözlerle baktı kıza, yine aynı şeyi yapıyordu işte.. Yine her şeyi tek başına yüklenip acısını kimseyle paylaşmak istemiyordu.. İki eliyle kızın omuzlarından tutup gözlerinin içine baktı:

“Yalan söylüyorsun işte! Bir şey olmuş, çok kötü bir şey olmuş hatta! Ama sen yine kaçıyorsun benden! Yapma böyle Byeol, yalvarırım yapma!”

Byeol çocuğun gözlerinin taa içine bakan yalvarır bakışlarını kalbinin en derininde hissetti, anlatamazdı ama, yapamazdı..

“Annemi özledim..” dedi sessizce. “Hem o adama ve kızına da tahammül edemiyorum artık.. Sinirlerim yıprandı iyice. Seni de korkuttum özür dilerim..”

“O çocukla mı ilgili?” diye sordu Jun Suh sessizce. “O hocan olacak çocuk mu üzdü seni, bu yüzden mi bana anlatmak istemiyorsun?”

Byeol kızsın mı gülsün mü bilemedi bir an. “Ah be çocuk” dedi içinden. “Nereden de aklına geldi Min Hyung?”

“Hayır” dedi başı yerde. “Sadece korkuyorum.. Kötü biri olmaktan korkuyorum.. Her gün, yavaş yavaş, bir canavara dönüşüyorum sanki.. Jun Suh-ah.. Ben kötü biri değilim.. Kötü biri olmak istemiyorum.. Yardım et bana ne olur..”

Yine ağlamaya başlamıştı. Jun Suh “Hayır” dedi kızın gözyaşlarını silerken. “Sen kötü falan değilsin.. Hele canavar hiç değilsin.. Sen sadece kötü olmaya çalışan küçücük bir kızsın, ki bunu hiç başaramıyorsun anladın mı?”

“Gerçekten mi?

Jun Suh minik bir kedi yavrusu bakışıyla kendisinden onay bekleyen bu kıza gülümseyerek başını salladı. Evet yine kaçıyordu, yine her şeyi tek başına yükleniyordu, ama “bana yardım et” diyebilmişti sonunda, ona elini uzatmıştı, bu bile ona yetiyordu..

Byeol yavaşça ayağa kalktı, gülümsemeye çalışarak:

“Sen işine dön” dedi. “Ben de eve gidiyorum.”

“İyi misin?” diye sordu Jun Suh, elleri hala kızın kolundaydı. Byeol:

“İyiyim” dedi burnunu çekerken. “Merak etme geçti bile.. Teşekkürler, yordum seni de.. Sonra.. Evde görüşürüz..”

Yavaşça kalkıp cevap beklemeden yürüdü. Arkasına döndüğünde Jun Suh’nun hiç hareket etmeden onu izlediğini görüp gülümsedi. Tam dönüp yürümeye devam ederken çocuğun sesiyle durdu olduğu yerde:

“Bir dakika!”

Olduğu yerden Jun Suh’nun yanına doğru koştuğunu hissediyordu Byeol. Yavaşça arkasını döndü.

“Peki..” dedi Jun Suh nefes nefese. “Neden benim yanıma geldin? Neden başkasına gitmedin?”

Düşündü Byeol, çocuk haklıydı, neden aklına ilk o gelmişti, neden onun omzundayken ömür boyu uyumak istercesine mutluydu? Cevap gün gibi ortadaydı işte, Byeol zaten bildiği bu cevabı düşündüğünde irkildi önce, ama rahatladı, artık gözlerinin içine bakamasa da gönlüne bakabilecekti.. Ama.. Yine aynı şey olmuştu işte.. Doğru insan yanlış zamanda karşısına çıkmıştı.. Ona “Çünkü sen benim Jun Suh’msun” diyemiyordu..

“Senden başka kimsem yok..” dedi gözleri yerde. “Bu şehirde yalnızım biliyorsun..”

Cevap beklemeden gülümseyerek arkasını dönüp hızla uzaklaştı oradan. Birkaç saat önce yaşadığı her şey silinmiş, değişik bir boyuta taşınmıştı sanki:

“Jun Suh ve ben.. Kardeşimle birlikte olması gereken kalp hırsızım.. Ve onu bu işin içine sokan ben..”

Jun Suh ise önce tepkisiz kalakalsa da kocaman bir gülümseme yolladı Byeol’ün arkasından. Sessizce fısıldadı sonra:

“Teşekkür ederim.. Kafamdaki kara bulutları biraz olsun dağıttığın için.. Bana elini uzattığın için.. Ya ben.. Gözlerindeki bu acıyı nasıl dindireceğim?”

***

Boyfriend-Boyfriend

Son kez kolundaki saate baktı Min Hyung, tam bir saat geç kalmıştı. Muhtemelen gelmeyecekti bugün. Mazeretsiz dersi nasıl ekebilirdi, arayıp haber vermesi gerekmez miydi her şeyden önce? Ama ya başına bir şey geldiyse? Min Hyung masadan düşen kalemle kendisine geldi, dizlerini öyle hızlı sallıyordu ki masadaki her şey birbirine girmişti..

“Arasam mı?” dedi içinden. “Tabi ya, bu benim en doğal hakkım, sonuçta dersimiz…”

Cümlesini tamamlamadan eline telefonu aldı. Kapalıydı işte, sesli mesaj bırakmaya karar verdi:

“Lee Byeol-ssi.. Ben Kang songseng.. Bugün dersimiz vardı.. Ve sen.. Özür bildirmeden derse gelmedin.. Mesajımı aldığında mazeretini belirtmek için beni ara. Yani.. yoklama listesini doldurmam gerekli..”

“Gönder” tuşuna basar basmaz pişman olmuştu:

“Aptal! Yoklama listesini doldurmam gerekli mi? Öğretmen olduğunu laf arasına sokmasan olmaz zaten! Şu flört öncesi şapşallığın hiç bitmeyecek senin!”

Ağzından çıkanlarla irkildi bir an, odada biri var mı diye kontrol edercesine etrafına baktı. Yalnızdı, ama ufak bir sorun vardı işte.. Artık hislerini dizginleyemiyordu..

“Umarım o aptal mesajı okumadan siler” diyebildi yalnızca. Çünkü onun öğretmeni olmak istemiyordu artık..

***

Yorgun adımlarla sınıftan çıktı Byeol. Boşuna gelmişti okula, dersten tek bir satır bile aklında kalmamıştı. Finaller yaklaşıyor olmasaydı hiç gelecek hali yoktu, tabi bir de Min Hyung ile konuşma meselesi vardı, dünkü toplantıya gelmemişti ve söyleyecek tek bir bahane bile bulamıyordu.

Hiç düşünmeden bölüm odasının kapısını çaldı. İçeriden ses gelmese de kapıyı açtı. Min Hyung odanın en sonundaki masasına oturmuş gazete okuyordu, sağ kolunun olduğu yerde kahvesi, gözlerinde siyah kalın çerçeveli gözlüğü vardı. Hareket etmese insan olduğundan şüphe duyulabilirdi. Byeol bir müzede olduğunu ve onu incelemeye geldiğini hissetti bir an, dokunmasalar bu çocuğu saatlerce izleyebilirdi.. 

Gazetesine dalmış olan Min Hyung kapının açılmasıyla kafasını kaldırdı. Girenin Byeol olduğunu fark ettiğinde heyecanlansa da bunu belli etmemeye çalışarak gülümsedi ve elindeki gazeteyi masanın üzerine bırakıp gözlüğünü çıkarttı.

“Merhaba hocam” dedi Byeol sessizce. “Ben.. Dün gelemedim.. Çok acil bir durum söz konusuydu.. Çok özür dilerim.. Gerçekten..”

“Dur” dedi Min Hyung gülümseyerek. “Önce otur şuraya. Ne oldu bu kadar acil? Gözlerinin durumuna bakılırsa bugün gelebilmen bir mucize..”

Karşısındaki aynaya bakan kız gerçekten gözlerinin hala hafif şiş olduğunu gördü. Çocuğa dönüp:

“Ailevi bir mesele. Geçti ama, iyiyim şimdi..” dedi.

Min Hyung kıza inanmasa da daha fazla soru sormak istemedi.

“Bir dahakine toplantıya katılamadığın zaman önceden haber vermelisin. Hem dün sana mesaj göndermiştim daha sonra beni aramadın..”

“Dünden beri telefonum kapalı” dedi Byeol. “Hatta açayım şimdi bir dakika..”

Min Hyung şaşırmıştı:

“Mesajımı okumadın yani?”

“Evet”

“Yaa! Okuma o zaman, artık gerek yok yani, okumadan sil, evet evet sil..”

Byeol ondaki bu şaşkın halleri Jun Suh’ya benzetti, hep cool tavırlarına alışkın olduğu bu çocuğun nesi vardı böyle?

“Ben gidiyorum o zaman” dedi kalkarken. “Dünkü dersi telafi edebiliriz değil mi?

“Elbette. Bu hafta bir gün ayarlayacağız..”

Kapıdan çıktığında saçma bir şekilde çocuğun gönderdiği mesajı merak ediyordu Byeol. Oysa ki şu an kafeye gidiyordu ve düşünmesi gereken tek şey de bu olmalıydı..

City Hunter-Suddenly

Otobüse binmedi, elinden geldiğince daha geç varmak istiyordu. Düşünmekten kafası çatlayacaktı artık, kafede güvenlik kamerası var mıydı? Varsa neden hiç dikkatini çekmemişti bugüne kadar? Maili silmişti değil mi? Silinenler klasöründen de silmiş miydi? Kafeye girdiğinde ne ile karşılaşacaktı? Hem belki de hiçbir problem yoktu ortada, belki de Bay Song randevu saatini telefonla haber vermiş, her şey beklendiği seyrinde gitmişti.. Böyle bir sürü soru vardı aklında işte.. Dünkü o duygusal moddan çıkmış sadece korkuyordu Byeol. Yoksa dün Jun Suh’nun omzunda hissettiği o acı çoktan uçup gitmişti bile..

Kapıdan girmeden önce derin bir nefes aldı, “Ne olacaksa olsun” dedi içinden. “Korkunun ecele faydası yok ya!”

Kafe boştu yine, Ha Neul ve müdür Choi bir masada oturmuş hararetli hararetli tartışıyorlardı, Tae Woo ise ortalarda yoktu. Gülümseyerek herkese selam verdi Byeol, sonra her zamanki gibi soyunma odasına doğru yöneldi. Kimse ona tuhaf davranmıyordu, farklı bakmıyordu. Byeol tam rahat bir nefes alıp önlüğünü takarken garsonlardan biri yanına yaklaştı ve:

“Neler oldu tahmin edemezsin?” dedi heyecanla.

“Ne oldu?”

“Bay Song Bay Tae Woo ile kararlaştırdıkları randevuya gelmemiş!”

“Ne!”

Byeol elinden geldiğince şaşırmaya çalışıyordu, ki gerçekten şaşırmıştı.

“Evet, hem de hiç haber vermeden gelmemiş. Bay Tae Woo onunla konuşmaya gitti, hepimiz olacakları çok merak ediyoruz.”

Byeol şaşkın bir suratla odadan çıkıp mutfağa yöneldi. Tam o anda Tae Woo içeri girdi, yüzü berbat bir haldeydi, Byeol onu hiç böylesine kötü görmemişti..

Atkısını masalardan birine fırlatıp Ha Neul’ın oturduğu masaya çöktü adam.

“Baba! Ne olmuş! Neden randevuya gelmemişler? Özür dilediler mi?”

“Her şey bitti..” dedi Tae Woo başı yerde. “Şube meselesi kapandı artık..”

“Nasıl???”

Tae Woo’nun sesi titriyordu:

“Adamlar mail attıklarını iddia ediyorlar, atmışlar hatta, gösterdiler bana, randevunun 11’den 9’a alındığını bildiren bir mail atmışlar, ve benim adresimden bir de cevap gitmiş adamlara, teyit cevabı.. Bay Song saat 9’da randevu yerine gidip tam bir saat beklemiş beni, ki adam dakikliğiyle ünlü.. Her şey bitti işte bitti..”

Ha Neul şaşkınlıktan konuşamıyordu:

“Nasıl? İnanamıyorum! Kim teyit maili atmış adamlara? Baba mail almadığına emin misin?”

“Eminim tabi! Böyle bir şeyi unutabilir miyim?”

“Kim cevap gönderip mailleri sildi peki kim? Şifreni bilen biri var mı?”

“Bilmiyorum.. Ayrıca IP numarasını gösterdi adamlar, benim bilgisayarımdan atılmış mail.”

Herkes donakalmıştı, içlerinden biri atmıştı o maili, kimdi peki bu casus ve neden böyle bir şey yapmıştı?

“Ne zaman gönderilmiş bu mail peki?” diye sordu Ha Neul.

“Dün saat 11.58’de.”

Derin bir iç çekti sonra:

“Sang Hyuk şerefsizinin işi bu biliyorum, kimbilir hangi adamını alet etti bu işe, ama ama.. Ben yapacağımı biliyorum..”

Ha Neul elini adamın omzuna koydu, daha sonra kafe çalışanlarına döndü ve:

“Beni dinleyin!” diye bağırdı. “İçimizden biri yaptı bunu! Hepinizle tek tek konuşacağım! Bu mesele çözülecek anlaşıldı mı?”

Birden Byeol’e döndü, işe en son giren O’ydu ve en yüksek şüphelilerden biriydi bu nedenle.

“Ben.. Dün çalışmadım, kafeye hiç gelmedim..” dedi Byeol, sesinin titremesine engel olamıyordu. Kuşku dolu gözlerle kızı süzdü Ha Neul, o şefkat dolu gözlerinden eser bile yoktu o anda..

“Ben duramayacağım..” dedi Tae Woo. “Eve gidiyorum. Başım ağrıyor..”

Adam ayağa kalkmaya çalışırken sendeledi. Ha Neul tüm gücüyle babasını kolundan tuttu:

“Ben de seninle geliyorum!”

“Hayır sen kal!” dedi adam. “Bugün burası sana emanet!”

Baba kız kol kola kapıya doğru yürüdüler. Dışarı çıkana kadar Ha Neul en az 4 kez öpmüştü babasını, Byeol onları böyle gördükçe vicdan azabından kurtuluyor, yaptığı şeyden gizli bir mutluluk bile duyuyordu hatta..

Babasını taksiye bindiren Ha Neul ofise geçti. Daha sonra uzun zaman kendisinden ses seda çıkmadı. Min Hyung’un gelişi bile onu odadan çıkaramamıştı. Sadece bir kahve içmek için gelen çocuk müdür Choi’den olanları dinlemiş çok üzülmüştü. Byeol ise olabildiğinde her şeyden habersiz saf kızı oynamaya çalışıyordu.

Daha sonra çalışanlarla teker teker konuşmaya başladı Ha Neul. Bunca yıl birlikte çalıştıkları insanları sorgulamak onun da hoşuna gitmiyordu ama bunu yapmak zorundaydı. Her şeyden öte ekmek teknelerinde bir casus barındırıyor oldukları fikri her şeyden ağırdı.

Herkesle konuşmasını tamamladığında Byeol’e döndü. Kız tekrar:

“Ben dün çalışmadım” dedi. Neden tekrarlatmak zorunda bırakıyordu ki sanki?

Cevap vermeden ofise girdi Ha Neul. Onun bu halleri Byeol’ü korkutuyordu..

Birkaç saat sonra hızla odadan çıkıp çalışanlara seslendi:

“Dün sabah kim temizledi ofisi?”

“Ben..” dedi garsonlardan biri çekinerek.

“Yerleri de silmiştin değil mi? Komple temizlemiştin yani?”

“E.. Evet..”

“Peki bugün temizlendi mi bu oda?”

“Hayır..”

Ha Neul elini havaya kaldırdı:

“Bu kimin peki?”

“Lanet olsun!” dedi Byeol içinden. Ha Neul’ın elindeki şey onun küpesiydi! “Hiç çaktırmasam mı?” dedi bir an içinden. Ama kafedeki kızlardan biri küpesini çok beğenmişti, onun olduğu eninde sonunda ortaya çıkacaktı..

“Benim..” dedi Byeol gülümsemeye çalışarak. “Kaç gündür onu arıyordum..”

Küpesini almak için uzattığı eli havada kalmıştı, Ha Neul küpeyi hala elinde tutuyordu.

“Bu küpeyi dün düşürmüş olmalısın, malum dün sabah ofis komple temizlenmiş. Bugün de o odaya hiç girmedin değil mi?”

Herkes bu sözlerdeki ağır imayı anlamıştı, Ha Neul Byeol’ü suçluyordu!

Byeol ise çok zor bir durumun içine düşmüştü, lanet küpe yüzünden buradan rezil bir şekilde kovulmak vardı, hem de tek kelime edemeden, hiçbir şey açıklayamadan, nankör bir casus damgasıyla..

“Ben.. Günlerdir arıyorum bu küpeyi.. 3.. 3 gündür kayıptı..”

“Dünkü temizlikte bulunurdu öyle olsaydı..”

“Bilmiyorum.. Gözden kaçmıştır belki.. Sonuçta dün yoktum ben”

Kıza inanmayan gözlerle bakıp cevap vermeden tekrar içeri girdi Ha Neul. Bu kızda hep farklı bir şeylerin olduğunu hissetmişti zaten. Bu meseleyi babasıyla konuşması gerekliydi, O’na güvenmiyordu çünkü..

Yan masada oturan Min Hyung Ha Neul’ın kendisine soğuk bir selam vermesinden çok Byeol’a karşı takındığı tavra şaşırmıştı. Ses tonu, bakışı, hiçbir şeyi eski Ha Neul’a benzemiyordu artık. Nefreti kimeydi, casusa mı, Min Hyung’a mı yoksa Byeol’e mi?

Byeol daha fazla dayanamayacaktı, dün gece hiç uyumadığı için başı deli gibi ağrıyordu ve ayakta duracak hali kalmamıştı. Müdür Choi’den izin alıp hazırlanmaya başladı. Aynı anda Min Hyung da hesabını ödemiş kalkıyordu. İkili kafeden birlikte çıktılar.

Seeya-My Heart is Touched

“Nasıl gideceksin?” diye sordu Min Hyung.

“Otobüse bineceğim..”

“Ben de taksiye binerim arabamı almadım, ama biraz yürüyelim istersen, hava almak iyi gelir belki..”

Byeol “tamam” anlamında başını salladı ve batan güneşin binaların arasından sızan ışığı altında yürümeye başladılar. İkisi de konuşacak tek bir kelime bulamıyordu. Kafedeki bu saçma sapan olaydan da bahsetmek istemiyorlardı. Byeol zaten çok gergindi.. Min Hyung’un yanında da Jun Suh’nun yanında olduğu kadar rahat olabilmeyi diledi bir an.

Min Hyung soluna döndüğünde Byeol’ün geride kaldığını gördü, dükkanlardan birinin vitrinine takılmıştı genç kız, hayran gözlerle karşısındaki elbiseyi süzüyordu. Elbise toz pembeydi, eteğinin ön kısmı arkasından daha kısaydı ve etekleri asimetrik kesilmişti. Byeol tüm bu detayları büyük bir merakla incelerken Min Hyung şaşkın bir bakışla:

“Çok beğendin sanırım..” dedi.

Çocuğun sesiyle kendine gelen Byeol:

“Yoo hayır” diyebildi. “Sadece bakıyordum.”

Min Hyung onun bu suçlu çocuk hallerine gülümsemeden edemedi:

“Bence bu elbise sana çok yakışırdı, mesela baloda giyecek olsaydın..”

Byeol dönüp elbisenin fiyatına bir kez daha baktı ve geri çekildi:

“Yok yok.. Zaten çok da beğenmedim, hem pembeyi hiç sevmem zaten..”

“Bence üstünde görmeliyiz” dedi Min Hyung kızı kolundan tutup içeri doğru çekerken. Byeol adeta şok olmuştu, hocası kankası gibi davranıyordu!

“Şu elbiseyi denemek istiyoruz” dedi tezgahtar kıza gülerek. Byeol “Ama!” diyemeden kucağına bırakılıverdi pembe elbise ve sırtından kabine doğru itildi genç kız. Ne yapmalıydı? Bu elbise kafeden alacağı maaşın tam 3 katıydı, almasına imkan yoktu.

“Ah bu zengin çocuk neden halimi hiç anlamıyor?” diye söylendi elbiseyi giyerken. İkinci bir rezilliğin yaşanmasına ramak kalmıştı.. Utana sıkıla kabinden çıktığında gözlerinin içi gülen Min Hyung omuzlarından tutup boy aynasına doğru çevirdi kızı:

“Bak! Bu elbise kesinlikle senin için dikilmiş, hatta bu ayakkabılar da..”

Önüne koyduğu kahverengi önü açık ayakkabı gerçekten de çok güzel görünüyordu. “Battı balık yan gider” dedi Byeol içinden ve ayakkabıları da giydi. Bir an için kendisini Ha Neul’ın yerine koydu, bu kıyafetin içinde onun kadar güzel olmuş muydu acaba?

“Bize bir indirim yaparsınız herhalde” dedi Min Hyung tezgahtar kıza gülümseyerek. Bu gülümsemenin ardından kendinden geçen kız zorla Byeol’e döndü ve:

“Tebrikler agasshi” dedi. Bu gün gelen 100. müşterimiz olduğunuz için istediğiniz 2 ürüne ücretsiz sahip olma hakkını kazandınız.”

“Ne!!”

Byeol şoka girmişti, bu olabilir miydi? Böylesine kötü bir günde, hatta kötü günler silsilesinde şu duydukları gerçek olabilir miydi?

“Şuraya bir de şuraya imza atmanız yeterli!”

Byeol sevinçle kızın getirdiği kağıtları imzalayıp tekrar kabine girdi. Kız girer girmez çantasından cüzdanını çıkaran Min Hyung gülümseyerek kredi kartını tezgahtar kıza uzattı. Kız yine mest olmuş bir yüz ifadesiyle kasaya gitti, tek bildiği kabindeki kızı deli gibi kıskanmış olmasıydı..

***

Jisun-Crazy in Love

Aradan geçen birkaç günde çok da bir şey değişmemişti aslında. Ha Neul babasına Byeol’ün küpesini göstererek onun güvenilmez biri olduğunu ve en azından işten çıkartılması gerektiğini söyledi. Tae Woo ise inatla ellerinde hiçbir kanıtın olmamasından bahsediyordu:

“Kız o gün kafeye gelmedi” diyordu. “Ufacık bir küpe yüzünden onu suçlayamazsın. Hem.. Onun güvenilmez olduğunu da nereden çıkarıyorsun? Bence hiç de düşündüğün gibi bir kız değil Byeol..”

Ha Neul sinirden çıldıracak gibi oluyordu. Hele babasını mutsuz, sapsarı bir yüzle yorgan altında gördükçe onlara bu kazığı atan kişiyi bulup kendi elleriyle boğmak istiyordu. En çok bu Byeol meselesiydi canını sıkan. O bu kıza asla güvenmeyecekti..

Byeol ise bu işin içinden böyle bir biçimde sıyrılabildiğine inanamıyordu. Kaç gündür kafede polisler dolaşıyor, herkes sorgulanıyor, Byeol ise bu ortamda soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Nasıl böyle zor bir durumun içine düştüğüne kendisi de inanamıyordu. Hiçbir sırrın ömür boyu gizli kalmayacağını da biliyordu, ama bu onu çok da korkutmuyordu artık..

Polis en sonunda cevap mailini atan kişinin Tae Woo’nun bilgisayarının IP numarasını kullanmış olabileceğinden bahsetti. Hatta IP Spoofing adlı bir yöntemle birçok bilişim suçunun işlendiğini söyleyerek kafe çalışanlarını biraz olsun rahatlattı. Aralarında bir casusun olması fikri hiç de hoş değildi çünkü.. Ama bu IP çalma fikri Ha Neul’ın aklına hala yatmıyordu bir türlü, kendisine engel olamıyordu..

Tüm bu karmaşanın içinde balo günü gelip çattı. Ha Neul aramasa Jun Suh’nun gözü balo falan görecek durumda değildi. Ayrıldıkları günden beri doğru dürüst görememişti Byeol’ü. Sabahları “günaydın” akşamları “iyi akşamlar”dan öteye gidememişlerdi bir türlü. Yakınlaşmaları gerekirken daha da uzaklaşmışlardı sanki birbirlerinden. Oysa Jun Suh’nun hissettikleri gerçekti, Byeol’ün göğsünün üzerinde atan kalbini hala hissediyordu, gözlerinin içine bakan gözlerini bir türlü aklından çıkaramıyordu. Bu balo denen teranede onu başkasının kolunda görmeye nasıl tahammül edecekti? Bu saçma oyunu sürdürmeye dayanamıyordu artık..

Son bir kez gardrobuna bakarken çalan kapıyı açmaya gitti. Gelen elindeki takım elbisesiyle Jung Woo’ydu.

“Al bakalım” dedi elbiseyi Jun Suh’ya uzatıp. “Dikkatli kullan ha, buna bir şey olursa cadaloz patronum maaşımdan keser bilesin..”

Takımı elinde evirip çeviren Jun Suh burnunu büktü:

“Bu da tam şoför üniforması gerçekten ya, Sebastian gibi gezeceğim ortalıkta, rezillik diz boyu, bari şapkanı da getirseydin püsküllü falan..”

“Beğenemedin mi? Ver ver o zaman, git güzel bir smokin bul kendine!”

Üzerine gelen Jung Woo’dan ani bir sıçrayışla kaçabilen Jun Suh gülmeye başladı:

“Beğenmeyip ne yapacağım? Elimdeki tek adam eder takımı Jung Suh’nun okul taksitini ödemek için satmıştım. Kotla giderim artık partilerine..”

“Ben bilmem” dedi Jung Woo. “Takıma sahip çık, haydi ben kaçıyorum, açlıktan ölmek üzereyim..”

Jun Suh elindeki şoför üniformasıyla olduğu yerde kalakaldı. Aslında ne giyeceği hiç de umrunda değildi aslında. Byeol ne yapıyordu şimdi? Hazırlanıyor muydu o çocuk için?

Ha Neul’ın canı da en az Jun Suh kadar sıkkındı aslında. Hatta ondan çok daha kötü bir durumdaydı. Yıllarca bu günü hayal etmişti, yıllarca Min Hyung’un balo resimlerine bakıp:

“Bir gün bu baloya birlikte gideceğiz” demişti. “Bir öğrencin olayım…”

Olmamıştı işte.. Üzerindeki beyaz elbiseye buruk bir gülümsemeyle baktı:

“Senin içindi bu elbise, en sevdiğin renk.. Beyaz..”

İrkildi birden, kendine gelmesi gerekliydi, kavalyesi Jun Suh’ydu ve ikisi bu gece çok eğleneceklerdi..

Byeol ise şansının ne kadar açık olduğunu düşünüyordu küçücük aynasıyla elbisesine bakmaya çalışırken. Mail meselesinden sıyrılmıştı ve balo elbisesi artı ayakkabısı gerçekten ayağına gelmişti.. Tam bunları düşünüp gülümserken aklına birden Jun Suh geliverdi, yine göğsüne kocaman bir kaya oturdu sanki. Kaç gündür tek kelime konuşmamışlardı, çok özlemişti onu, tek bir şarkısını dinleyebilmek için neleri vermezdi o anda..

“Özür dilerim Jun Suh” diye fısıldadı. “Her şey için..”

Min Hyung arayıp onu almak için hangi adrese gelmesi gerektiğini sormuş, Byeol ise onu sokağın başındaki duraktan almasını istemişti. Henüz evini görmesini istemiyordu, hele ona layık gördüğü o residancedan sonra..

Byeol dışarı çıktığında elinde olmadan yukarı baktı. Jun Suh gitmiş miydi acaba?

Gitmemişti, perde aralığından Byeol’a bakıyordu ve görebildiği kadarıyla bu kız bu gece gerçekten muhteşem görünüyordu..

Jun Suh’yu göremeyen Byeol ayağındaki topuklular yüzünden yavaş adımlarla yokuşu inmeye başladı. Onun hemen ardından evden çıkıp kızın peşinden koşan Jun Suh ise duraktaki beyaz Audi’yi görüp olduğu yerde kalakaldı. Ne olmasını bekliyordu ki sanki.. Ne O Byeol’ü anlayabilecekti, ne Byeol kendisini anlatacaktı Ona.. Jun Suh sabrının son demlerini yaşıyordu adeta, son bir damla onu çıldırtmaya yetecekti..

***

Min Hyung’un kolunda salona girdi Byeol, tüm kızlar ona öyle bariz bir kıskançlıkla bakıyorlardı ki, kız adeta utanmış, başını yerden kaldıramıyordu. Ee yanındaki Min Hyung’tu ve beyaz takımı içerisinde bu gece her zamankinden daha da büyüleyici görünüyordu..

Ft Island-Heartache

Byeol koskoca salonu gözleri taramaya devam ediyordu, Jun Suh buralarda bir yerde olmalıydı, o kızın kolunda bile olsa onu görmek istiyordu, bu isteğine engel olamıyordu artık..

Ve işte oradaydı. Siyah bir takım giymişti, hemen sağ kolundaki Ha Neul ise beyaz elbisesiyle yine iyilik meleği edasında gülücükler saçıyordu. Byeol bu kalp hırsızlığı meselesini ortaya çıkardığı ana dönüp kendisini tokatlamak istiyordu.

“Benim Jun Suh’m ve bu kız..” diye fısıldadı. “Hay aklıma tüküreyim ben!”

Min Hyung akademisyen arkadaşlarının yanına gitmiş, yalnız kalan Byeol ise ikramlardan tadıyordu. Bu sırada konukların da tamamı gelmiş salon neredeyse dolmuştu bile. Önce rektör çıkıp uzunca bir konuşma yaptı. Byeol, Jun Suh-Ha Neul ikilisini, kızın elini kolunu incelemekten tek kelime anlamamıştı zaten. Ardından fakültelerin dekanlarından birkaçı da kısa birer konuşma yaptılar. Daha sonra kutlama pastası da kesildi ve balo vals müziğiyle başlamış oldu!

Hala yalnız başına bir köşede sıkılmakta olan Byeol Jun Suh’nun sesiyle irkildi:

“Byeol-ah!

Saatlerdir bunca şey düşünüp tam tersi kayıtsız davranmak ne zor şeymiş bir kez daha anladı Byeol. Rahat bir ses tonuyla:

“Aa! Jun Suh-ah! Merhaba, seni görmemiştim..”

“Ben seni gördüm” dedi Jun Suh sessizce. “O kadar güzel olmuşsun ki uzayda olsan yine görürdüm herhalde..”

Byeol kalp atışlarının hızına engel olamıyordu, kesin kıpkırmızı olmuştu o anda!

“Teşekkür ederim” dedi duyulamayacak kadar kısık bir sesle. O kadar heyecanlanmıştı ki hemen yanı başındaki Min Hyung’u bile fark etmemişti. Salonda iki kişi olduklarını düşünmek istiyordu..

Ve duymayı en çok istemediği ses kulaklarında çınladı:

“Dans edelim mi Jun Suh-ssi?”

Ha Neul cevap beklemeden kolundan tutup dans pistine çekmişti Jun Suh’yu. Byeol bir anda ellerinin titrediğini hissetti. Ne sanıyordu bu kız kendini? Konuşuyorlardı daha, nasıl çekip götürebilirdi Jun Suh’yu? Nasıl nasıl?

Olduğu yerde duramayacağını fark etti Byeol. Hızla çıkış kapısına doğru yürümeye başladı. O anda tuvalet gözüne çarptı ve hışımla içeri girdi. Sakinleşmesi gerekliydi. Yüzünü yıkamak istiyordu ama makyajı akacaktı öyle yaparsa. Çaresiz olduğu yerde beklemeye başladı. Birden çantasının titrediğini hissetti. Telefonunu eline aldığında annesinin arıyor olduğunu gördü. Sabah da açmamıştı telefonunu, kadın merak ediyor olmalıydı. Telefonu cevaplamak zorunda kaldı Byeol:

“Alo.. İyiyim anne.. Sabah dersteydim aramışsın sen.. Evet.. Fena değillerdi, kalmayacağım sanırım.. Evet alıştım.. Babam mı?”

Artık bir cevap vermeliydi. Annesi her telefonda babasını soruyordu..

“Evet tanıştım.. Eh işte.. Bilmiyorum daha.. daha yeni tanıştık.. Seni sordu mu?”

Byeol dayanamıyordu artık:

“Sormadı anne! Soracağını da sanmıyorum! Yeter anne yeter! Adını bile duymak istemiyorum o adamın! Babammış! O mu benim babam?Tae Woo denen o adamdan da kızından da nefret ediyorum!”

Byeol sinirle telefonu kapattı, sinirleri iyice harap olmuştu. Eve gitmek istiyordu. Tuvaletin yarı açık kapısını ittiğinde karşısında Min Hyung’u gördü birden. Çocuğun yüzü allak bullaktı:

“Byeol-ssi sen.. Tae Woo ajusshinin.. kızı?”

***

-9. Bölümün Sonu-

Genel içinde yayınlandı | , , , , , , , , , , ile etiketlendi | 22 Yorum

8. Bölüm: Ne Yaptım Ben?

Yeni bölüme başlamadan önce sağ sütuna bakmanızı önemle rica ediyorum 🙂 Hikayemizin cici mi cici bir afişi daha oldu.. Bu güzel afişi armağan eden sevgili Mydestiny‘e buradan teşekkürlerimi gönderiyorum. Yeni bölüm de benim sana armağanım olsun^^

—o—

Ha Neul gözlerini karşılarındaki adamın gözlerine dikmiş ondan bir cevap bekliyordu. Adamın yüzünde ise düşünceli bir ifade vardı:

“Bilemiyorum” dedi. “Bu çocuk, öğrenci mi?”

Ha Neul umutsuzca “hayır” diyecekken:

“Öğrenciydim” dedi Jun Suh. “2 yıl önce, tabi bu bir işe yarar mı bilmiyorum..”

“Öğrenci olmayan birini yarışmaya alırlar mı bilmiyorum, yarışma komitesiyle konuşur size haber veririm” dedi adam. Ha Neul ise yalvarır gözlerle:

“Si Hoo ile aylardır çalışıyorduk hocam” dedi. “Onun yerine Jun Suh’dan başka birini bulmamız imkansız, komite ile görüşürken bunları da belirtirsiniz değil mi?”

Adam ifadesizce başını salladı. Sözün bittiğini anlayan gençler odadan çıktılar. Jun Suh şaşkın bakışlarla Ha Neul’ı süzüyordu, utangaç gözlerle çocuğa döndü genç kız:

“Çok özür dilerim Jun Suh-ssi, şarkı yarışmasına katılacağız bu ay sonunda, solistimiz geçen gün kaymaya gitmişti, düşüp bacağını kırmış, aklıma ilk sen geldin..”

Gülümsedi Jun Suh, böyle paldır küldür bir işin içine düşmüş olsa da ilk akla gelen kişi olmak gururunu okşamıştı:

“Solistiniz olmaktan onur duyarım küçük hanım..” dedi. Ha Neul bunun üzerine neşeyle Jun Suh’nun boynuna atladı:

“Çok teşekkür ederim, hadi gel sana bir kahve ısmarlayayım, oradan gidersin provana. Bu arada öğrenciyim dedin, sen ne okuyordun?”

Mor ve Ötesi-Araf

İki genç konuşa konuşa koridorun sonuna doğru yürümeye başladılar, hemen yan taraflarında onları dinleyen Byeol ise tuhaf bir ifadeyle arkalarından bakakalmıştı:

“Şans Jun Suh’nun yanında” dedi sessizce. “Ha Neul ile sık sık bir araya gelecek bundan sonra..”

Tuhaf şeyler hissediyordu, her zaman kontrolü altında olan, bir mesajıyla her ne isterse istesin yapmaya hazır olan Jun Suh’yu başka bir kızın kolunda görmek kendisini kötü hissetmesine sebep olmuştu.

“Jun Suh.. Benim Jun Suh’m..”

Kendine geldi bir anda:

“Benim Jun Suh’m da ne demek! Sanki evcil hayvanım oldu çocuk hayret bir şey! Aptalsın Byeol aptalsın!”

Aynı anda odasında dosyasını unuttuğunu fark eden Min Hyung hızla merdivenlerden çıkarken tekrar Jun Suh ve Ha Neul’ı görünce merak etmeden duramadı, bu çocuk da kimdi? Öğrencileri miydi acaba?

Min Hyung’u gören Ha Neul gülümseyerek elini Jun Suh’un yüzüne koydu ve:

“Acelen varsa git sen” dedi gözlerinin içine bakarak. Jun Suh birden heyecanlansa da:

“Tamam” dedi sakince. Vedalaşıp ayrıldılar. Arkasına dönen Ha Neul ilk defa görüyormuş gibi Min Hyung’a hafifçe selam verip yoluna devam ederken bir anda koluna dokunulduğunu hissetti:

“Merhaba Ha Neul.”

Ha Neul heyecandan titremeye başladı:

“Me.. Merhaba..”

“Geçen gece partine hazırlıksız gittiğim için hediyeni verememiştim, bu senin..”

Ha Neul çocuğun uzattığı kutuyu aline aldığında kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Kutuyu açtığında güneş motifli iki küpeyle karşılaştı:

“Teşekkürler” derken hala sesi titriyordu.. Kendine gelmesi lazımdı bir an önce:

“Hiç gerek yoktu ama” dedi sakin bir ses tonuyla. “Zahmet etmişsin..”

Min Hyung sessizce:

“Güneş..” dedi. “Senin sıcak gülümsemeni hatırlattı bana, eski günlerdeki sıcak gülümsemeni..”

Onun bu ses tonu.. Bu derin bakışı.. Ha Neul çaresizce elindeki küpelere dikti gözlerini. “Sen kaybettin o gülümsemeyi!” diye bağırmak istiyordu çocuğun yüzüne.. “Artık bu soğuk bakışlardan başka bir şey bulamayacaksın!”

Bunun yerine yavaşça selam verip arkasına döndü ve oradan hızla uzaklaşmaya başladı, Min Hyung’un yüzünde ise derin bir hüzün vardı:

“Gülümsemeni özledim..” dedi sayıklar gibi.

“Seni çok özledim..” diyordu Ha Neul aynı anda ıslak gözlerini silerken. “Deliler gibi hem de..”

***

Hava oldukça kötüydü bu günlerde, Byeol’ün giriş kattaki evi de daha gündüz saatlerinde karanlığa bürünmüştü bile. Işıkları açıp kitabını önüne aldı genç kız, yarın yine telafi sınavına girmesi gerekliydi, derslerden de okuldan da çok sıkılmıştı. Üstüne üstük kafasını da veremiyordu önündeki kalın kitaba, gözünü kapatır kapatmaz Jun Suh ve onun kolunu tutan Ha Neul gözlerinin önünde beliriveriyordu.

“O kadar sözleşme imzaladık” dedi kendi kendine. “Bana her şeyi haber vermesi lazımdı. Gerçekten hoşlandı mı bu kızdan yoksa?”

Telefonunun sesiyle kendine geldi, mesaj gelmişti, Jun Suh’dan hem de..

“Byeol-ssi, sana anlatmam gereken şeyler var. Ha Neul müzik grubunun solisti olmamı istedi, ben de kabul ettim.”

Byeol neşeyle gülümsemeye başladı, hala onun kontrolü altındaydı, hala onun Jun Suh’suydu.

“Tamam, sonra konuşuruz” yazdı sadece. Saniyeler geçmeden yeni mesaj gelmişti bile:

“Ben yakınlaşmanın yollarını düşünürken O kendi ayağıyla geldi bana. Ne güzel değil mi?”

Düşündü Byeol, evet çocuk haklıydı, kız kendi ayağıyla gelmişti Jun Suh’ya, planları tıkır tıkır işliyordu.

“Evet haklısın” yazdı bu mesaja da. Tam telefonu cebine koymuşken bir mesaj daha geldi:

“Bu akşam ilk performansımı izlemek istersen saat 8’de Skullbar’dayım^-^”

“Yarın sınavım var ders çalışacağım” yazdı Byeol aceleyle. Telefonu son kez cebine soktuğunda hala mesaj sesi bekliyordu içten içe, ama mesaj gelmedi, çaresiz dudağını büküp kitabına gömüldü..

“Israr etse ölür sanki..” diyordu bir yandan da içinden..

***

Jun Suh neden bu kadar heyecanlı olduğunu anlayamıyordu, daha iki ay öncesine kadar şarkı söylemiyor muydu oysa ki? Belki de zaman ona çok şey öğretmişti bu süreçte.. Sevdiği işi yapmanın ne kadar önemli olduğunu mesela.. Mekan oldukça kalabalıktı, 3 gündür reklam yapmaları bir işe yaramıştı belli ki.. Onca insanın içinde gözleri Byeol’ü arıyordu yine de, gelmeyeceğini biliyordu oysa..

Yavaşça sahneye çıktı, geçen sefer şarkısını dinleyenler daha ilk andan hararetli hararetli alkışlamaya başlamışlardı bile, alkışlayanlardan biri de en önde neşeli gözlerle Jun Suh’yu izleyen Ha Neul’dı. Diğerler müşteriler ise deli gibi övülen bu çocuğun sesini merak ediyorlardı sadece.. Gitarist arkadaşına göz kırpan Jun Suh gözlerini kapatıp şarkısını söylemeye başladı:

Ft Island-Like A Doll (sesi açınız)

Ha Neul şarkının sözleriyle kendinden geçmişti bile, bu çocuk nasıl oluyor da onu böyle yaralayabiliyordu, bir de o sesi yok muydu?

Gülümsüyorum, her gün gülümsüyorum

Çünkü gözyaşlarım akabilir her an,

Bense gülümsüyorum böyle

Daima gülümseyen oyuncak bir bebek gibi

Hiç durmadan gülümsüyorum böyle, her gün..

Şarkıda söyleme sırası arkadaşına geçtiğinde yavaşça gözlerini açtı Jun Suh, hayal mi görüyordu, yoksa Byeol tam karşısında hayranlık dolu gözlerle onu mu izliyordu? Evet evet oradaydı, neşeyle gülümsedi Jun Suh, öyle ki herkes dönüp Byeol’e baktı bir an. Söyleme sırası kendisine geldiğinde profesyonel bir biçimde şarkısına döndü Jun Suh, onun şarkı söylerken böylesine değişmesi Byeol’ü her zaman çok şaşırtıyordu.. Bu şarkı her zaman olduğu gibi onu da yaralamıştı, nefret ettiği bir adamın yanında nasıl gülücükler saçmak zorunda kaldığı aklına geliyordu notalar kulaklarında çınlarken, kendinden bir kez daha soğuyordu, Jun Suh yine bir anda tüm maskesini düşürmüştü..

Şarkı bitti, Jun Suh iki şarkı daha söyledikten sonra ara verip neşeyle Byeol’ün yanına doğru yürüdü, kız gözleriyle dışarı çıkmasını işaret etti. Jun Suh hiç beklemeden heyecanla konuşmaya başladı:

“Sınavına çalışacağını sanmıştım, gelmene çok sevindim..”

Byeol elini cebine sokup 200 bin won çıkardı ve Jun Suh’ya uzattı:

“Paranı ödemeyi unuttuğumu fark ettim, sözleşmemize göre bugün ödeme günümüz..”

Jun Suh hayal kırıklığıyla karışık şaşkınlık dolu bakışlarıyla kızın eline bıraktığı paraya baktı. Bir an ne düşüneceğini bilemedi, tanıştıkları o günlerde her hafta bu parayı alacak olması fikri ne kadar da cazip gelmişti. Oysa şimdi Byeol’den bu parayı almak onu nedense rahatsız etmişti, hem de başka bir kızla yakınlaştığı için bu parayı alması.. Elindeki para bir anda sanki bir tonmuşcasına ağırlaşmıştı..

“Bunun  için geldin yani?” dedi buruk bir sesle.

“Evet” dedi Byeol gözlerini kaçırarak. “İyi ki gelmişim ama.. söylediğin ilk şarkı.. Gerçekten çok güzeldi.. Ben..”

“Han Jun Suh-ssi!”

Biri Jun Suh’yu çağırıyordu içeriden. Byeol’e “Bekle” işareti yapıp içeri girdi Jun Suh. Ha Neul sevinçle Jun Suh’nun yanına koşmuştu bile:

“Komite kabul etmiş Jun Suh-ssi, solistimiz sensin artık!! Bunu kutlamalıyız!!”

Byeol karanlık sokaklardan geçerek evine doğru yürümeye başladı, bu kadar ziyaret yeterliydi, kutlamalarında üçüncü tekerlek olmaya da gerek yoktu hem.. Zaten çocuğun parasını da vermişti, görevini yerine getirdiğine göre artık orada kalmasına hiç sebep kalmamıştı zaten..

***

Secret Garden-Appear

Otobüsten inmiş evine doğru yürüyen Byeol yorgunluktan ölmek üzereydi, üstüne üstük yaşadığı en sıkıcı günlerden biri olmuştu bu gün.. Sabah görüp görebileceği en kazık sınavlardan birine girmişti, sınav gözetmeni tanımadığı hocalardan biriydi ve onunla tek kelime etmemişti sınav süresince. Daha sonra girdiği iki dersin sonunda Min Hyung’u bir kez bile göremeden kafeye koşturdu. Kafe gerçekten çok kalabalıktı ve Tae Woo tüm gün ortalarda dolaşıp durdu. Byeol’ün ise onun yüzünü bile görmeye tahammülü yoktu bugün.

Nefes nefes dik yokuşu tırmanırken guruldayan midesinin sesiyle kendine geldi. Adımlarını daha da hızlandırdı, evde kendisini bekleyen bir koli rameni vardı, yemek için sabırsızlanıyordu. Koşar adımlarla giderken arkasından gelen sesle arkasına döndü, Jung Woo gülümseyerek ona yaklaşıyordu:

“Merhaba Byeol-ssi, okuldan geliyorsun sanırım..”

Bu yoğun günde, üstüne üstük böyle bir kenar mahallede böyle hoş bir çocukla karşılaşmak ona iyi gelmişti:

“Evet” dedi gülümseyerek. “Açlıktan ölmek üzereyim..”

“Benim de bir saatim var..” dedi Jung Woo. “Bir şeyler yeyip işe döneceğim, bana eşlik etmek ister misin?”

Byeol’ün gözünün önünden tteokbokki ve kimbap tabakları geçmeye başladı, evdeki menüyle karşılaştırılınca bu teklif oldukça cazipti.

“Olur” dedi. “Yakın bir yerse tabi..”

“Çok yakın” dedi Jung Woo. “Şurada bir ajumma harika yemekler yapıyor, bizi de çok sever hem..”

İkili konuşa konuşa dar sokaktan aşağı yürümeye başladılar. Sokağın sonundaki ufak bir yemek çadırına girdiler sonra. Orta yaşlı kadın gerçekten gülümseyerek karşıladı ikiliyi, özellikle Jung Woo’ya sanki çocuğu gibi davranıyordu. Bu işte bir tuhaflık olduğunu sezdi Byeol:

“Kadın seni çok seviyor..” dedi soru sorar bir ses tonuyla.

“Evet” dedi ağzına attığı kocaman bir kimbap tanesini yutmaya çalışan çocuk. “Hele Jun Suh’yu hepimizden çok sever..”

“Neden  ki?”

Jung Woo lokmasını yutup konuşmaya başladı:

“Geçen yıl ufak bir lokanta işletiyordu bu ajumma, dükkan sahibi hiçbir sebep göstermeden çıkmasını istedi, oysa o iki çocuk okutmaya çalışıyordu ve kocası da yoktu üstelik. Jun Suh dükkan sahibiyle konuşmaya çalıştı ama adam bir türlü ikna olmadı, tabi en sonunda..”

Çocuk gülümsemeye başladı. Byeol şaşkın gözlerini ondan ayıramıyordu:

“Yoksa? O adamı soy..”

“Şşşt!” dedi çocuk işaret parmağını ağzına götürüp, hala gülümsüyordu ama:

“Sonra da aldığı parayı kadına verdi, borç olarak tabi. Kadın da bu çadırı açtı.. Neyse işte bu yüzden Jun Suh’ya hiç kıyamaz.”

Byeol şaşkınlıkla dinliyordu Jung Woo’yu. Kendi kendine konuşur gibi söylenmeye başladı:

“Bir insan.. Başka biri için.. Neden böyle riske girsin ki?”

“Jun Suh girer” dedi Jung Woo. “O yüzden Robin Hood sadece O, biz değiliz..”

“Aynı kişiden mi bahsediyoruz acaba?” diye düşünmeden edemedi Byeol. O çocuk, o küçük çocuk böylesine cesur olabilir miydi?

Elinde koca bir poşetle yanlarına geldi kadın:

“Bu yemekler Jun Suh için, ne zamandır göremiyorum, uğrasın bir ara..”

Kadının gözlerindeki ışıltıyı görebildi Byeol, Jun Suh gerçekten hırsız değildi belki de.. Ya da hırsızlık düşündüğü gibi bir şey değildi.. Tae Woo’nun bahçesindeki hali geldi gözünün önüne, bu çocuğa tek boyuttan bakmanın ne kadar yanlış olduğunu bir kez daha anladı, hiçbir şey göründüğü gibi değildi belli ki..

***

Elindeki şarkı sözlerini bir kez daha okudu Jun Suh, çok derin, duygusal bir şarkı seçmişlerdi yarışma için.

“Yarışmalarda hep hareketli şarkılar söylenir oysa” dedi kendi kendine. “Grubumuz kendine çok güveniyor anlaşılan.”

Tekrar okudu sözleri:

Aklımda değil kalbimde O,

Yanımda değil uzağımda O,

Yüreğimin içinde, kalbimin içinde,

Ama benden çok uzakta O..

Sözleri okurken birden düşüncelere daldı, derin ama bir o kadar saçma düşüncelere.. Sonra birden kendine geldi:

“Şşşt! Böyle şarkıları duyduğunda romantik şeyler düşünecek halde değilsin sen oğlum, kendine gel!”

Kafasını kaldırıp etrafına bir göz attı sonra. Ha Neul gitarını akort ediyor, diğer iki kız da Jun Suh’ya bakıp gülümseyerek fısıldaşıyorlardı.

“Okul ortamını çok özlemişim” dedi Jun Suh içinden. “Aaah ah!”

Gitarını bir kenara bırakan Ha Neul yavaşça Jun Suh’nun yanına yaklaştı:

“Çok yorgun görünüyorsun.. Gece uyuyamadın mı?”

Kendisine sevgi dolu gözlerle bakan bu kıza hayran olmaktan kendini alamadı Jun Suh. Onun gerçekten kendisini umursadığını düşünmek istiyordu belki de:

“İki gecedir çalışıyorum geç saatlere kadar, biraz yorgunum..”

Dudaklarını büktü Ha Neul:

“Bir de ben çıktım başına değil mi?”

“Hayır öyle demek istemedim” dedi Jun Suh heyecanla. “Şarkı söylemek bana ağır gelmez, beni yormaz, sen hiç merak etme..”

Genç kız elini çocuğun sırtına koydu:

“Kurtarıcı meleğim gibi en zor anımda yetiştin, nasıl teşekkür etsem ki sana..”

Jun Suh asıl hayatını borçlu olanın kendisi olduğunu söylemek istese de susmak zorunda kaldı. Zaten arkada kızlar ikisine bakıp sesli sesli gülmeye başlamışlardı..

“Hadi başlayalım o zaman” dedi Jun Suh ayağa kalkıp. “Bu mükemmel şarkıyı bir an önce söylemek istiyorum..”

Aynı anlarda elinde bir yığın kitapla koridordan geçmekte olan Byeol’ün gözü panoya takılmıştı, daha iki gün önce girdiği sınav okunmuştu bile!

Lee Byeol – Ortaçağ Dönemi İngiliz Edebiyatı – 70

Byeol gözlerine inanamıyordu, geçmişti hem de 70 ile geçmişti. Kağıdın sağ alt köşesindeki isim ve imzayı görünce gülümsemekten kendini alamadı, kağıdını Min Hyung okumuştu..

“Kağıdın umduğumdan çok iyiydi” dedi Min Hyung, tam arkasındaydı..

Byeol gülümseyerek döndü ona:

“Bu kadar iyi olduğunu hiç sanmıyorum, çok çok teşekkür ederim..”

Çocuk kaşlarını çattı:

“Ne demiştim ben? Sınav kağıdı okurken kimsenin gözünün yaşına bakmam!”

“Tamam!” dedi Byeol. O an içinden boynuna atılmak geliyordu, kendisini adeta zor tutuyordu..

“Ben eve gidiyorum” dedi çocuk. “Seni de gideceğin yere bırakabilirim istersen..”

“Tamam” anlamında başını salladı Byeol. Okuldan doğruca kafeye gidecekti, bu yorgunlukla otobüs işkencesini çekecek hali de yoktu. Aslında bir an önce eve gitmek istiyordu, iki gündür Jun Suh’yu bir kez bile görmemişti, onunla konuşmak istiyordu. Hem sözleşmeleri yok muydu? Aynı işin içinde değiller miydi? Onunla konuşmak en doğal hakkıydı..

Yalın-Alışmak Zorundayım

İkili konuşa konuşa bahçeye çıktılar. Aynı anda provalarını bitirip müzik kulübünden çıkan Ha Neul ve Jun Suh da bahçede oturmuş kahve içiyorlardı. Onları gören Byeol yine olduğu yerde kalakaldı. Bir an Jun Suh’nun okulda ne işinin olabileceğini anlayamasa da onun Ha Neul’ın grubunda olduğunu hatırladı, dudaklarını büktü. Ha Neul ne de güzel gülüyordu konuşurken, samimiydi sanki, sahte değildi bu gülüşü..

Kızın kilitlenen bakışlarını fark etti Min Hyung, karşıya baktığında ikiliyi O da gördü. Byeol neden böyle kilitleniyordu bu çocuğu her gördüğünde? Sadece bir “komşu” değil miydi bu O yoksa?

Ha Neul da onları görmüştü bile. Yavaşça ayağa kalktı ve Jun Suh’nun kolundan tutup Byeol ve Min Hyung’un yanına doğru yürümeye başladı. Acı çeken aptal kız imajından bir an önce kurtulmak istiyordu. Ama Min Hyung’u her gördüğünde yanında bu kızın olması canını acıtmıyor da değildi. Yine de acısıyla başa çıkmayı öğrenmesi gerekliydi, kangrenli parmak kesilecekti!

“Merhaba” dedi yavaşça eğilerek. Jun Suh iki gündür Byeol’ü görmemiş olduğunu fark etti, bakışlarını kızın gözlerinden ayıramıyordu, sanki bahçe bomboştu ve sadece ikisi vardı oldukları yerde..

Yüreğimin içinde, kalbimin içinde,

Ama benden çok uzakta O..

“Değil mi Jun Suh-ssi?” dedi Ha Neul, Jun Suh kendine geldiğinde tüm muhabbeti kaçırmış olduğunu fark etti. Ha neul onun yerine söze devam etti:

“Meğer bu şarkı hiç söylenememiş bugüne kadar, meğer Si Hoo bizi hep kandırmış, Jun Suh  şarkıyı adeta baştan yazdı, kesinlikle dinlemeliydiniz..”

“Dinlememe gerek yok ki..” dedi Byeol kendi kendine. O kadife sesin büyüsüne şahit olan biri o sesi asla unutamazdı ki..

“Bir gün provanıza gelmek isterim” dedi çekinerek.

“Tabiki” dedi Ha Neul. Gözü bir yere takılmıştı, kızın baktığı yere döndüklerinde camdaki afiş hepsinin dikkatini o yöne çekti birden..

“Seoul Üniversitesi 93. Kuruluş Yılı Balosu”

“Balo gelecek hafta” dedi Ha Neul sevinçle Jun Suh’ya dönüp. “Davetiyeler iki kişilik Jun Suh-ssi, baloda bana eşlik etmek ister misin?”

Herkes bir anda kalakaldı. Tek gülümseyen Ha Neul’dı, Min Hyung’un şaşkın yüzünü gördükçe gülümsemekten kendini alamıyordu, öyle ki Byeol tamamen gözünden kaçmıştı, O da en az Min Hyung kadar şaşkındı oysa ki. Ne düşüneceğini bilemiyordu, sadece Jun Suh’ya bakmakla yetindi, cevabı gözlerinde görmek istiyordu..

“Elbette, mutluluk duyarım..” dedi Jun Suh.

“Yaşasın!” diye hafif bir çığlık attı Ha Neul. “Neyse biz konuşuruz sonra, size iyi günler songsengnim, Byeol-ssi!”

Arkasına dönüp hızla uzaklaşan Ha Neul’ın gözlerinde sadece zafer vardı, o ışık mutluluğun değil ancak zaferin ışığı olabilirdi..

Ha Neul’ın gerçekten her şeyi atlatabildiğine inanamıyordu Min Hyung, bunun olmasını deli gibi istese de ortada bir yanlışlık olduğunu da düşünmeden edemiyordu, aptal bir oyun mu oynuyordu yoksa? Sırf onu kıskandırmak için daha yeni tanıdığı bir çocuğa böylesine yakınlaşmak isteyebilir miydi?

“Sen baloya gelecek misin Byeol-ssi?” dedi kıza dönüp.

“Yok hayır” dedi Byeol bir çırpıda. “Kalabalıktan hiç hoşlanmam, hem.. henüz hiç arkadaşım yok bu okulda, tek başıma boşuna gitmiş olacağım..”

“Ben gitmek zorundayım” dedi Min Hyung boynunu büküp. “Hem benim de çok fazla arkadaşımın olduğu söylenemez, profesör Lee’yi ve Kang songsengnim’i saymazsak tabi..”

İki hocayı da gözünün önüne getirdi Byeol. Biri 60 yaşında bir harobaji, diğeri ise 40 yaşında 3 çocuklu evli bir ajumma idi. Gülmeye başladı, kızın gamzelerine bakmadan edemedi Min Hyung, gülünce adeta derin birer çukur oluyorlardı..

“Bu bir davet mi yoksa?” dedi genç kız soru soran gözlerle. Min Hyung cevap veremedi, önce “evet” der gibi kafasını sallasa da sonra öylece kaldı. Byeol anlayacağını anlamıştı ama..

“Belki de eğlenceli olur” dedi gülümseyerek. “Sizi profesör Lee’nin ellerine bırakmak çok zalimce olur hem..”

Hızlı gitmiş olmanın baskısıyla kaskatı kesilmiş olan Min Hyung bu sözlerin ardından sesi sesli gülmeye başladı, yaptığı şeyden hiç de pişman değildi o anda..

Elinde olmadan arkasına bakan Jun Suh ikilinin neşeyle güldüğünü görünce dudaklarını büktü:

“Hadi ben kalp hırsızıyım, ya sen nesin Byeol-ssi?”

***

49 Days-Can’t Let Go

Koştura koştura kafeden içeri girdi Byeol. Acele derse yetişmesi gerekti ve dün dosyasını kafede unutmuştu. Ne güzel bugün işe hiç gelmeyecekti oysa ki, boşu boşuna bir saat erken uyanmak zorunda kalmıştı. Nefes nefese içeri girdiğinde kafenin bomboş olduğunu gördü, ne ortada tek bir garson vardı, ne tek bir müşteri, ne de kasada tek bir çalışan.. Koşarak Tae Woo’nun odasının kapısını çaldı, içeriden ses gelmiyordu, yoksa gelmemiş miydi? Dosyası içerideydi ve bugünkü proje toplantısına dair tüm notları o dosyanın içindeydi. Kapıyı açan Ha Neul rahat bir nefes aldı, Tae Woo gelip kapısını açmıştı, ama odada yoktu. Muhtemelen tuvalete gitmişti, ya da en üst kattaydı. Masanın yanındaki dolabın üzerinden dosyasını aldı Byeol, rahatça okuluna gidebilirdi şimdi.. Ama.. Tam çıkacakken bilgisayardan gelen sesle olduğu yerde kaldı. Kafasını uzattığında yeni bir mailin gelmiş olduğunu gördü, sayfa açıktı, maili gönderen de görünüyordu: “Song Group”. Konuda ise “Randevu saati” yazıyordu. “Yoksa bu adam Bay Song mu?”diye düşündü Byeol. Tabi ya, Byeol işe girdiğinden beri franchising işi için Bay Song aşağı Bay Song yukarı, dilinden bu adamın adını düşürmemişti. Ki uzun zamandır bu işin peşinden koştuğu belliydi. Merakına yenik düştü Byeol, “Okunmadı yaparım olur biter” diyerek mailin üzerine tıkladı. Maili gerçekten de Bay Song’un sekreteri göndermişti:

“Bay Song’un randevularında ufak bir değişikliğin meydana gelmiş olması sebebiyle randevu saatiniz saat 11.00’dan 09.00’a alınmıştır. Maili okuduğunuza dair teyit mahiyetinde bize geri dönmeniz önemle rica olunur.”

Her şeyi anlıyordu Byeol, kaç gündür kulağına çalınan “imza günü” bu gündü işte, Bay Song ile anlaşmayı bağlayacaklardı .

“Senin gibi insanların şansı hep yaver gider zaten” dedi kendi kendine. “Adalet denen şey sizin için geçerli değil ki! Hiç olmadı, olmayacak da..”

Birden gözleri doldu, elleri titremeye başladı.. Kulaklarında parça bölük sesler yankılanıyordu:

“Bana verdiği bu güzel armağan için ona ölene dek minnettar kalacağım.. Bu güzel armağan için.. Armağan için..”

Ya o neydi? Soğuk bir hastane odasına terk edilmiş zavallı bir piçten başka ne ifade diyordu onun için? Yaşlarla dolan gözlerini silen Byeol hışımla başını kaldırdı:

“Her şey istediğin gibi olmayacak Bay Tae Woo, sen de üzüleceksin, birinin sana üzülmeyi öğretme vakti geldi..”

Farenin imlecini hızla “cevapla” seçeneğinin üzerine getirip tıkladı, ardından derin bir nefes alıp yazmaya başladı:

“Mailinizi aldım, belirttiğiniz saatte kararlaştırılan yerde olacağım. İyi günler diliyorum” 

“Gönder” seçeneğine tıkladığında kalbi deli gibi atıyordu, sımsıkı kapadığı gözlerini açtığında “Mesajınız gönderildi” yazısını gördü, eli ayağına dolaşmıştı bile. Aceleyle önce gelen maili sonra gönderdiği yanıtı sildi. Her şeyi göze almıştı artık, yakalansa da pişman olmayacaktı. Dosyasını dolabın üzerine bırakıp koşar adımlarla odadan çıktı, etrafta hala tek bir kişi bile yoktu. Hiç durmadan dışarı çıktı, nefes bile almadan koşmaya başladı, nereye gittiğini bile bilmiyordu, sanki durduğu an biri kolundan tutacak: “Ne yaptın sen?” diye bağıracaktı ona..

“Ne yaptım ben?” dedi kendi kendine. Halsiz kalmıştı en sonunda, olduğu yere çöküverdi.

“Ne yaptım ben? Ne yaptım?”

Ne okula gidecek ne de derse giderecek hali kalmıştı. Gitmek istediği tek bir yer vardı, evet oraya gitmeliydi.. Hemen yanı başında duran otobüse bindiğinde hala kendi kendine konuşuyordu:

“Ne yaptım ben?”

Otobüsten inip “Skullbar” tabelasını görene kadar koştu, nefes nefese içeri girdiğinde ilk gördüğü kişi Jun Suh oldu, sahnedeydi, elinde mikrofon şarkı söylemek üzereydi, Byeol’ü henüz görmemişti..

“Başlıyoruz arkadaşlar!” dedi neşeyle. Geçen günlerde piyano çalan çocuğun elinde bu kez keman vardı, çalmaya ilk o başladı.

Ft Island-Missing You (Sesi açınız)

Byeol yavaş adımlarla içeri girdi. Kızı fark eden Jun Suh şaşırsa da belli etmemeye çalışarak kıza gülümsedi, oysa Byeol berbat haldeydi.. Yavaşça arkalarda bir köşeye geçti, Jun Suh şarkıya başlar başlamaz kızın kalbi adeta bir bıçak darbesiyle parçalandı. Onun sesi bu kez belki de ilk defa böylesine canını yakıyordu.. Yaşlar gözlerinden inmeye başladı, hıçkırmak istiyordu, bağıra bağıra ağlamak istiyordu hatta, ama yapamazdı, içine ata ata yaşlarını dökmeye devam etti.. Jun Suh bir terslik olduğunu fark ediyor, bir an önce şarkının bitmesini bekliyordu..  Byeol ise şarkı bitene kadar dayanabilecek miydi bilmiyordu. O her “Seni özlüyorum” dediğinde bıçak darbeleri daha da hırsla batıyordu yüreğine.. Pişman mıydı? Pişmansa ne yapması gerekliydi? Pişman değilse neden deli gibi ağlamak istiyordu? Bu soruların cevabını bir türlü bulamıyordu..

Şarkısını bitiren Jun Suh hızla sahneden inip Byeol’ün yanına doğru yaklaştı.

“Seni beklemiyordum Byeol-ssi, bana sürpriz mi yapmak istedin yo…”

Önce kızın kırmızı gözlerine kilitlendi, sonra gözlerinden dökülen yaşlara.. Dehşet dolu gözlerle bakakaldı adeta, sadece yutkunabildi..

“Byeol-ssi?…”

Byeol ise ani bir hareketle Jun Suh’ya sarıldı ve ıslak başını yavaşça çocuğun omzuna yasladı:

“Jun Suh-ah.. Bana yardım et..”

***

-8. Bölüm Sonu-

Genel içinde yayınlandı | 26 Yorum